Devrekli öğrencilerin sergisi...

Devrekli öğrencilerin sergisi, Ankara'da Emek 4. Caddede, Yüzüncı Yıl Endüstri Kız Meslek Lisesi'nde açılmış,24 Ekim'de. Hiç haberim olmadı. Sergiyi bakan açmış; ne basında, ne TRT'de duyurulmuş öğrencilerin açtıkları sergi.
Canım, ortaokul öğrencilerinin yapıtlarından oluşan bir sergiyi de, niye bu denli büyütüyorsun? diyenler çıkabilir, zaten önem verilmemiş ki, duyurma gereği görülmemiş.
İşin aslı pek öyle değil; Devrek ortaokul öğrencilerinin seramik, lise öğrencilerinin resim sergileri, Cumhuriyet'in altmışıncı yılı dolayısıyla, Türkiye'deki tüm okullar adına yapılmış, düzenlenmiş bir sergi.
Vecihi Timuroğlu haber verdi, böyle bir serginin açıldığını. Otobüse binip, arayıp buldum 100. Yıl Endüstri Kız Meslek Lisesi'ni. Resim iş öğretmeni Hüseyin Çağırıcı, serginin başındaydı. Söylediğine göre sergi, bugün, 31 ekim pazartesi günü sona erecekti. Ne ortaokul öğrencilerinin ne de Ankara'lıların sergiyi gezebildiklerini sanmıyordum. Yalnız akın akın, otobüslerle Ankara'nın her yanından Endüstri Kız Meslek Lisesi öğrencileri taşınıyorlardı sergiye. Kızlar gelip görüyorlardı...
Sergi önce Devrek'te açılmıştı. Devrekliler başlangıçta.
Bu da ne? diyorlardı. Çocuklarımıza, çamur pişirtip, böyle acayip şeyler öğreterek ne yapmak istiyorlar?
Okula, seramik çalışmaları için fırın kurmuştu Hüseyin Çağırıcı: Büyük yapıtlarla ilgili çalışmalar dört masada birden yapılmaktaydı.
Resim-iş dersleri seçmeli derslerdendi. Çocuklar genellikle, bir şey öğrenecekleri değil, sınıfı kolay geçecekleri dersleri seçmeli olarak yeğliyorlardı. Oysa, seçmeli derslerle öğrenci, bir beceriye kavuşturulabilirdi. Resim yapmak için ille Bedri Rahmi olmak gerekmiyordu. Herkes, yeteneğiyle, birçok şeyi yapabilirdi. Yeni seramikçiler neden yetişmesindi?
Bunun yanında Devrek’te daktilo, otomobil üzerinde çalışılıyordu, elektrik kaynağı yapıyordu öğrenciler. Seramik sergisinde, yapıtları sergilenen öğrenciler, okuldan sonra öğrenimlerini sürdüremezlerse seramikçi yanında çalışabilirler, ekmeklerini kazanabilirlerdi...
“Terzi kalfası”, “kaportacı kalfası" gibi uğraşlarının yanında, “seramikçi çırağı", “seramikçi kalfası" gibi uğraşları da duyacaktık…
Sergi bugün sona eriyordu, dedim, öğretmen Hüseyin Çağırıcı bunu yeterli bulmamıştı. Acaba, Ankara'da bir başka salonda sergi sürdürülemez miydi? Türk-İş yöneticilerine gitti, salonları olup olmadığını sordu. Türk- İş yöneticileri;
Salonumuz var, öğretmen ve öğrencilere de parasız verebiliriz. Ancak, bakanlığınızın izni gerekli... dediler.
Hüseyin Çağırıcı, bakanlık yetkililerine başvurdu; bir haftalık sürenin yeterli olmadığını, izin verirlerse bir başka salonda, Devrekli öğrencilerin yapıtlarını sergilemek istediğini bildirdi.
Cumhuriyet'in altmış yılını, çokça öğrencilerin yaptıklarıyla tanıtmaya çalışıyoruz. Bari onu doğru dürüst tanıtalım.
Devrekli öğrencilerin seramik ve resim sergileri, gerçekten düşündürücü, "iş eğitimi”ni anımsatıyor; bir işi severek, öğrenerek yapmayı bir eğitim sistemi olarak düşündürüyor. Köy Enstitüleri'nde yapılmak istenen, yapılabildiği ölçüde yapılan buydu. Koca Tonguç, Koca Yücel, nice eğitimciler yaşamlarını buna vermişlerdi. Bu enstitüler kapatılıp, üstüne toprak örtüldükten yıllar sonra, Devrek'te bu toprakların pişirilip “seramik”ten birer sanat yapıtı olarak fışkırdığını görüveriyorsunuz, heyecanlanıyorsunuz.
Devrekli öğrencilerin seramik çalışmaları, neden böyle heyecanlandırdı, diye düşündüm. Birincisi usuma, genç oluşları geldi. Atatürk'ün Cumhuriyet'i koruma görevini gençliğe bırakışı geldi. Yaşlılar dururken acaba niye gençliğe bırakıyor? Doç. Dr. Sina Akşin, Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı yayınları arasında çıkan “Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk" adlı yapıtta, yazdığı “Mustafa Kemal Atatürk'ün İktidar Yolu” incelemesinde aynı konuya değiniyor, şöyle diyor;
"...Atatürk, çağdaş demokratik bir toplum yaratma işinin uzun vadeli bir mücadele işi olduğunu bildiği için, “Cumhuriyet'i gençliğe emanet etmek" gibi bugün hâlâ, kendilerini "Atatürkçü" ilân eden bazı yaşlı çevreleri içlerinden şaşırtan bir davranışta bulunmuştur. "
Siyasal parti liderleriyle yapılan açıkoturumları, basın toplantılarını eleştirdim. Ancak bunların yararsız olduklarını söylemedim, iğnelediğim Hüsamettin Çelebi'yi gördüm;
—Dostluğa devam, dedi. Sevindim.
Bu açıkoturumlar, yine çeşitli konularda, yapılmalıdır. Örneğin, Cumhuriyet'in altmışıncı yılı dolayısıyla, TV'de, "Altmışıncı yılda gençliğin sorunları" tartışılmalıydı. Politikacılar, gençlik sorunlarını “laf ebeliğiyle" geçiştiriyorlar gibi geldi. Cezaevlerini dolduran bunca genç ne olacak? Topluma bunlar nasıl kazandırılacak?
Cezaevlerinde yatanların çoğunun arkadaşları var dışarıda. Zaman zaman, söylüyorlar;
Biz bilinçsizdik, onlar da bilinçsizdi! diyorlar. Yanlışlarının ayrımındalar. Ancak şunun da bilincindeler;
— Ceza vermek, topluma kazandırmak için, gençliği yetiştirmek için yeterli mi?
Türk toplumunun içinde bulunduğu durumu da kendi kendilerine tartışıp değerlendiriyorlar. Neden bu işsizlik? Dediklerinde karşılığını veriyorlar:
Nüfus çok, iş alanı yok!
Bir parti lideri, yeni üniversiteler açacaklarını söylemiş, bir genç karşılık veriyor dinlerken:
Peki, o üniversiteyi bitiren iş bulabilecek mi?
Cumhuriyet’in altmışıncı yılında, bunları oturup tartışmanın tam sırasıydı...