İlhan Selçuk’la konuşurken şöyle der:
-Ekmekçi, kendine iyi bak, sen Cumhuriyet'e lazımsın!
Şişinirim kendimce; “Demek ben Cumhuriyet'e gerekliymişim! Ben olmasam Cumhuriyet çıkmaz!" Sonra, hemen toparlanırım.
-Hop hop aslanım, kendine gel! Sen Cumhuriyet'e gereklisin dedilerse, o denli uzun değil. Bu Cumhuriyet gazetesi, şimdiye dek kimlerle çıktı, ne Ekmekçiler gelip geçti.
Çalışanların tümü Cumhuriyet'e gereklidir, herkes orada kendi görevini yapar. Milliyette çalışırken de öyleydi, “Sen Milliyetin direğisin!" derlerdi. Ercüment Karacan, Milliyetin sahibi, bir gün şöyle demiş:
-Evet, Ekmekçi öyle, ama Ekmekçi'yi Ekmekçi yapan da bu gazete, unutmayın.
Üç yıl önce ölen Cemalettin Ünlü şöyle derdi:
-Büyük gazeteci yoktur, büyük gazete vardır.
Arkasından sorardı:
-Senin kartvizitin var mı?
-Var!
Benim yok. Ben kartvizit bastıramıyorum, elin oğlu kırk sayfalık, elli sayfalık gazete çıkarıyor. Onun için söylüyorum, "Büyük gazeteci yoktur, büyük gazete vardır!"
Cemalettin Ünlü, durur eklerdi:
Öyle de, bu kuralın bir ayrıcalığı var, sen ayrıldın Yeni Ortam battı ulan!
Yine de şişinmezdim. Benim ayrılmam, neden bir gazetenin batmasının nedeni olsundu?
SHP'nin Parti Meclisi üyesi, eski İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan'ı aramıştım. Konuşuyorduk, şöyle dedi:
-Politikacıya musallat olabilen hastalıklardan en önemlisi, kendisini vazgeçilmez sanmaktır. Kendisine bir hedef koyar: "Ben genel başkan olacağım", "Ben genel sekreter olacağım", "Ben Maliye Bakanı olacağım!" Neyse, bu o derece kendisinde bir saplantı haline gelir ki, Türkiye'nin çıkarı, belki insanlığın çıkarı, artık kendisinin o mevkiye gelmesi ile kaimdir. O yüzden, onun o mevkiye gelmesini önleyen her şey. aslında bir ihanettir. Böyle görür, böyle davranır. Farz edelim ki. ben kendimi Türkiye’yi kurtaracak maliye bakanı gördüm, partinin içerisinde, bir maliyeci bir parçacık sivrildi mi. bu felaket! Türkiye için korkunç bir şey. Oysa ben. artık Allah'ın emriyle Türkiye'nin en mükemmel maliye bakanıyım. Onun için, onun ayağını kaydırmak, onu uzaklaştırmak, ona tuzak kurmak mubahtır, ahlaksızlık sayılmaz. Çünkü, Türkiye'yi kurtaracağım ben. Böyle bir görüştür egemen olan.
(Mehdi gibi bir şey! Bu benzetme Tekin İleri Dikmen'in).
SHP’nin 25-26 haziranda yapılan 1988 kurultayını anımsıyorum. O kurultay için 'görkemli' sözcüğünü kullanmıştım. Ahmet İsvan anlatıyor kurultayı:
Biliyorsunuz 1988 kurultayının amacı, İnönü'yü genel başkan, Baykal’ı da genel sekreter yapmaktı. Büyük heyecanla orada toplaştık. Ben daha önce hapislerdeydim ya, ilk kez katıldığım kurultaydı bu. Parti meclisi seçimlerinde en yüksek oyu da almıştım. Deniz Baykal kürsüye çıktı, dakikalarca alkışlandı... "Nerede kalmıştık?" dedi, SHP'nin, CHP'nin devamı olduğunu anlatan çok güzel bir sözdü. Bunu, ondan sonra yeniden CHP'yi kurmasının abesliğini (yararsızlığını) söylemek için anlattım. Baykal bunu, kurultayda kim varsa, herkesin önünde söyledi. Üstelik yıllarca genel sekreterlik yaptı. Tabii, hepimiz görevlerimizi, CHP'nin devamı olduğumuzu düşünerek yapıyorduk. Tabii, genel başkanlığı üçüncü kez kaybedip, umudunu yitirdikten sonra, önüne çıkan bir fırsatta, hemen çok yanlış değerlendirdi. Pekâlâ. AP’de olduğu gibi, CHP’de de 'aç-kapa' yapılabilirdi. öyle olmadı, parti kurdular. Partinin başında kim varsa. SHP de aradıkları yeri bulamadıkları için oradadırlar. Biri, dışişleri bakanı olsaydı, tamamdı işi. ötekiler genel sekreter olsalardı tamamdı. Bu yüzden bu ayrılığı yarattılar. Şimdi de 'altı ok davasını açmışlar. SHP'nin ambleminde 'altı ok’ varken, kendisi genel sekreterdi. SHP'nin. CHP'nin devamı olduğunu kim bilmez. Altı ok’ davası, ne kadar çocukça, ne kadar yanlış. Küçük işler bunlar...
SHP'nin o 'görkemli' kurultayını izlemiştim. Deniz Baykal, şöyle diyordu:
-... Kurultaya bir ikinci mesajım da şudur: Etiyle kemiğiyle Deniz Baykal'ı örgüte emanet ediyorum. Alın, ister kullanın. ister atın, ister genel sekreter olarak, isler parti meclisi üyesi olarak, ister grup başkanvekili olarak, nasıl isterseniz öyle kullanın!
Hikmet Çetinkaya'nın kurultaydan yazdığı izlenimlerde. Deniz Bey in ilginç sözleri de yer alıyordu. Şöyle diyordu Deniz Bey:
-... Uzun yıllar muhalefette kaldık. Uzun yıllar bir protesto hareketi, bir reddiye hareketi gibi kendimizi algılamak bizde bir muhalefet ekşimesi yaratma tehlikesini taşımaktadır. Ekşi bir muhalefet, dudak büken, şikâyet eden, beğenmeyen. farklılaşmaya çalışan bir muhalefet olma tehlikesi taşıyabilir. Karşınızdaki siyasal partilere dudak bükerseniz, onları küçümserseniz, onları karşınıza alıp alay ederseniz, bir süre sonra o yetmez olur. O sizi farklılaştırmaya yetmez olur...
Çok geçmedi, CHP'nin bir yasadan yararlanarak mirasına konan Deniz Bey. şimdi her şeyi kullanma sevdasına düştü. Kamuoyunda saygınlığı olan kim varsa, onları harcama yoluna gitti.
Söylendiğine göre kimi aday olmak istememişken eski deyişle 'emrivaki' ile yani ‘oldu bitti’yle aday göstertti, hakkı yoktu bunlara. CHP'nin mirasına konmaya hakkı olmadığı gibi, 70yıllık CHP’yi kullanan, kimleri kullanmaz ki? Bu, artık ekşimek de değil, kokuşmak'