"Ankara Notları"nın çatısını çatmaya uğraşırkan, gördüm gazetade Ali Sirmen’in babasının ölüm ilanını. Amerika'da ölmüş İ.Samim Sirmen. Amerika’ya yıllar önce gidip yerleşmiş. Tarih, coğrafya öğretmeni Rahşan Hanım, oğlu Ali'yi büyütüp yetiştirmiş. Bir gün Ali:
Annem beni öğretmen maaşıyla Galatasaray'da okuttu... demişti.
Babası Amerika'ya gittiği zaman Ali dünyada var yok bilmiyorum, uzun süre haberleşmemişler. Sonra bir gün Ali, Amerika'ya gidip bulmuş babasını. Babası varaklıymış. Amerikalı kardeşlerini tanımış Ali. Baba Samim Sirmen Ali'ye:
Buraya gel demiş. İstediğin Avrupa ülkesinde yaşa. Sana her olanağı sağlarım.
I-ıhh... demiş Ali. Gitmemiş, ülkesinde kalmış. İki ay kadar önce Amerika’daki baba Samim Bey, sayrılanmış. Kansermiş. Türkiye’ye telefon etmiş. Gelip görüşmek istediğini söylemiş. Gelmiş de. Oğlu Ali sirmen’i Sağmalcılar Cezaevi'nde iki kez görmüş. Torunu Devrimi, gelini Mine’yi kucaklamış. Eski eşi Rahşan Hanım'la konuşmuş, dönmüş Amerika’ya.
Ali cezaevinde tutuklu olmasa kesinlikle Amerika'ya babasının cenazesine giderdi diye düşündüm. Elleri bağlı. Nereye gitsin?
Ali arkadaşıma böyle bir gününde selam yollamak istedim. Başsağlığı dilemek istedim, özgürlüğüne kavuşmasını diledim.
Cuma akşamı Nazım Hikmet’in oğlu Memet Nazım"ın "Siyah- Beyaz”daki sergisine gittim. Memet'in Paris'te resim çalışmaları yaptığım duyuyordum. Beş yıl önce gittiğim Paris'te Münevver Hanım'ı aramış, telefonla görüşmüştüm. O söylemişti Memet'in resim çalıştığını. Memet, Polonya'da Münevver Hanım'ın yanında liseyi bitirmiş, sonra Fransa'ya geçmişler. Nazım, Moskova'da Vera ile evlenince, Münevver Hanım'la ayrılmışlar. Fransa'ya nasıl gidip yerleşsinler? Münevver Hanım’ın annesi Fransızmış. Ona da bir Fransızla evlenmesini öğütlemişler. O da Fransa'da bir kontla evlenmiş. Kont sonra ölmüş Münevver Hanım oğlu Memet’le birlikte çeviriler yaparak yaşamını sürdürmüş. Yaşar Kemal’in üç İnce Memed’ini de o çevirmiş Fransızcaya.
Dördüncüsü olursa artık çevirmeyeceğim! demiş, yoruldum...
Memet 34-35 yaşında olmalı şimdi Fransız uyruğunda da değilmiş.
"Göçmen" olarak yaşıyormuş Fransa'da. Pasaport almak için başvurmamış. Başvursa verirler mi acaba? Sergisine gelmemişti.
Nazım'ın Memet’le ilgili çok şiiri var. Nazım, Memet’in doğumunu anlatır 1950’de. Bir bölümü şöyle:
"Anası bir oğlancık doğurdu bana/kaşsız sarı bir oğlan / masmasvi kundağında yatan/bu nur topu, üç kilo ağırlığında./
Banim oğlan/dünyaya geldiği zaman./çocuklar doğdu Kore'de / sarı ay çiçeğine benziyorlardı...
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman / çocuklar doğdu Yunan zindanlarında. /babaları kurşuna dizilmiş./bu dünyada ilk görülecek şey diye/ demir parmaklığı gördüler
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman / çocuklar doğdu Anadolu’da/mavi gözlü, kara gözlü, ela gözlü bebeklerdi, /bitlendiler doğar doğmaz / kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
Benim oğlan/benim yaşıma bastığı zaman / ben bu dünyada olmayacağım /ama harikulade bir beşik olacak dünya / siyah / beyaz, / sarı / bütün çocukları / sallayan / mavi atlas döşekli bir beşik"
Sergide Nazım'ın küçük kardeşi, Mehmet’in halası Melda Kalyoncu da vardı. İstanbul'dan otobüsle sergi için gelmişti. Gece otobüsü ile dönecekti, şöyle dedi:
Kemal Tahir’in kardeşi Nuri öldü. Onun cenazesine yetişeceğim. Onun için gece İstanbul'a döneceğim.
