Dil Derneği Üzerine...

Cumhuriyet Bayramı'nı kutladık, geçti. 29 Ekim günü, okurların telefonları geliyordu
Sayın Ekmekçi, Ankara'nın birçok yöresinde, evlerde bayrak yoktu. Bayrak niye asmadılar, ne olur bunu bir vurgulayın!
Bir başka okur, şöyle diyordu:
Sayın Ekmekçi, Anıtkabir'e giden yol üzerinde. Gençlik Caddesinde bayrak yok denecek denli azdı. Cumhurbaşkanı Evren, bunu görmedi mi?
SHP denetmeni olarak, Doğu illerini dolaşan Fikret Ünlü, 29 Ekim akşamı telefonla şu bilgiyi veriyordu:
Cumhuriyet Bayramı'nda Aşkale'deyim. Mehter marşlarıyla Cumhuriyet Bayramı kutlanıyor. Subay, astsubay eşlerinden bile türbanlı olanlar vardı.
Cumhuriyet Bayramı günleri, "Ankara Notları'nda, İsa Tanrıverdi olayı üstünde durdum. Satır aralarını okumayı bilen okurlar, bununla, Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençliğimizin nasıl bunalım içinde, yalnız bırakılmış olduğunu sanıyorum anlamışlardı.
Şimdi değineceğim olay, hiçbir yerde yayımlanmadı, çıkmadı. Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılında, Genelkurmay, “Atatürkçülük'le ilgili bir yapıt hazırlatmayı kararlaştırmıştır. Yıl, 1982'yi bulmuştu. Toplantılar, genellikle Genelkurmayda yapılmaktadır. Burada uzun tartışmalar olur, “dil" ile "laiklik" konularına gelince, tartışmalar büyür. "Laiklik" konusunda, öyle çarpık düşünceler ileri sürülür ki, Türk Dil Kurumu'ndan giden, o zamanki Terim Kolu Başkanı Aydın Köksal:
Efendim, böyle yaparsanız, bu MSP çizgisinde bir kitap yazmak olur! demek zorunda kalır..
O zamanki Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Şerafettin Turan, laikliği, Köy Enstitülerini, Halkevlerini savunan konuşmalar yapar.
Çalışmalar sürerken, toplantıya, çalışmalara katılanları Devlet Başkanı Evren'in kabul edeceği haberi gelir. İki otobüse binip Çankaya’ya giderler. Yaşlı olan Afet Hanım, büyük saygı görmektedir. Prof. Reşat Kaynar, giderken, “En yaşlı kişi burada ben olduğumdan, Devlet Başkanı ile ben konuşayım" der Onun "karizmatik lider" olduğunu söyleyerek konuşmasına başlar.
Devlet Başkanı Evren, konuşma sırasında, Atatürk'ün kurduğu kurumlara değinir, TDK'nın, Yaşar Miraç'a verdiği Ödülü kastederek, "Jandarmayı öldüren katili öven şaire şiir ödülü verildiğini'' anımsatır.
Afet Hanım, "Efendim, Türk Dil Kurumu Başkanı da aramızda" deyince, Şerafettin Turan söz alır. Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarını anlatır. Sözü TDK ödüllerine getirerek, şöyle der:
Ödüller, dünyanın her yanında tartışma konusu olagelmiştir. Nobel ödülleri bile.
Şerafettin Turan daha sonra, Evren'e sorar.
Necip Fazıl’ın bir Atatürk düşmanı olduğu, halife yanlısı olduğu da kamuyonca bilinir.
Evet!
Ama, böyle Atatürk'e, Atatürkçülüğe yıllardan beri cephe almış, saltanat ve halifelik yanlısı birine Kültür Bakanlığı ödül vermiştir. Necip Fazıl’ın devletten ödül almasıyla, Yaşar Miraç'ın Türk Dil Kurumu'nda ödül alması karşılaştırılamaz bile.
