Demir Özlü Olayı...

Öykücü Demir Özlü de, Bakanlar Kurulu’nun bir kararı ile yurttaşlığını yitirdi. 12 Eylül 1980'den bu yana, böyle vatandaşlığı yitirenlerin sayısı sekseni aştı. Uygulamalar, dönemin sıcaklığına göre değişti. 12 Eylül'ün başlarıydı. Bir gün, İçişleri Bakanlığı'na Genelkurmaydan bir yazı geldi. Bunda 700 kişinin vatandaşlıktan çıkarılması isteniyordu. İçişleri Bakanı o zaman, Selahattin Çetiner’di, Nüfus İşleri Genel Müdürü de Nihat Üçyıldız. Nihat Üçyıldız bakana gitti,
Efendim bu uygulanamaz! dedi.
Neden? Genelkurmaydan gelen yazı bir "emir" değil midir?
Efendim, emirdir ama, emirle bir kişi yurttaşlığı yitiremez. Bu haksızlıktır!
Bunun üzerine Selahattin Çetiner, Genelkurmayın bu isteklerine direndi. Yarkurullar oluşturuldu. Oraya, Nihat Üçyıldız gitti. Yurttaşlıktan uzaklaştırma sorunu bir yargı güvencesine bağlanmalıydı. Şeref Gözübüyük de yarkuruldaydı. O da, Nihat Üçyıldız’ın görüşlerini destekledi. Yurttaşlığı yitirme olayı, idare yerine yargıya bağlıydı. Yasada bu yönde değişiklikler yapıldı. Mahkeme bir kişiydi, ifade almak için çağıracak, üç ay içinde gelmezse yurttaşlığı yitirmesi söz konusu olacaktı. Aksi halde bir polis memurunun iki satırlık notu ile yurttaşlığın gitmesi, uygulaması usa gelecekti ki, bunun da iler tutar yeri olamazdı.
Uygulamada birdolu yanlışlıklar, haksızlıklar yine yapılmadı değil. Örneğin, "yurda dön" çağrısı yapılanlardan, "Döneceğim, ancak burada bitmemiş işlerim var, onlar bitsin gelirim. Niye gelmeyeyim?" diyen kimileri hemen yurttaşlığı yitirmediler. Onların dosyaları beklemeye alındı. Buna karşılık, çağrılara yanıt vermemiş olanlar belirli bir süre geçtikten sonra, “vatandaşlığı yitirme”yle karşı karşıya kaldılar. Yurttaşlığı yitirmek nasıl da kolaymış. Belli ki, bunda da "çift ölçü" kullanılmakta. Örneğin, yurttaşlığı yitiren sol eğilimli kişilerin sayısı, sağ eğilimlilerden an az on kat çok. Bu niye böyle oluyor acaba? Almanya’da camiler bile bölünmüş. Değişik tarikattaki biri, ötekinin camisine gidemiyor. Almıyorlar daha doğrusu. Faşolar cirit atıyorlar. Avrupa'da milyonu aşkın işçi var, hiçbiri yurttaşlığı yitirmiyor da, adı sözlüklere, ansiklopedilere geçmiş bir düşün adamı, öykücü, yurttaşlığından oluyor. Neden?
Demir Özlü'nün, Almanya’da yayımlanan "Demokrat" gazetesinde yazdığı, askeri yönetimleri eleştiren bir iki yazısı Türkiye'de askerleri kızdırır. Türkiye’de bugün askeri yönetimleri eleştirmeyen mi vardır?
