Devrim!

Bektaşi dertlenmiş:
Ramazan geldi gidiyor, evde bir damla şarap yok! demiş.
Yine, bir gün domuz camiye girmiş, caminin müezzini domuzu çıkarmak için uğraşır, ama bir türlü başaramazmış. Bektaşi, kendi kendine söylenmiş:
Softanın domuzunu görmüştüm ama, domuzun softasını ilk kez görüyorum!
Eski Beykoz İmamı Hafız Efendi, Atatürk'le ilgili bir anısını anlatmış, şöyle demiş:
“Bir ikindi vakti iskelenin yanındaki kahvede oturuyordum. Biran kahvenin önünde birkaç otomobil birden durdu. En önde duran otomobilden, o zamana kadar hiç karşılaşmamış olduğum fakat görür görmez tanıdığım Atatürk çıktı. Sevincimden şaşkına dönmüştüm. O'nun geldiği haberi o kadar çabuk yayılmıştı ki bütün Beykozlular biran içinde etrafını sardılar. Ben de kendimi toparlayarak kalabalığın arasına kanştım. O'nu çok yakından görebilmek için çok yakınlarına kadar yanaştım. Halkın sevinç nidaları uğultu halinde yükseliyor ve herkes biraz daha ileriye yaklaşmaya çalışıyordu. Atatürk etrafına baktıktan sonra halkı sükûta davet ederek:
Beykoz imamı burada mı? Gelsin de konuşalım, dedi.
Zaten tam karşındaydım. Kalabalıktan ayrılarak ileriye çıktım ve:
Buyur paşam, dedim, konuşalım.
Atatürk sol avucunda duran üzümleri bana göstererek:
Hoca, bu helal de bunun suyu niçin haram? Bize anlatsana.
Birden bire şaşırmıştım. Bu güç suale ben nereden cevap verecektim? Bir müddet düşündüm, aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Allah’tan imdat bekliyordum. Bir ara nasıl oldu bilmem, aklıma gelen bir cümle dudaklarımdan döküldü:
Paşam, karın sana helal de, kızın niçin haram?
Atatürk bu sözümü işitince hafifçe gülümseyerek yüzüme baktı ve başını sallayarak:
Hoca sen alimsin, ben softaları anyorum. Yarın saraya gel de seninle konuşalım, dedi.
Ertesi gün saraya gittim, beni karşısına oturttu, saatlerce bana Kuran’dan ayetler okutarak kendisi tefsir etti (yorumladı)."
Hacıbayram Camisi’nde okunan yatsı ezanının sadalan gelirken Hafız Efendi sözlerini bitirmişti.
O çok büyük adamdı, Allah rahmet eylesin... diye mırıldanıyor, gözlerinden dökülen yaşlar beyaz top sakalına yuvarlanıyordu. (Atatürk’e Ait Hatıralar, Nazif Külünk, sayfa 121-122).
Bu bölümü, Sadi Borak’ın “Atatürk ve Din" adlı yapıtından aldım.
Salı günü çıkan “Oruç Ayı mı Zulüm Ayı mı?" başlıklı yazı, nasıl da yankı yaptı, şaşırdım kaldım. Demek, insanlar ülkeyi saran yobazlıktan bunalmışlar, hoşgörü özlemi içindeydiler. Bir bayan okur telefon etti, kutladı:
Sayın Ekmekçi, olup bitenleri gördükçe, Müslümanlıktan çıkıyorum! dedi.
Okurlar biliyorlar, günlerdir Çankaya'nın, politikacıların verdikleri “iftar” yemeklerini eleştirdim. Bunun baştan ayağa bir din sömürüsü olduğunu yazdım. Bu, Tanrı'yı kandırmaktan başka şey değildi. Dine saygısızlıktı. Necmettin Erbakan, Çankaya'daki iftar sofrasından sonra, şunları söyledi:
“... Türkiye'de yaşananlar, Rusya'dakinden daha büyük bir devrimin gerçekleştiğini gösteriyor. Artık, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde verilen iftar yemekleri bile Kuran okunarak açılıyor. İşte Türkiye'de yaşanan büyük devrim budur. RP, bütün dünya ve Türkiye'de fiilen iktidardadır."(17.2.1995, Cumhuriyet).
Bu gerçek midir, yoksa doğum yerindeki tanımıyla “Arap hâkimin oğlu"nun her zamanki abartmalı övünmeleri midir? Bilemem. Sezdiğim bir şey, boynuz kulağı çoktan geçti. Din sömürüsü yarışına girildi mi, kimin nerede duracağı belli olmaz. Atatürk Dolmâbahçe’de Kuran okutup, yorumlarını yapıyor. Ama, bunu anılar yayımlanana değin kimse bilmiyor. İsmet Paşa'nın Çankaya’da “iftar” yemekleri verdiği görülüp duyuldu mu? Süleyman Bey de, isterse Güniz Sokak’ta, basına haber vermeden iftar verebilir, Hacı Ali'yi, Şevket’i, Yahya'yı, eşini dostunu çağınp ağırlayabilir. Nazmiyanım'ın ünlü dolmalarından sunabilir. Kimse karışamaz!..
Hacı TÖ’nün Başbakanlığı sırasındaydı; Devlet Konukevi'ndeki bir basın toplantısına ben de çağrılmıştım. Oruç ayıydı. Akşama doğru gittim. Tüm gazeteciler, bakanlar orada. Üçer kişilik küçük masalara bizleri oturttular. İki gazeteciye bir de bakan düşüyordu. Biz, Bedri Koraman'la bir aradaydık, üçüncü kişi de, o zamanki Milli Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk, Turgut Bey, basın toplantısına başladı, tam karşımda konuşuyor. Bu sırada garson geldi, herkese:
Ne içersiniz? diye soruyor. Bedri Koraman:
Ben bir cin-tonik rica edeyim! der demez, solundan bir tekme geldi. Zeki Yavuztürk:
Onu yemekte içersiniz! diyordu.
O zaman bir portakal suyu rica edeyim!
Garson bana sordu;
Cin-tonik! dedim. Bir uyarı gelmedi ama, Hacı TÖ, bööyle bana bakıyor. Herkes sorular soruyor.
Ben de bir soru sormak istiyorum! dedim.
Ne soracaksın? Sen orada keyfine bak! dedi, sor bakalım ne soracaksın?.. Kızmış mıydı?
Az sonra, Can Pulak geldi, Başbakan’a “Sofra hazır!" dedi. Sofraya geçtik. Turgut Bey, yine yakınımda, sağımda Kenan Mortan, solumda o zamanki Adalet Bakanı. Garson yine geldi:
-İçecek ne alırsınız?
Rakı! dedim. Bu kez, Kenan Mortan'dan bir uyarı:
-Abi, ne yapıyorsun?
Devrim yapıyorum! dedim. Politikacı iftar veremez, yemek verir! (Emin Çölaşan, bu olayı “Turgut Nereden Koşuyor" kitabında yazdı).
Beyoğlu'ndaki domuz işleme fabrikaları, Şişli’nin ANAP'lı Belediye Başkanı Gülay Atığ’ın buyruğuyla mı kapatılmış? Çatalca’nın DYP’li Belediye Başkanı Bayan Atığ, Şişli’ye gelince, domuzlara takmış. Neymiş? Sığırların kesildiği bıçakla, domuz kesilmezmiş. Sonra, domuzların kesildiği yerler duvarla örülmeliymiş. İlyas Lokantaları'nın sahibinin kızına bak, kızına!