Ramazan geldi ya, üstü kapalı laikliğe aykırı davranışlar başladı. Bir örnek: Güneyde A…… ilinde D……. Bölge Şefi M.B., dairede sigara içilmesini yasakladı. Şöyle dedi:
Bu dairede sigara içmek yasaktır. Koridorda da içemezsiniz. Rusya’da değiliz, burası Müslüman bir ülke...
Haydi, A…….. ilinde durum böyle, Ankara’da birçok kamu kuruluşunda, memurlara öğle yemeği kaldırıldı. Maliye Bakanlığı’nda, “tabldot” bir ay boyunca yok. Çalışma Bakanlığı'na bağlı kuruluşlarda da... Bazı kuruluşlarda kitabına uyduruldu yemek yasakları, “onarım var” filan denildi. Kimi yerlerde de, memurların ucuza yedikleri iki üç kap yemeğin fiyatı dehşetli artırıldı:
Efendim, personelimizin çoğu oruçlu. Az yemek yiyen var, maliyet yüksek oluyor, ondan...
Bunların çoğu, laiklik ilkesini gizli gizli çiğnemektir. Oruç tutana kimse karışmıyor, tutmayana da karışılamaz...
* * *
Metin Toker'in, pazar günü Milliyet'te çıkan “14 Mayıs'tan 27 Mayıs'a" başlıklı yazısı ilginçti. Yazısının bir yerinde şöyle diyordu. Toker:
“Bayar, Menderes ve arkadaşları çok partili rejimin faziletine, hatta Türkiye için lüzumuna hiçbir vakit inanmamışlardır. Onu, kendilerini iktidara fırlatacak bir tramplen güzüyle görmüşler, yerini onlara bırakan İnönü'yü aptallıkla damgalamışlardır. "Biz o aptallığı yapmayız" sözünü, eski tek parti içinden yetişmiş ve onun ötesine geçememiş yeni DP’li çevreden defalarca duymuşumdur...”
Celal Bayar'a, gezilerinde gazeteci olarak eşlik etmekle de tanınan, bu yüzden, onu iyi tanıdığını sandığım Metin Toker, yazısının bir yerinde de şöyle diyor:
“Çok partili rejime darbe 27 Mayıs’ta olmamıştır. Çok partili rejime darbe Bayar, Menderes ve en sadık arkadaşları tarafından kurulan Tahkikat Komisyonu’dur. 27 Mayıs ancak bir karşı darbedir ve çok partili rejimin, o sivil cuntanın elinden kurtarılması öyle kabil olmuştur. Tahkikat Komisyonu, CHP'yi kapatıp Millet Partisi’yle göstermelik bir erken seçim yapma ve tekrar CHP’nin yerini bu sefer DP'nin alacağı tek parti sistemine dönme planının ilk adımıydı. 27 Mayıs buna karşı asker-sivil direnmenin sonucu olarak patlamıştır... Bayar, Menderes ve arkadaşları, "Tahkikat Komisyonu darbesi"ni başlatmasalardı, 27 Mayıs ya olmazdı, ya başarı kazanamazdı...”
Metin Toker, bu yazısında ilginç şeyler söylediği için, "Ankara Notları”na aktarmak istedim bir bölümünü...
27 Mayıs öncesi günleri, "Vatan" gazetesinin Ankara muhabiri olarak yaşadım, izledim. Bir hemşerim milletvekili vardı, A. K. Konyalı olduğu halde, Zonguldak'tan DP'den milletvekili seçilmişti. Çoktan öldü. DP'nin hızlı milletvekillerindendi. Bir gün, Kızılay'da karşılaştık, konuşuyorduk. İsmet Paşa'ya ateş püskürüyordu:
Bir gün, dedi, İsmet Paşa'yı Kızılay’da şu direğe asacağız!
27 Mayıs öncesi olayların en önemlilerinden biri, 21 Mayıs 1960 cumartesi günü Harbiyelilerin yaptıkları yürüyüştü. Herkes ayağa kalkmıştı. Yürüyüşü, katılarak izliyordum. Muzaffer Yurdakuler'den dinledim. O gün Malatya Milletvekili Nüvit Yetkin, İsmet Paşa'ya getir şöyle der:
Paşam, Harbiye yürüyor.
Paşa, sakin ve üzgün:
Sevinmeyin, sevinmeyin; der, bir ihtilal geliyor... Ben ihtilalden gelmiş adamım. İhtilal geldi mi, nasıl gideceği belli olmaz. Ben demokrasiyi kurmaya çalışıyorum...
Bunları Muzaffer Yurdakuler’e, Nüvit Yetkin anlatır. Yurdakuler’le konuşuyorduk, şöyle dedi:
Şimdi herkes diyor ki, "27 Mayıs'ı İsmet Paşa tahrik etti.” Bizim bütün korkumuz, hareketimizi İsmet Paşa'nın duymasıydı. Duyarsa, ne mi olur? Durdurur."
Yıllar önce, bir "Ankara Notları"nda yazmıştım, konu şöyleydi:
27 Mayıs’tan sonra, ilk günlerde bir grup Milli Birlik Komitesi üyesi, İsmet Paşa'ya giderler, ihtilalin değerlendirilmesini onun ağzından işitmek islerler. Paşa şöyle der özetle:
Bir ihtilal yaptınız, ben de ihtilalden geldim. Mustafa Kemal'le biz ihtilali yaptıktan sonra, tek kuşkumuz ordudan bize bir hareketin gelip gelmeyeceğiydi, gelmedi. Onuncu yılı, bu nedenle büyük coşkuyla kutladık.
“İnönü Sempozyumu”yla ilgili konuşmalara değineceğimi belirtmiştim. Necdet Uğur, konuşmasından sonra soruları yanıtlarken, “Demokraside halkın eğilimi, belirleyici bir etkendir” dedi ekledi:
Bazan aydınların şaşırdığı oluyor halkın bir takım tepkilerine. Şimdi, bu şaşkınlığa da şaşmak gerekir. Eğer bir aydın, halkın içindeki eğilimleri öğrenip, halkın olayları değerlendiriş biçimini çok iyi bilerek bir tahminde bulunduysa ve o tahmin çıkmadıysa, şaşmakta haklıdır; ama belirli bir olay karşısında halkın nasıl düşündüğünü, nasıl olumlu ya da olumsuz tepki gösterdiğini hiç bilmeden, kendisi, kendi çevresinden gelen soyut bir değerlendirme yaptıysa ve bu değerlendirme de halkın tepkisinden gelmiyorsa, şaşılacak halk değil, kendisidir gerçekte. Bu alışkanlık sürüyor...
Necdet Uğur, bu sözleriyle, Menderes'ten bu yana, alışkanlığın sürdüğünü söylemek istiyordu satır arasında...
Uğur, konuşmasının bir yerinde, sözü salonda bulunan “27 Mayıs'çılara” getirerek şöyle dedi:
...Benim karşımda şimdi, saygıdeğer, bu tecrübeden (1950-1960 arası deneyimden) daha sonraki yıllarda geçmiş insanlar var. Saygıdeğer kişilerdir. Türkiye'nin tarihsel çizgisine katkıda bulunarak yaptılar. Ve bir de onlar şimdi halkın içindeler; beni en iyi anlayacaklar, onlar olacaklardır. Çünkü, kendileri de halkın içine girdikten sonra olayları öyle gördüler. Halkın içine girmeyen eski meslektaşlarına da, yeni deneyimlerini aktardıklarını hepimiz biliriz...
1 Haziran 1985, Cumhuriyet