Deveyi Havuduyla Yutanlar...

İstanbul’da oturan 81 yaşındaki Cumhuriyet okuru Sacit Öğe’nin mektubu beni düşündürdü. Özetle şöyle diyor Öge:

“Sayın Ekmekçi,

Üç kuşak Cumhuriyet okuyan bir ailenin ikinci kuşak bireyiyim. Bu gazeteyi okumak yüzünden DP ve AP dönemlerinde devlet işletmelerindeki memuriyetim sırasında başıma gelmedik kalmadı. En sonunda erken emekli oldum ama, gazetemden vazgeçmedim.

Sayın Ekmekçi, zamanınızı alacağım için beni lütfen bağışlayın. Son zamanlarda hepimizi olduğu gibi beni de meşgul eden bir sürü konu, sorun haline gelince dertleşecek bir ‘bilen kişi’ gerekti ve aklıma önce siz geldiniz.

Uzgöreçte izlediğimize göre 550 mevcudu olan BMM’de sıralar sürekli boş. Memleketin önemli konuları için çıkarılacak yasa görüşmelerinde hatipler boş sıralara konuşuyorlar. Oylama için mevcut bulunamıyor. Peki bu insanlar nerede? Bu kişileri askerlik görevi gibi bir yükümlülükle oraya götürmüyorlar ki. Hepsi büyük uğraşlarla seçiliyorlar. Şöyle arada sırada uğrayanlar da dinlemek yerine yanındaki ile sohbeti yeğliyor. Ayda 240 milyon aylık alan bu sayın milletvekillerinin aslı görev yerleri Meclis değil mi? Bunlar göreve gelmezler mi? Hepsi seyahatte mi?

73 yılda kaç bin kişi milletvekili oldu. Bunlardan bir dönem milletvekili olanlar son zamla 84 milyon TL emekli aylığı alıyor. Ölürse dul eşler, evlenmemiş kızlar bu aylığa hak kazanıyor. Milletvekili olup görevini sürdürenler eğer önceki hizmetinden emekli olmuş ise ayrıca emekli aylığını da almaya devam ediyor. Biz çok zengin(!) bir ülke olduğumuz için böyle bol keseden ödeme yaparız. Ama Polonya’da seçimi kaybeden devlet başkanına bile ancak bir yıl aylık veriliyor. Sonra ‘Başının çaresine bak’ diyorlar.

Acaba bu tür aylık alanın mevcudu nedir? Emekti Sandığı’na yüklediği külfet ne kadardır?

Diğer tarafta asıl vatandaşlar en az 25 yıl çeşitli badireler içinde politikacıların kaprisleri ile boğuşarak emekli oldukları zaman ölmeyecek kadar verilen aylıkla bu seferde yaşam savaşı veriyorlar. Hukuk devleti diyoruz, bunun adaleti nerede?

Ormanları yakanların gözleri kör olsun! Bunca yıldır ormanlarımız yanar, yakılır. Yaz ayları geldiği zaman en büyük derdimiz bu olur. Sık sık makam arabalarını son modelleri ile değiştirmelerini usul haline getirenlerin zevki yerine bu iş için ayrılan milyarları orman yangınlarına karşı araç ve gereçlere ayırabilseler böylesi içimiz yanmayacak.

Kurban bayramlarında kesilen kurbanların derilerini THK’ye vermemek için uğraşanlar, yanan ormanları THK uçaklarının söndürmek için nasıl çalıştıklarını görünce hiç utanmadılar mı? Hiç üzülmediler mi? Hiç vicdanları sızlamadı mı?

Büyükk Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin getirdiği nimetler arasında, bize göre dünyanın en mükemmel eğitim ve sosyal hizmet müesseseleri olan Köy Enstitüleri ve Halkevlerinin kapatılması kimlerin marifeti? O zamanın seçilmiş kişileri değil mi? ‘Şeyhin kâğıdını’ hükümetin sandığına oy diye kim artırabilirdi?

