Devlet Zoruyla Sevgi...

Ömer Asım Aksoy geçtiğimiz hafta salı günü mide kanamasından, Ankara Trafik Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Nöbetçi doktorla konuştum:
— Kanaması durdu, durumu şimdi iyi. Ara sıra ateşi oluyor... dedi.
Türk diline yıllarını vermiş, Ömer Asım Bey’in bir an önce sağlığına kavuşmasını diledim.
Bu “Ankara Notları”nda, Anadolu'ya giden genç doktorlara değinmek istiyorum. Doktorlara, iki yıl süreyle Zorunlu Hizmet Yasası çıktıktan sonra, çeşitli yerlere gidenler, ilginç İzlenimler edindiler. Azından, insanlarımızı, o yörelerde yaşayanları yakından gördüler. Köylerde, kasabalarda kurulan sağlık ocaklarına atanan genç doktorlar, insanların davranışlarına, sevgilerine şaşıp kalıyorlardı. Anlatacağım olay, Güneydoğuda geçti...
Birkaç köylü geldi, yanlarında muhtar da vardı. Doktor muayene etti, ilacını yazdı. Köylü sordu:
—Doktor bey, ihtiyacımız nedir?
— Anlamadım, ne ihtiyacı?
Muhtar araya girdi, doktora:
— Yani, muayene ücreti ne kadar? demek istiyor.
— Muayeneye ücret olur mu? Devlet bizim gereksinimimizi karşılıyor!
— Öyle şey mi olurmuş? diyorlardı. Doktor, para almadan adamı muayene mi edermiş? Bir sınır kapısında, doktorun cebine dolar koymaya çalışıyorlarmış...
Doktordan çok, onlar şaşırıyorlardı. Belki, ilk kez görüyorlardı doktoru.
Bazı genç doktorlar kıvranıyorlardı üzüntüden. Doktor var ama, eczane yok. Hasta, yazdığı ilacı almak için kırk kilometre uzaktaki eczaneye gidecek. İlacı ya bulacak, ya bulamayacak.
Milliyet'te önceki gün Yılmaz Çetiner, doktorlara getirilen zorunlu hizmetin aksaklıklarına değiniyor, haklı olarak eleştiriyor. Ne hemşire, ne hastabakıcı var! Sağlık ocakları ona göre...
Ama, bu insanlara da doktor gerek. Doktorların da onurlu yaşatılmaları gerek. Bir sağlık ocağına atanan genç doktorlardan biri, uzakta bir yere hastaya bakmaya gitmiş. Dönüşte, kaymakam sormuş:
— Benden izin almadan niye gittin?
— Hasta bakmaya gittim!
Doktor gözaltına alınmış, saçları kesilmiş!
Köy enstitülerinde sağlık bölümleri de vardı. Bu kuruluşlarda eğitim gibi, köyün sağlığı da düşünülmüştü. Buraları bitiren köylü çocukları, yıllarca köylere, köylülere hizmet verdiler. Aradaki büyük kopukluktan sonra, genç doktorlar, halk ile iç içe. Sıkıntılar, aksaklıklar ne olursa olsun; onu yakından tanıyabilmek için her şeye katlanmaya değer.
Öğretmenler, Anadolu'nun en çilekeş kamu görevlileridir. Tonguç’un dediği gibi, her köyde, mezarı olan tek kamu görevlisidir o. Büyük eğitimci Tonguç, şöyle demişti:
— Köy mezarlığında aydınların da mezarı bulunmadan, bu ülkenin kurtulması olanaksızdır...
Baba Tonguç bu sözleriyle, aydınların halktan uzak kalışlarına dikkati çekiyordu...
24 Kasım Öğretmenler Gününde, Milli Eğitim Bakanı Sayın Sağlam’ın, o bayram gününde, beş bin dolayında öğretmenin görevine son verildiğini açıklamasına üzülmedim desem, yalan olur, öğretmene, sağlıkçıya öylesine gereksinim var ki. Emekliliklerine çok az kala, görevlerinden uzaklaştırılmış öğretmenler var. Bunlar, çeşitli ihbarlar, türlü nedenlerle uğraşlarından uzak tutuluyorlar, öncelikle, bu durumda olanlar ele alınmalı, durumları bir daha gözden geçirilmeli...
Anadolu'ya pek çok kamu görevlisi gönderiliyor. Çeşitli uğraşlardan kişiler bunlar. Bulundukları yerlerde, yeni dostluklar kuruyorlar.
Ağın'lı Osmanlı Ağa'nın fıkrasını anlattı bir arkadaşım. Şöyle:
Osman Ağa, yaz sıcağında ramazanda oruçluymuş. Tarlada ekip biçiyormuş. Sıcaktan, ter içinde, ekin demetini kavramış orağı demete çalarken, gözlerini yukarı kaldırarak:
— Gelecek yıl, orucu zor tutturursun bana! demiş.
Osman Ağa:
— Böyle giderse, gelecek yıla kalmam, ölürüm! demek istiyormuş Tanrı'ya...
***
Genç yazarımız Rıfat Ilgaz'ın 55. sanat yılını yürekten kutluyorum. Ankara Notları'ndan sevgiler saygılar sunuyorum...