Melda Hanım, yumuşak yumuşak bakıyordu. Onu ilk kez görüyordum. Gökseller, Melda Hanımlarla yıllarca aynı apartmanda oturmuşlardı. Gökseller Melda Hanıma "Fatoş" diyorlardı. Nazım’ın, Melda’nın büyüğü, kız kardeşi Samiye (Yaltırım)'ı tanımıştım. Ruhi Su'nun cenazesinde o da vardı.
Memet'in Türkiye'de açılan ilk sergisine gelenler kalabalıktı, içimden "Merakla gelmiş olanlar da var” diye geçirdim. Ressam Duran Karaca’ya sordum:
Bence iyi resimler... dedi.
Kimi Salvador Dali’nin ilk resimlerine benzetti. Yüksel Arslan’ı anımsatan yanları da mı vardı? Başka türde...
Özdemir İnce, Selçuk Altan, Önder Şenyapılı, Erdal Yavuz, Selma Göksel (Hüsnü Göksel’in eşi), Esma Ocak (Diyarbakırlı yazar), Serpil Bozer, Turan Erol, Cemil Eren de oradaydılar.
Memet'in sergisinden Türkuaz'daki Hale Sontaş'ın sergisine gittik, Serpil Bozer'ın arabasıyla. Hale Sontaş'ın etli butlu, çıplak kadın resimlerini görünce dayanamayıp kendisine sordum:
Resimleriniz için modelleri nasıl sağlıyorsunuz?
Akademinin bir modeli vardır. Zülfiye. Yıllardır onunla çalışırım. Benim resimlerim çıplak resimler değil, bu sergimde "kadın ve et"i sergiledim. Etini satanlar, fuhuş değil anlatmak istediğim.
Kadın, et olarak düşünülüyor. Kadın da kendini öyle biliyor.
Bir tablonun üzerinde "Ah-Minel Aş-k" yazısı vardı. ’Aş" ile "k”ayrılmıştı. Kadın aşk için değil, "aş" için vardı.
Hale Sontaş, resimlerinde bir şey de söylemek istiyordu: Sevgiyi. Onun eksikliğini.
Memet'in etkisindeydim. Memed’te tüm yurt dışında kalanları düşünüyordum. Özellikle son yıllarda ne kadar çok insan vatandaşlıktan çıkartılmıştı? Aziz Nesin AST’ta yapılan “insan Hakları" toplantısında söylemişti. Şöyle demişti:
—Na kadar kolay vatandaşlıktan atıyorlar? Eklemişti:
Kim atıyor? Niye atıyor? Kimi insanlar kaçmışlar buradan. Dışarı gitmişler gazetelerde okuyoruz. İktidar kanadında üç eğilim varmış. Irkçı, dinci, kapitalist eğilim. Bunlarla çatışmış kişiler bu atılanlar. Vatandaşlıktan atan "iktidar erbabı”nın içinde. Yüce Divan’a gidenler var. Vatandaşlıktan atılanlar ise hala orada dışarda...
Aziz Nesin bir çelişkiyi vurguluyordu. İstemediklerimizi bir kararla vatandaşlıktan çıkartmak. Oh ne âlâ.
Yetkililerle konuştum; 12 Eylülden bu yana yurtdışında olup da çağrılara uymayıp kalanların sayısı 100 dolayındaymış. Bunlar vatandaşlıktan çıkartılmamışlar vatandaşlığı yitirmişler. Çıkartmakla yitirmek ayrı ayrı şeylermiş, vatandaşlığı yitirenler yurda döndükleri anda yine vatandaşlığa kavuşacaklarmış. 12 Eylülden sonra, bu konuda İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay arasında uzun tartışmalar olmuş Eski İçişleri Bakanı Selahattin Çetiner, Genelkurmay’ın sert tutumuna karşı diretmiş..
"İnsan Hakları" toplantısını aktarmaya çalıştım ya. Yine de eksik yazdım. Yerim yoktu! Olup da izleyecektiniz. Aziz Nesin konuşmasının bir yerinde Demokles'in kılıcı gibi duran 141-142'ye değinmişti. Şöyle demişti:
141-142... Bir sınıfın egemenliğini kurmak için, bir sınıfın aleyhine.. Peki, yıllardan beri ne yapılıyor? Komünistler iktidara gelse akılları varsa 141-142'yı kaldırmazlar. Bu maddelerle egemen sınıflara duman attırırlar..
Abdullah Baştürk’le konuşuyorduk Anadolu Kulübü’nde...
Bu iktidarlar 141-142’yi kaldırmazlar ak Mustafa’m dedi. Kaldırırlarsa, diyelim komünist partisi kurulur. O zaman tüm silahlar ellerden alınmış olur. O zaman her önlerine gelen için “Şu komünist bu komünist” diyemezler.
16 Aralık 1985, Cumhuriyet