Demir Özlü'nün savunmanı Turgut Kazan, basına yaptığı açıklamada özetle şöyle dedi:
“Hemen belirtelim ki, Demir özlü ile ilgili karar yasaya ve hukukun temel kurallarına aykırıdır"
Turgut Kazan'ın açıklamasına göre, Demir Özlü için önce "yurda dön" çağrısı yapılmış, 10 Eylül 1985 günü yapılan bu “çağrı" gerekçe olarak, İstanbul Sıkıyönetim Savcılığı'nın 83/1110 sayılı dosyasını göstermektedir. Bu dosyaya göre. Demir Özlü, yurtdışında yayımladığı bazı yazılardan suçlanmaktadır. Bu yazılarda Türk Ceza Yasası’nın 140. maddesinin çiğnendiği ileri sürülmektedir. Ancak, İstanbul'da sıkıyönetim kaktığı için dosya, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı'na yollanır. Orası kendisini yetkisiz sayar, soruşturma yapmaz. Ama dosyayı da, 14 Ekim 1986 gününe dek elinde tutar. Kasım 1986 başında dosya, yetkili İstanbul Savcılığı'na ulaşır. Turgut Kazan, Demir Özlü adına 3 Kasım 1986 günü İstanbul Savcılığı'na başvurup, soruşturma konusu suçun bir basın suçu olduğunu, Basın Yasası'nın 35. maddesine göre, basın yoluyla işlenmiş suçlardan dolayı süresinde açılmayan davaların, zamanaşımı nedeniyle dinlenemeyeceğini anlatır. Gerçekten, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bir kararı da Turgut Kazan’ı doğrulamaktaydı. Turgut Kazan'ın, Demir Özlü gibi savunmanı olduğu Yağmur Atsız'ın yurtdışında yayımlanmış bir yazısı için süresinde açılmayan davanın "dinlenemeyeceğini" belirterek, "düşme" kararı verir mahkeme. Turgut Kazan, bu kararın örneğini de sunar savcılığa, “kovuşturmaya yer olmadığı" kararının verilmesi gerektiğini belirtir. Turgut Kazan’ın hukuksal daha bir dolu gerekçesi vardır. Turgut Kazan, basına yaptığı açıklamada daha sonra şöyle der:
"...Yurttaşların görevi yurda bağlı olmaktır. Kimse iktidara bağlı olmaya zorlanamaz. İktidara bağlı değildir diye, insanların yurttaşlık hakkıyla oynanamaz. Müvekkilime yüklenen suç kesinlikle Türkiye Cumhuriyeti'nin iç ve dış güvenliği aleyhine bir suç sayılamaz. Bu bakımdan hakkında verilen karar yasal bir karar olamaz. Nitekim, gazeteci müvekkilimiz Yağmur Atsız'la ilgili bir örnek 140. maddedeki suçun güvenlik aleyhine suçlardan sayılamayacağını göstermeye yetiyor.
Yağmur Atsız için bu madde nedeniyle açılmış bir davada 'yakalama' kararı vardı. Ama yetkililer gördüler ki, Alman Cumhurbaşkanı ile birlikte Yağmur Atsız gazeteci olarak Türkiye'ye geliyordu. Bir skandal yaşamamak için önerilerde bulunuldu. Yağmur Atsız listeden çıkarılsa ne olurdu? Almanya'da başka gazeteci mi yoktu? Doğaldır ki, Weizsaecker olaya böyle bakmadı. Listeden bir gazeteci çıkarılacak olursa, kendisinin ziyareti iptal edeceğini duyurdu. Ve sonuçta, mahkemenin yakalama kararına rağmen bu karar bilindiği halde, Yağmur Atsız Türkiye'ye gelip gitti. Anlattığım durumu, başta Başbakan Özal, Dışişleri Bakanı Halefoğlu biliyordu...
Bu örnek Yağmur Atsız bakımından 140. maddedeki suçun güvenlik aleyhine bir suç sayılmadığını gösteriyor. Aksi halde, aranan ve hakkında yakalama karan bulunan Yağmur Atsız’ın Türkiye'ye girip çıkışına seyirci kalmak çok büyük sorumluluklar doğururdu. Ama böyle bir sonuç doğmadı. Demek ki, 140 maddedeki suç güvenlik aleyhine suçlardan sayılmadı. Müvekkilimin durumu da aynıdır. Ona yüklenen suçun güvenlikle ilgisi yoktur. Kaldı ki, insanlar savunma yapmadıktan için yurttaşlıklarını yitiriyorlar. Oysa savunma sanığın hakkıdır. Böyle bir hakkı kullanmamış olmak, onun cezalandırılmasına ve yurttaşlık hakkını yitirmesine yol açmaz..."
Demir Özlü olayı ile, yurttaşlığı yitirenlerin serüvenlerinin arkası bırakılmamalı, Bakanlar Kurulu kararları yeni baştan gözden geçirilmelidir.