Hal böyle iken, bize ümit vermesini beklediğimiz sol partilerimiz önce miras kavgasına başladılar. İki kardeşin didişmesi gibi. Bu memleketin konuşulacak başka konuları yokmuş gibi birbirlerine saldırıp yıpratmayı adet haline getirdiler. İşte onların bu halleri yandaşlarını ikisinden de soğuttu. Sol’a İnanmış vatandaşlar, memlekette ne kadar sol parti varsa birleşmesini ve ülkemizin daha aydınlık yarınlara ulaşmasını istiyor. Cumhuriyete, devrimlere sahip çıkılmasını istiyor. Ama sayın başkanlar oralı değil. Son seçime gidilirken seçmenler sol partiler için ‘Bunlar birbirlerini yiyorlar. Bu parçalanmış halleri ile hiçbir yararları olmaz’ diyerek oylarını esirgediler. DSP’nin biraz fazla oy alması kesin olarak geçicidir. İzlenimimiz o ki, Sayın Ecevit iktidar olmaktan korktuğu için partisini rölantide tutarak işi idare ediyor. CHP de kibrit alevi misali beyanatlarla işin kolayına kaçıyor. Peki, bu insanlar memleketimizin halini görmüyorlar mı? Bu memleketi sevmiyorlar mı? Bunlar onların sorumlulukları içinde değil mi? Eğer memleketi ve görevlerini sevselerdi zaman geçirmeden kendilerine yakın olan seçmenlerinin istekleri doğrultusunda birleşme atağına kalkarlardı. Ama bu aymazlıkları sürerse ilk seçimde büyük bir hüsran onları bekliyor. Bu bir kehanet değil. Görünen köy kılavuz istemez. Tek çare yeni bir başkanın öncülüğünde birleşmektir. Yıpranmış başkanlar, güvenlerini yitirmişlerdir. Bu gidişin sonucu kimlere yarar sağlayacaktır, bilmem söylemeye gerek var mı?

Beyefendiler, kalkın, kımıldayın, silkinin! diye bağırasım geliyor.

Hani bir söz vardır: ‘Sultanahmet’te dilen, Beyazıt’ta sadaka ver.’

Biz bir âlem olduk. İç ve dış borç gırtlağa kadar. Ama hovardalığa geldi mi diz boyu. Kızılay TIR’lar dolusu malzemeyi Kuzey Iraktaki Kürtlerden, yardım isteyen Türk devletlere, oradan Bosna-Hersek’e kadar geniş bir alana gönderiyor. Şimdi Bosna-Hersek’teki Mostar Köprüsü’nü yapacağımızı ve Bosna’nın imarı için 20 milyar dolar yardım yapacağımızı yetkililerimizin beyanatlarından vaat olarak duyuyoruz. Çok iyi... Ancak şu TIR’ların bir kısmı bizim doğu bölgemizdeki yoksullara gönderilse, köprüsüzlükten derme çatma sallarla veya ipten yapılmış köprülerden hayatları bahasına geçen yurttaşlarımıza mükemmel olmasa da sağlıklı köprülerini yapmayı öncelik olarak kabul etsek olmaz mı? Avrupa’nın göbeğindeki bu ülkeye kimlerin yan, hangi ülkelerin ne yaptıklarını anlatsalar da anlasak. Eminim ki paralı onarıma sıra geldiğinde biz en sonda geliriz.

Bugün millet politikacısına güvenmez, geleceğine kuşku ile bakarsa bu işin sonu ne olur? Dünya bizi bizden daha iyi izliyor. İyice zayıflamamızı, bölünmemizi bekliyorlar. Çünkü bu senaryoyu onlar idare ediyor. Gün geçmiyor ki deveyi havudu ile götürenler gazete başlıklarında yer almasın. Bir taraftan yakıyorlar, bir taraftan soyuyorlar, bir taraftan bölmeye çalışıyorlar... İnsan nasıl isyan etmez? Şimdi de yurdumun taşını toprağını satışa çıkardılar. Hem de kimlere...

Sayın Ekmekçi, inanın biraz hafifledim. Size sağlık, mutluluk dileklerimle en derin saygılarımı sunarım.”