Dil Derneği'nin düzenlediği 56. Dil Bayramı, Ankara'da, büyük bir coşkuyla kutlandı. Şimdiye değin böylesi olmamıştı. Anıtkabir'de bir avuçtuk: belki iyi duyurulamamıştı, ondan. Ancak akşamüstü Metropolde yapılan toplantı görülecek şeydi. Koca salonu dolduran gençlerin heyecanları, sözcüklerle anlatılamaz. Erdal İnönü’nün, Ömer Asım Aksoy’un, Oktay Akbal'ın, Muzaffer İzgü'nün, Server Tanilli'nin, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun, Nadir Nadi'nin, Aziz Nesin’in iletileri (mesajları) çılgınca alkışlandı. Başbakan Turgut Bey'in iletisi okununca, “Oooo..." sesleri arasında ıslıklandı! Nadir Nadi'nin iletisini, Ali Sirmen okuyunca, malı götürdü! Toplantının tümünü vermek isterdim. Ancak "Ankara Notları"na ayrılan yer, buna yetmez. Sürdürümcü sayısı bini aşan, "Çağdaş Türk Dili" Dergisi kasım sayısını, bu şölene ayıracak: bu toplantıyı da yaşamak isteyenler, dergiyi "Ankara. Tuna Caddesi 5/10" adresinden bulabilirler.
Çok güzel konuşmalar yapıldı. Onur ödülü alanlardan, Prof. Şerafettin Turan’ı, Prof. Cevat Geray, 'Türk Dil Kurumu’nun seçimle gelmiş son genel başkanı" diye tanıttı. Prof. Şerafettin Turan, ödülünü alırken yaptığı konuşmada, dil devriminin geçirdiği evreleri anlatırken özetle şöyle dedi:
"... Dil devrimi, Atatürk'ten sonra üçüncü büyük sınavını verdi sanıyorum. Biri, Atatürk'ten hemen sonraydı, çünkü, ‘Atatürk, 1936 Üçüncü Dil Kurultayından sonra, dilde devrimden vazgeçmiş” savları ortaya atılmıştı, hâlâ sürüp gidiyor savlar; ama rahmetli İnönü'nün kişiliğinde ve o inanmış devrimci kuşağın kanatları altında, dil devrimi, daha büyük aşamalar yaptı. İkincisi, 1950,14 mayıs seçimlerinden sonra, Türkiye’deki siyasal tablo değişiklik gösterince dil devrimi ikinci sınavını verdi; ama kuşkusuz en büyük sınav, tüm koşulların çok ağırlaştığı 12 Eylül’den sonra görüldü. Bu, siyasal görüşlerin, dünya görüşlerinin, dinsel görüşlerinin ötesinde tecimsel bazı öğeleri de içeriyordu. Ve Türk-lslam sentezi çerçevesi içerisinde, nerdeyse “Cennette yalnız Farsçayla, Arapça konuşulur, Türkçe konuşulmaz" denen Damat İbrahim Paşa döneminin ünlü Şeyhülislamı, Yenişehirli Abdullah Efendi'nin görüşünün siyasal kadrolara egemen olduğu bir dönemde (alkışlar) dil devrimi, Türkiye'yi gelecek yüzyıllara götüren, götürecek olan, her çağdan gençlerin bilincinde, ruhunda ve kalbinde sürüp gidecektir. Beni bu ödüle lâyık gördükleri İçin, arkadaşlarıma en içten sevgilerimi, saygılarımı, sizlere bu davanın beraber yolcuları olarak en içten dileklerimi sunuyorum..." (Sürekli alkışlar)
Prof. Şerafettin Turan'ın gözleri yaşarmıştı...
