Dil Bilinci (3)

Arapça, Yercilleşmeyi (Laikleşmeyi) Güçleştiriyor...
Prof. Cem Eroğul’un, dilde özleşme ile ilgili araştırmasını neden mi böyle yayımlıyorum? Türkçenin düşmanlarının kafasına dank etsin diye. Bunlar, sevgili okurlar, anadillerine düşmandırlar. Ya Arapçı, ya Acemci ya da bir başka dilin tutsağıdırlar. Yabancı dili bilirler de kendi anadillerini geliştirmeyi uslarına getirmezler. Cem Eroğul, bir çeşit “mutlu azınlık” olan böyleleri için şöyle diyor çalışmasında:
“Bunlar, kendi anadillerinin eksikliklerini, öğrendikleri yabancı dillerle tamamlama; anadillerinin sonucu olan bulanıklıkları, belirsizlikleri aydınlığa kavuşturma olanağını bulurlar. Büyük çoğunluk ise bu olanaktan yoksundur. Büyük çoğunluk için insanlaşmanın enginliğine açılan tek pencere kendi anadilleridir. Bu çoğunlukların anadillerini geliştirmemek, onlan insanlaşmanın görece daha aşağı bir düzeyine hapsetmek demektir.
Türkiye 'de yabancı dil bilen bir bölüm aydının göremediği gerçek budur. Kendileri insanlık çevrenlerini (ufuklarını) genişletmiş olduklarından, bu eksikliğin büyük çoğunluk için ne denli yakıcı olduğunu görememektedirler. Büyük çoğunluğa bir yabancı dili kendi anadili gibi öğretemeyeceğimize göre, tek çıkar yol bu anadili olabildiğince geliştirmektir. Dil denen varlığın doğası gereği de geliştirme ister istemez özleştirmeden geçer. Böyle olunca özleştirme, insanlık kervanına daha etken bir biçimde katılma, kısacası uygarlaşma davası ile özdeş bir anlam taşır."
Prof. Cem Eroğul, dilin “bir insan hakları sorunu” olduğunu belirttiği bölümde de görüşlerini şöyle açıklıyor:
“Dilin uygarlıkla bu içsel bağı kavranınca, dilde özleşmenin demokratikleşme, yercilleşme (laikleşme), özetle insan haklarını geliştirme ülküsüyle ilişkisi hemen görülebilir. Siyasetçinin ‘transformasyon, vizyon, resesyon, reaksiyon, komünikasyon, devalüasyon' gibi sözcüklerle konuştuğu bir Türk (!) toplumunda, yurttaş neyi anlayacak ki siyasete katılma hakkını kullanabilsin? Böyle bir ortamda, siyasete katılmanın en düşük basamağı olan siyasal gelişmelerden haberli olma’ hakkı bile gerçekleşemez. Okumuşlar ne olup bittiğini iyi kötü anlarlar; büyük yığınlar ise bulanık birtakım algılarla yetinmek zorunda kalırlar. Fazıl Hüsnü Dağlarca 'nın dupduru anlatımıyla: 'Arı dil anlaşma eşitliği demektir’. (Cumhuriyet, 29 Eylül 1985, siyaset eki, s. 12) Anlaşma eşitliği olmayan yerde demokrasinin geliştirilebileceğini sanmak, boş bir düştür.”
Cem Eroğul, “Dil, yercilleşme ülküsüyle de doğrudan doğruya bağlantılıdır” dedikten sonra, şu açıklamaları yapıyor:
"Avrupa 'da yeniçağı başlatan rönesans ile reform atılımlarının temel taşlarından biri, kutsal kitapların anadillere çevrilmesidir. İnsanlar neye inanacaklarına kendileri karar vereceklerse, bunun ilk koşulu inanacaklarını anlamalarıdır. Onun içindir ki Türkiye'de din dilinin uzun yüzyıllar boyunca Arapça olarak kalması, yercilleşmeyi (laikleşmeyi) çok güçleştirmiştir. Aynı güçlük bugün de sürmektedir. Bu bakımdan, 1950 yılında Arapça ezana dönme, dil değişikliği kisvesi altında, gerçekte yercillik karşıtı bir devrim (hareket) olmuştur. Oysa açıktır ki dil engeli nedeniyle yakanların (duaların) bile anlaşılmadığı bir tapınmada, yercillik bir yana, dinsel inanç özgürlüğü bile kof bir kalıp olarak kalır. ”
Prof. Cem Eroğul, çalışmasında, öz dil kullanımının, Fransızların üsteleyerek belirttikleri gibi, tüketici haklarının korunması yönünden de çok önemli olduğunu belirtiyor. Şöyle diyor Profesör Cem Eroğul:
"Evrensel pazarı ülkü edinmiş günümüz dünyasında, tüketicinin korunması artık önde gelen insan haklarından biridir. Çarşıdan aldığı bir dayanıklı tüketim malının kılavuzunu okuyan yurttaş, baştan sona yabancı sözcüklerle bezenmiş ‘açıklamalar'la karşılaşırsa, tüketici olarak hakkını nasıl koruyabilir? Edindiği malın kullanımını, bakımını doğru dürüst anlayamamışsa, kendisine zorunlu olarak verilen güvence (garanti) belgesinin ne değeri kalır? Şurası açıktır ki aldığını verdiğini ayrıntısıyla tanıma olanağından yoksun bırakılmış bir kişi, pazarın egemen olduğu bir dünyada ikinci sınıf yurttaş olmaya yazgılıdır."
Cem Eroğul'a göre öz Türkçe, sağlık hakkı ile de doğrudan ilgili. Örneğin, “Eczaneden aldığı ilacın ‘prospektüs’ü (!) tamamen anlaşılmaz çorba bir dille yazılmış yurttaşın sağlık hakkı saldırı altında değil midir? Sayrıya (hastaya) rahatsızlığını anlama olanağını tanımamak, sağlık hakkı bir yana, insana saygı ile bile bağdaşmaz. Bizde ise durum, ne yazık ki böyledir" diyor Eroğul, şöyle sürdürüyor.
“Bunun da nedeni, sağlıkbilim (tıp) alanında geçerli olan dil bilinçsizliğidir. Diyelim mide sancısından yakınan bir sayrıya şu türden bir belge verilmesi, bizde olağandır: ‘Ozofagus, Cardia, Fundus normaldi. Tanı: Corpus ve antrum mukozası hiperemikti. Bulbus ve Duodenum ikinci kıtası normaldi. Tanı: Corpus ve Antrumda Gastritis’. Böyle Türkçe olur mu? Bunu okuyan bir sayrı, yutaktan mideye sindirim yolunun ve onikiparmakbağırsağının sağlıklı olduğunu, buna karşılık mide ağzı ile midedeki sümükdokuda yangı oluştuğunu anlayabilir mi? Dikkat edilsin: Burada sorun, okumuşluk düzeyinin düşüklüğü değil, dilin yabancılığıdır. Türkçeden başka dil bilmeyen biri, istendiği denli okumuş olsun, yine de bu yabancı sözcükleri anlayamaz..."