Demokrasi Umudu...

Fıkrayı 8 Mart 1987 günlü “Ankara Notları”nda yazmışım. “Ümit Yayıncılık"ta çıkacak bir kitabımın hazırlıklarını gözden geçirirken, bir daha okudum. Romanyalı Profesör Anna Aslan’ın yardımcısı Dr.Mana Georgescu anlatmış, şöyle:
“Aslan, ormandaki tüm hayvanları yemiş. Kurt, kuş, börtü böcek, çakal, sırtlan, kaplan maplan ne varsa yemiş. Karnını doyurduktan sonra, ağacın dibine uzanmış, bacak bacak üzerine atmış, göğsünü kaşıyarak kestirmeye çalışıyormuş. Bir ara bakmış, yukarıda dalların arasında, minik bir kuş yavrusu cik cik ötüyor, daldan dala sekiyormuş. Aslan homurdanmış:
Sen nasıl kurtuldun öyle? diye sormuş.
Sen ormandaki hayvanları yerken beni görmedin, fırlayıp çıktım buraya! demiş. Kuş yavrusu neşeyle ötüyor, aslan buna sinirleniyormuş.
Senin ananı yedim, babanı yedim, kardeşini yedim! dediğinde kuş aldırmayıp sekmeyi, cik cik ötmeyi sürdürmüş... Aslan bir ara:
Seni de yiyeceğim! deyince kuş yavrusu titremeye başlamış. Bu kez aslan sormuş:
Ananı yedim, babanı yedim, kardeşini yedim, hiç tınmadın da ‘Seni de yiyeceğim!' deyince titremeye başladın, neden?
Umut! demiş yavru kuş, Yaşama umudumu yitirmek istemiyorum!"
Fıkrayı anlattıktan sonra, şöyle demişim:
Ülkede yazık ki yönetimler insanları yaşatmayı değil, öldürmeyi yeğliyorlar. Sağlıklı değil, sağlıksız, mutlu değil mutsuz insanlar ülkesi yapmak istiyorlar ülkeyi. Yaşatma amaçları olsa yöneticilerin, ölüm cezalarından yana olurlar mı? Açlık grevlerinde gençlerin ölmesine göz yumarlar mı? Ruhi Su, Orhan Apaydın bu yaşlarında ölürler miydi?"
Bu yazıda bir anı daha var, Turan Örs anlatmış, İsmet Paşa'yla ilgili. Turan Örs şöyle demiş:
“1968 yılı ağustos ayı içindeydi. Bir gün yakın akrabam, CHP İstanbul İl Başkanı Tacettin Özgüder bana:
Akşam saat 17.00 sularında İsmet Paşa bize gelecek, sen de gel! dedi.
Saat tam 17.00’de Paşa geldi. Salona alındı. Paşa, ortada bir ‘Larousse’ gördü. 'Bu bende yok' dedi, not etti. O sıra öğrenci olayları vardı. Demokrasi bunalımlı günler geçiriyordu. Konu demokrasiden açılmıştı. İsmet Paşa:
Size bir anımı anlatayım, dedi. Can kulağıyla dinlemeye başladık. 1943 Aralık ayı, İsmet Paşa Kahire’ye çağrılıdır. Orada beylik görüşmeler biter. Bir gün Başkan Franklin Roosevelt Paşa'yı çağınr, özel olarak görüşmeye başlarlar. Roosevelt sorar:
Paşa, ne gibi tasavvurlarınız, düşünceleriniz var?
İsmet Paşa da savaşın müttefiklerce kazanılacağını söyler. 'Savaştan sonra Batı demokrasisini ülkemizde uygulayacağız' der. Roosevelt bunu duyunca şöyle der:
Paşa, sakın bu işe girişme, bu iş Doğu'da olmaz, ancak Batı'da olur.
İsmet Paşa anlatırken, anısının burasında CHP'nin o zamanki il başkanı Tacettin Özgüder:
Paşam, sen mi haklı çıktın, yoksa Roosevelt mi? diye sordu. Paşa bu soruya çok içerledi..."
Bu olayın arkasından, “Demokrasi Umudu..." başlıklı yazıda şu yorumu yapmışım:
"Amerika hep öyle olmuştur. Amerikan yönetıcileri demokrasinin Doğu ülkelerinde olamayacağına inanmışlar, cuntaları desteklemeyi yeğlemişlerdir..."
***
Grek Elçiliği'nin, cuma akşamı Hilton'da verdiği “ulusal gün” kokteyline, Hikmet Çetin gelmişti. Hükümetin CHP kanadını oluşturma sıkıntısı içinde olduğu anlaşılan Çetin, havada gezer gibiydi. Grek Elçisi Alexander Philon ile eşinin verdikleri kokteylde, Çetin çok kalmadı, ayrıldı. Greklerle ilişkiler PKK yüzünden hafif şeker renk miydi? PKK'yi, Apo’yu gerçekten destekliyorlar, onun yaptıklarını onaylıyorlarsa, bu, demokrasiyi boğazlamakla birdi. Kuş yavrusunu öldürmek gibi. Grek dostlarımın, bu ayıptan bir an önce kurtulmalarını diledim içimden.
Grek Elçiliği'nin kokteylinde, Özbekistan Konsolosu Murat Aşirmuhammedov'la tanıştım. Beni pazar sabahı, konsolosluğa “Özbek pilavı” yemeye çağırdı. O gün Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un görev süresinin 2000 yılına değin uzatılması için halkoylaması yapılacaktı. Ülke dışında bu, konsolosluklarda olmaktaydı. Pazar sabahı 09.00'da gittim, gerçekte saatler 08.00'di, ileri almıştık. Konsolosluğa gelen gençler oylarını kullanıyorlardı. “Özbek pilavı"nın nasıl pişirildiğine baktım, çok yağlı, etli pilav. Soğan, havuç, sarmısak, nohut konuyor. Murat Aşırmuhammedov:
Yemekten sonra duayı siz yapacaksınız! dedi.
Olmaz, ben yapmam, başka biri yapsın! deyince:
Aksakal sizsiniz, duayı büyük yapar...
Pilavdan sonra, aşçıya teşekkür ettim. Gençlere “Afiyet olsun!" dedim. “Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın"diye ekledim. Benim dua burada bitti! Birşey gözüme çarptı. Pilavı yalnız erkekler yiyorlardı: kızlar, kadınlar ayrı yerlermiş. Nasıl olur böyle bir şey? Özbekistan’a 'Zaman' gazetesi gidiyormuş, iyi mi?
Hükümetin CHP kanadı oluşurken, Dışişleri Bakanlığını Erdal İnönü'nün kabul etmesi, Türk demokrasisi açısından çok önemli bir gelişmeydi. Demokrasi için umuttu.
Yeni oluşan CHP kanadına başarılar dilerim.
Bülent Bey, bilmem ne hazretleriyle, çul çuval eskileriyle görüşedursun; İsmet Solak bunları bir şeymiş gibi yazadursun, elbet demokrasinin, laikliğin de bir sahibi vardır.
Günümüzün konusu, şimdilerde, Kuzey Irak'a yapılan “harekât". Yerli yabancı basın ya orada, ya Diyarbakır'da. Dün Ankara'ya, İngiliz İşçi Partisi’nin “gölge" kabinesinden iki milletvekilinin gelmesi önemliydi. Gölge kabineden Ann Clwyd ile Jim Cousins. Orada Türkiye aleyhine girişimler başlayınca, “Gidip yerinde görelim, öyle karar verelim!" diyenlerden. Aferin İngilizlere!