81 yaşındaki dil emekçisi, devrimin yılmaz bir savunucusu Cevdet Kudretin konuşması, bir dinleyicinin deyimiyle toplantının balı, böreği oldu. Konuşmasıyla Cevdet Kudret, dinleyenleri yer yer kırdı geçirdi, özetle şöyle diyordu:
"... Benim dil devrimine bağlanmamın nedeni, ta çocukluk yıllarına kadar gider; ilkokuldaydık, Nümune-i İrfan Mektebi İptidaisi (gülüşmeler), bize tarih dersi okutmaya kalktılar, demek ki 9-10 yaşlarında olacağım, bir pembe kaplı incecik bir kitaptı, halkalar içinde padişah resimleri vardı; bunları bize belletmek isterlerdi; "Murad-ı evvel, Murad-ı Sani, Murad-ı Salis, Murad-ı Râbt, Murad-ı hâmis..." (Gülüşmeler), bir türlü işin içinden çıkamazdım, Murad-ı hamis mi önce, Murad-ı salis mi önce, anlayamazdım ve büyük bunalımlar geçirirdim (Gülüşmeler, alkışlar). Görüyorsunuz, o dönemde, önce dili aşmak, sonra bilime ulaşmak mümkündü; bugünkü çocuklar, bunu çözümlüyor. "Birinci Murat, İkinci Murat” deyip çıkıyorlar işin içinden. Yaşımız biraz büyüdü, ortaokula, liseye geçtik; bu sefer karşımıza daha çapraşık şeyler çıktı: Mesela “hendese" diye bir dersimiz vardır, "geometri"; orada "zaviyetan-ı mutebatiyetan-ı dahiletan” diye bir şey gösterdiler, efendim bu 'ters iç açılar" demekmiş! (kahkahalar). Daha sonra "zu erbaat-ül adla" diye bir terim çıktı; meğer bu bizim "dörtgen” demekmiş! (kahkahalar). "Hayatiyet" diye bir dersimiz vardı, "biyoloji". "Sağ kulak-sol kulak" diyemezdik; "ûzn-i eymen- üzn-i eyser" demek zorundaydık! (gülüşmeler). "Burun kemiği" diyemezdik, "azm-i enf" diyecektik! "İnce bağırsaklar yerine, "em'a-yi rakıka" demek gerekirdi (gülüşmeler). Yani "kulak”, “burun", “kemik", "bağırsak" diyemiyorduk. Desek ne olurdu? Desek, bugünkü öğrenci argosuyla söyleyeyim, sınıfta çakardık! (gülüşmeler). Daha sonra "botanik" diye o zamanki adı "nebatat” diye "bitkibilim” dersimiz vardı, efendim, onda da şöyle bir terim çıktı karşımıza; "Zat-ül ilkah-iz zahire" meğer "çiçekli bitkiler" demekmiş! Coğrafya dersinde, "Karadeniz” yerine "Bahr-i siyah" (gülüşmeler), ‘Akdeniz" yerine "Bahr-ı sefid”. "Akdeniz adaları” yerine "cezair-i bahr-i sefid" (gülüşmeler), efendim, "sıradağlar" yerine "silsile-i cibal" (gülüşmeler) demek zorundaydık. Cevdet Kudret, edebiyattan, Divan edebiyatından örnekler veriyor, dinleyenler kahkahalarla gülüyorlardı...) Cevdet Kudret, verdiği örneklerle, gençleri, dinleyenleri kırıp geçiriyordu!
Cevdet Kudret, Batı dillerinden gelen sözcüklere de değiniyor, salon alkıştan yıkılıyordu! Cevdet Kudret, şöyle diyordu:
"Günümüzde de bu yoldaki sözcükler, konuşma dilimize kadar girmiştir: eskiden "gerdanlık'', "başörtüsü”, "yelek" derdik; şimdi, “kolye", “eşarp", “jile" deniyor. Ne güzel renk adlarımız vardır: Devetüyü, fes rengi, kavuniçi, yavruağzı, vişneçürüğü, camgöbeği, güvez diye renk adlarımız vardı; bugün, bunların yerine siklamen, oliv deniyor. Daha önce girmiş birçok sözlerin de bazıları beğenilmiyor, yenileri alınıyor onların yerine: lokanta kelimesi girmişi fakat bu halkın arasında fazla yayılınca, yüksek tabaka onu beğenmemiş, “restaurant"ı getirmiş. Şimdi, halk aşçı dükkânına gider! Orta tabaka lokantaya gider! Üst tabaka restauranta gider! Kendimiz halktan uzaklaştıkça, dilimiz de Türkçe’den uzaklaşmaktadır. Frenkçeyi aldıkça, inceldiğimizi sanıyoruz. Sözgelimi, halk ayakyoluna, aptesaneye gider, orta tabaka helaya gider, biz okumuşlar tuvalete gideriz! (gülüşmeler). Son yıllarda, birtakım sözcükler daha girdi; bazı konularda “sempozyum'lar, düzenleniyordu; yöneticilere “brifing”ler verildi; bilimsel konularda “panel"ler yapıldı. Sözgelimi 13. yüzyıl ozanı Yunus Emre için 20. yüzyılın sonunda, bir "panel” düzenlendi!" Yunus Emre'de İnsan Sevgisi" konulu bir "panel!" Bu panele ben de katıldım! (Kahkahalar, alkışlar). Birkaç yıldır, yabancı sermayeye karşı duyduğumuz sevgiyle birlikte, yabancı sözcüklere karşı da büyük sevgi duymaya ve kendi sözcüklerimizi çirkin bulmaya başladık..."
Cevdet Kudret, Atatürk'ün sofracıbaşısı İbrahim Ergüven’le yaptığı bir konuşmayı anlattı. Ergüven’in Cevdet Kudret’e söylediğine göre Atatürk, yaşamının son aylarında özellikle dil işine çok önem vermiş, bir gün şöyle demiş:
— Birçok devrimler yaptım, ama bu dil işini başarabilirsek ki başaracağız, en mühimi bu olacak!
29 Ekim 1988, Cumhuriyet