Dilde Aşağılık Duygusu: (2) Arapça Sözcükleri de Ayıklayalım!

Cumhuriyet okuru, Nigar Nurten Arakon, dil konusuna ağırlık verdiği mektubunda, sorular soruyor; şöyle: (Bu kez mektubunu, yazının sonuna konan bulmaca nedeniyle kısaltmak zorunda kaldım!)

“Şu soruların, inandırıcı, haklı olabilecek yanıtı var mıdır? Sanmıyorum.

*Neden te-ve kanallarının adı ya İngilizcedir veya İngilizce telaffuz edilir? Eyç-bi-bi gibi (Yani HBB).

*Neden ayaküstü büfelerinde ‘balıklı ekmek arası’ değil de ‘fish-burger’ istiyoruz?

*Londra’nın, Paris’in, Viyana’nın adını kendi dilimize uydurmuşuz da niçin Nev York değil de Niv York ya da Nü York diyoruz? Ha Nev York, ha New York, her ikisi de aynı anlamda, yani Yeni York.

*Eş-dost, arkadaşlar birbirinden ayrılırken (Hadi ‘Allahaısmarladık’ uzun geliyor diyelim) ‘Hadi bay (yanı bye)’ diyoruz da ‘hoşçakal’, ‘eyvallah’ usumuza gelmiyor.

*Niçin her duyduğumuz İngilizce sözcüğe ‘Mal bulmuş Mağribi’ gibi sarılıyoruz? ‘Dizayn’ diye dilimize sokuşturulmaya çalışılan sözcüğün karşılığı olan, yerine göre çizim, tasarım, desen, proje, plantaslak demiyoruz da illa ‘dizayn’ diye diretiyoruz? Şu yarım yüzyıldır evimize giren Cumhuriyet de yapıyor bunu.

*Acaba ekin düzeyimiz, kullandığımız yabancı sözcük oranınca mı artmakta? Şunu bir bilsek!

*’İzleme oranı’ edep dışı mı ki ‘rating’e sarıldı sözlü-yazılı basın?

*İçeriği Türkçe birçok derginin adı NEDEN İngilizce veya Fransızca?

Bu rezilliğe çok sinirleniyorum, çıldırıyorum, ama bir yandan da sinirli sinirli gülüyorum. Çünkü, bunu yapanların birçoğu zavallı, düşünme özürlü. Ne halt ettiklerinin bilincinde olduklarını sanmıyorum.

Anadilimizin ırzına geçmenin bir başka yolu da ‘bozuk çeviri diliyle’ yazmak, konuşma... Biz Türkçe’de: ‘Bir yerde oturmak’ deriz örnekse; ‘İstanbul’da oturuyorum’, ‘Ankara’da oturuyorsunuz’ gibi. ‘Yaşamak’ demeyiz. Bu, kartvizit çevirmenlerinden armağan!

Bilirsiniz, ‘...Hamil-i kart yakınımdır...’ pek çok kapıyı açar. ‘Bütün kapıları açar’ demeyişim, hâlâ toplumda temiz, namuslu, dürüst insanların varlığına inanmak isteyişimden.

Bakın, ben İstanbul’da oturuyorum, ama nereye gidersem gideyim. İSTANBUL’U yaşıyorum. Zira, damarlarımda akan İstanbul’dur.

*Trene, vapura, otobüse ‘yetişmek’ deriz. İngilizceden aktarma ‘yakalamak’ı dilimize yerleştirmek hangi densizin işi?

Beni, daha kimbilir kimleri zıvanadan çıkaran bir başka densizlik de hava durumundan bahsederken ‘...yağmur düştü ...kar düştü’ denmesi.

Efendim, güzelim Türkçemizde kar da yağmur gibi ‘yağar’, ‘düşmez’!

Sistemli ve bilinçli bir şekilde anadilimize yabancılaştırılma etkinliğiyle kuşatıldığımı düşünüyorum.

Kuşkusuz öfkem ve isyanım var!

Elbette bir de yumuşakge’nin önlenebilir yükselişi.

Bilirsiniz, her ülke dilinin makbul şivesi vardır. Maya, kızım, İle-de France Fransızcasının makbul şive olduğunu söylüyor. (Maya, Dame De Sion mezunu) Türkçe’de İstanbul şivesi. İstanbul’un (ah, o çocukluğumun İstanbul’u!) üç güzeli var(dı): Terbiyesi, efendisi, Türkçesi İstanbullu’nun dilinde yumuşakge’yi hissetmezdiniz.

Sabahattin Kudret Aksal (25.4.1920-14.4.1993), şair-oyun-hikâye-deneme yazarı, eşim Aydın Arakon’un (22.5 1918-11.8.1982) Işık Lisesi’nin Orta 1 sınıfından itibaren ta ölüme dek arkadaşıydı. Bir gün, dilimiz konusunda dertleşiyorduk. Ben gene, bu yumuşakge pürüzünden yakınıyordum:

-Bizim toplumsal sorunlarımızdan biri de insanlarımızın ‘köylülükten’ kurtulması. Ne var ki dilimiz, her geçen gün, biraz daha köylüleşiyor. Biz İstanbul Türkçesinde ‘kulak asma’ deriz. Otuz yıldır İstanbul’da oturan bir Erzincanlı ‘kulağasma’ diyor...

Bunun üzerine Sabahattin Kudret Aksal Bey, şu örneği verdi:

Her ‘k’ harfi ‘YUMUŞAKGE’ye dönüşmez. Bana sorarsanız ‘göğün’ değil, ‘gökün’ olmalı derim, demişti. (Kökü, hukuku, ahlakı, âşıkı diyoruz da NEDEN gök’e gelinçe, yumuşakge’nin kucağına düşüyoruz? Anlayan beri gelsin.)

Bu konuşmamız, Sabahattin Bey’in ölümüyle sonuçlanan hastalığından kısa bir süre önce geçmişti. Bu nedenle, Sabahattin Bey’in bu arzusunu adeta vasiyetiymiş gibi algılıyorum ve size de iletiyorum.

Belki de ‘Memleketin bunca derdi varken Türkçe’nin kalitesiyle uğraşmanın sırası mı’ diyeceksiniz. Ama bence dertlerimizin çözümünü bekleyelim dersek, korkarım dil elden gidecek. Evet, tam sırasıdır Bir yerden başlayalım sahiplenmeye. Dilimize, anayasamıza, devrimlerimize, cumhuriyetimize. Ve bütün hücrelerimi kaplayan, yukarıda da yazdığım, kaygımı sizinle bölüşmek istiyorum. Dilimize yabancılaştırarak ulusal kimliğimizden olmak... Naçizane fikrimce, Refahlı kadrolaşmadan daha yıkıcı dilimize yabancılaşmamız. “

Nurten Arakon’un mektubu, hayli düşündürücü. Batı dillerinin sömürüsü yanında, Arap-Acem kırması yabancı sözcüklere hiç değinmiyor. Yoksa, onları Türkçe mi sayıyor? Sevgili okurum da biliyor ki 1950’lerde Köy Enstitülerinin kapatılıp, imam-hatip okullarına yönelinmesinden sonra oldu bunlar...