Taşlama ustası Mustafa Eşref, bu yıl ‘Uluslararası Atatürk Barış Ödülü'nün Kenan Bey'e verilmesi üzerine, şu dörtlüğü yazdı:
“Dişinin kovuğuna bite yetmez Paşa’nın/Bu çağda kırk milyona bir gecelik keyf derler/Barış ödülü imiş, yok devenin pabucu/Eskilerin diliyle buna ’hakk-ı seyf' derler."
"Seyf” Arapça bir sözcük, “kılıç" demek, ödül, kılıcının hakkı olarak verilmiş oluyor. Barış değil de savaş ödülü gibi. Heeyyyt! Ayrıca verilen kabartma levhanın da “attın kaplama" olduğu açıklandı. Ne yani? Kenan Bey, para pul düşkünü mü ki böyle yapılıyor. Tenekeden olsa ne olurdu?
Kenan Bey'e kırk milyonluk ödül verilir de Türk Dil Kurumu’nun kapanmasından sonra buraya çöreklenenler boş dururlar mı? Onlar da arpalıktan paylarını almalıydılar. Eski TDK döneminde basımları yapılan “Türkçe Sözlük”ün yeni bir basımında, insanı şaşırtacak paralar istediler. İstekler, Suat İlha’ın önüne gelince, Suat Paşa, bir ölçüde, bunları önlemeye mi çalıştı?
Bu sözlüğü siz yazmadınız ki eskisinin üzerinde oynadınız. Yeni bir sözlük gibi para alamazsınız...
İstekler kursaklarda kaldı mı? Ama söylentiler durmadı. Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu yöneticilerinin adreslerine, “Atatürk’ün Mirası Yağma Hasan’ın Böreği” başlıklı mektuplar gönderildi. Bunlardan birkaç tümceyi aktaralım:
“Bu ne vurdumduymazlık, bu ne cüret, bu ne pervasızlıktır. Bunlar kime güvenerek devlet malını çarçur etmekte, Atatürk’ün mirasını Yağma Hasan'ın böreğine çevirmektedirler? Yazıktır, günahtır, en hafifi ile ayıptır. Değil çok büyük Atatürkçülere (!), devlet mefhumunu bilmeyenlere bile yakışmaz.
Daha geçen yıl baştan sona restore edilen, tuvaletlerinden çimlerine kadar yenilenen, sonra altı ay geçmeden aynı tuvaletlerin söktürülüp milyonlarca liraya yeniden yaptırılması, basında tenkit edilen bu kurumda, badana, boya, tamirat, tadilat... vb. işler hiç bitmeden aynı hızla devam etmekte, biteceğe de benzememektedir. Hiçbir kurumda bu kadar tadilat, tamirat görülmemiştir. Bunlar bir virane mi devralmışlardır ki bu kadar restore etmektedirler. Zaten eksiği yok, fazlası var. Şık bir bina idi. Öyle ki boş kaldıklarında ya giriş kapılarını ya müracaat memurunun oturduğu bölümü sökmekteler ya yemekhaneyi yeniden inşa etmekteler ya da bahçe düzenlemesi yapmaktalar.
Bu kurumun bu kadar çok para harcamasının esrarı, bir müteahhite yapılan âlemlerle çözüldüğü gibi.
Kurumun bütün ihaleleri her ne hikmetse (!), yaptığı işlerin kalitesizliği bu işlerden hiç anlam ayanlarca bite hemen anlaşılan, piyasada sekizinci sınıf bir müteahhit iken bu kurum sayesinde köşeleri dönmekten yuvarlanan bu müteahhide verilmektedir. Bu müteahhidin sevgilileri ve kurum yetkilileriyle gece âlemleri herkesçe bilinmektedir. Bu âlemlerin biri de geçen günlerde yapılmış, alkollü vaziyette sevgilileriyle Konya-Ankara asfaltında hız yapma sevdası uğruna sevgililerden biri can vermiştir. Gölbaşı jandarması olaya el koymuştur.
Bu müteahhitle yapılan sözleşmelerde, yaptırılacak işler ve bedel, önceden belirlenmiş iken hiç yoktan her defasında “ilave işler yapıldı" gerekçesi ile bu bedel iki üç misline yükselmiş, bu paranın kurumda bu işleri yaptırmakla görevli olanlarca de paylaşılarak bir şebeke halinde çalışıldığı söylentileri ayyuka çıkmıştır. Bunlar, hiçbir kamu kuruntuna misali olmayan bir şekilde oluşturulmuş komisyon ve görevlilerden teşekkül ettirilmiştir. Şöyle ki Satınalma Komisyonu Başkanlığı Tahakkuk Memurluğu, idari ve Mali işler Daire Başkanlığı, aynı şahısta toplandığı gibi Satın Atma Komisyonu'nun diğer üyeleri de idari ve Mali İşler Daire Başkanlığı mamurları arasından seçilmiştir. Sayman da bu daireye bağlı olarak çalışmaktadır.