Devlet Başkanı Evren, yaverine Yaşar Miraç'ın şiir kitabını getirmesini söyler, “okuyalım" der. Kitaplar gelir, Şerafettin Turan:
Biz bu şiire ödül vermedik, ödül alan şiir bu değil! der.
Aman efendim, bu şiir onun değil mi?
Efendim, bir ödül aldı diye, adamın davranışlarını, yazılarını takip edemeyiz, ödül aldıktan sonra, gider adam, adam öldürür, ya da büyük adam da olur...
Tartışma bu hava içinde sona erer. Toplantıdan ayrılırken bir Orgeneral, Şerafettin Turan’ın kulağına:
Hocam, dengini topla! diye takılır... Kurumun suyu ısınmıştır. Bunlar TDK'nın kapatılmasından az bir süre önce olmaktadır. 12 Eylül yönetimi, Atatürk'ün kalıtını ayırdığı, Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumları'nı kapatmaya kararlıdır. Tercüman Gazetesi'nin, Türk Dil Kurumu'na açtığı kampanya başarılı olur. Tutuculara gün doğmuştur. “Devrim" sözcüğünü, "Türkçe Sözlük"e koyan, sonra da bunu yadsıyan Hasan Eren, Türk Dil Kurumu'nun başına getirilir. Mehmet Kaplan’ın elinden tuttukları, suyun başındadırlar. Kurumu kapatan yasa, hukuka aykırı bir yasadır.
Bu durum, Türk Dil Kurumu’nun eski üyelerini, Türk dilinin özleşmesinden yana olanları yıllardır üzmektedir. Atatürk'ün özlediği biçimde, bir dernek kurulması düşüncesi çoğunun kafasında vardır. Kimi vakıf kurulmasını düşünür. Ancak, Atatürk'ün dil devrimini yaşatıp sürdürecek, çalışmalar yapacak bir dernek oluşturulması, savsaklanmaz bir zorunluluktur. Atatürk, Türk Dil Kurumu'nu kurarken, bunun beylik bir kuruluş olmasını düşünmemiştir. Halka yayılmasını, özleşmiş Türkçe’nin, halka ulaşmasını istemiştir. Yoksa, devrimleri başka türlü yaşatılamazdı. 29 Ekim Çarşamba günü, Türk Dil Kurumu'nun eski üyelerinden birçoğu, Mülkiyeliler Birliği'nde bir araya geldiler. Bu konuyu konuştular. Söyleşiyi izlerken, doğrusu heyecanlanmıştım. Orada olanlardan bazıları şunlardı: Haldun Özen, Ahmet Erdoğdu, Mehmet Salihoğlu, Cevat Geray, Talat Lalik, Ruşen Keleş, Mehmet Aydın, Aziz Nesin, Ali Püsküllüoğlu, Bülent Aydın, Kemal Demiray, Şerafettin Turan, Salim Şengil, M. Şerif Onaran, Ali Dündar, Talip Apaydın, Ayla Bayaz, Özer Soysal, Şerafettin Canpolat, Vecihi Timuroğlu, Hüseyin Avni Güler, Atilla Göktürk, Yekta Güngör özden, Aydın Köksal, Emin Özdemir, Osman Bolulu, Sevgi özel, Mustafa Ekmekçi
Burada, dernek oluşması için 41 kişilik bir kurucular kurulunun saptanması görüşü benimsendi. Kapatılan TDK'nın eski yönetim kurulu üyeleri, isterlerse, yeni yönetim kurulunda görev alacaklardı. Türk Dil Kurumu'nun elkonulmuş hakları, ergeç geri alınacak, kurum eski biçimine dönüşecekti... Çalışmalar, aksatılmadan sürdürülecekti.
Buradaki söyleşiden, 27 Mayıs Devrim Derneği'ne gittim. Eski 27 Mayıscılar, bir araya gelmişler, Cumhuriyet Bayramını bir kokteylle kutluyorlardı.