...Kurumun para işleri ile ilgili olanları hakkında yine aynı kurum personelinin yazılı rüşvet şikâyetleri bulunduğu halde, özel arabasını piyasada yaptırıp parasını, kurulun arabası yapılmış gibi, kuruma ödettiği, kurumdaki hizmetli sayısı her geçen gün arttığı halde, temizlik işlerinin piyasaya yaptırıldığı, kurumun para ile ilgili en yetkililerinden birinin, Büyükşehir Belediye Başkanı'nın ödül aldığı kooperatifte yapılmakta olan evinin aksesuarlarının anılan müteahhit tarafından bedelsiz yaptırıldığı kimsenin kimseye günahını bile bedava vermediği bu dönemde, nazarı dikkati epeyce celbetmektedir." Söylentilerle dolu mektup, şöyle sona eriyor:
“Büyük Atatürkçülerle (!) dolu bu kurum yakında kuruluşunun altıncı yılını kutlayacak. Bütün bu kutlamalar, Atatürk düşmanlarına lüzum kalmadan, Atatürkçülüğü dejenere etmeye kâfi gelecektir"
Eski Türk Dil Kurumu, 12 Eylül'ün Havacısı Tahsin Bey'in hazırladığı bir önerge üzerine kapatılmıştı. Kara Mustafa Paşa gibi o da Merzifonluydu. Merzifonlular, şöyle diyorlardı:
—Merzifon'dan iki paşa çıkmıştır: biri Kara Mustafa Paşa, öbürü Hızlı Tahsin Paşa!
12 Eylülcüler, gelir gelmez TDK'nın tüm hesaplarını didik didik etmişler, tek kusur bulamamışlardı. Ancak kuzuyu yemeyi kafalarına koymuşlardı, yediler...
Atatürk’ün vasiyetini yerle bir eden 12 Eylülcüler, “Dil Derneğinin kuruluşunu engelleyemediler. Engellemek için her şey yapıldı, ama olmadı. Dil Derneği, yargı kararıyla çalışmalarını sürdürdü. Dört yıl bitti, beşinci yıla girildi. Dil Derneği'nin 21 Temmuz 1990 Cumartesi günü, ikinci olağan kurultayı Ankara'da toplanacak. Kurultay'da, yeni yöneticiler seçilecek. Bu seçimlerde adaylığımı koymayacağım. Geçen hafta yaptığımız toplantıda, Türkçe sözlüğün basımını karara bağladık. Sözlük parasını, sözlük çıkmadan, önceden yatıranlar, indirimden büyük ölçüde yararlanacaklar. Dil Derneği, şimdi çarçur edilmekte olan Atatürk'ün parasıyla değil, üyelerinin, derneği yaşatmak isteyenlerin parasıyla ayakta duruyor. Duracak. Ayrıca, yazım kılavuzunun yeni baskısı yapılıyor. Çağdaş Türk Dili Dergisi, 28 sayıya ulaştı, iç açıcı bir haberim daha var:
Tarihçi Prof. Afet İnan, ölümünün beşinci yılında, Ankara'da yarın anılıyor. Afet İnan adına konan ''Tarih Ödülleri”, araştırmacı Zeki Sarıhan, Uygur Kocabaşoğlu ile Cemil Koçak'a verilecek...
29 mayısı “İstanbul'un Fethi" diye kutlar dururlar. Doğru, İstanbul 29 Mayıs 1453‘te Fatih Sultan Mehmet'çe fethedilmiştir, ama 16 Mart 1920'de elden gitmiştir, işgal edilmiştir. İstanbul'u yeniden kazandıran Atatürk'tür. O nedenle, 6 Ekim 1923'ün kutlanması gerekir. Atatürk'ün kurtarışını anmak istemeyip de 29 mayısı kutlayanlar, gizliden gizliye padişahlığı yaşatmak isteyenlerdir. Bu da sezilmiyor sanmasınlar. Osmanlı'nın fethedip de elden çıkan nice yerler için kutlama törenleri düzenleniyor mu?
31 Mayıs 1990, Cumhuriyet