22 Ağustos 1984 Çarşamba günü çıkan "Ne Sene Yaradı Ne Bene...” başlıklı "Ankara Notları"nın giriş bölümünü aktarmak istiyorum, şöyleydi:
“Ankara’da bir sessizlik vardı: Hükümet Ankara dışındaydı. Çok kişi de yazlıklardan, dinlencelerden dönmemiş, dönen bayanların nasıl yandıkları kollarından, bacaklarından belli oluyordu.
Bakanlarla, milletvekillerinin çoğu, kamu kuruluşlarının yazlık kamplarına gitmişler, küçük memurların da doğrusu rahatları kaçmıştı. Çoğu, kendi kuruluşunun yazlığına gidememiş, pansiyonlarda yer aramıştı.
Fethiye’de, Göçek'te, Etibank'ın dinlenme yerlerine giden bir devlet bakanı ile ANAP ileri geleninin serüvenleri ilginçti. Birinin eşi başına turban bağlıyordu. Bakanın eşi denize girerken, bir kilometre arkasından bile kimse gidemiyor, orada denize giremiyordu. Bakan, sabahtan listeyi yapıyor, ilgililere veriyordu. O gün canları neler istiyordu? Görevliler, Sayın Bakanın hazırladığı listeyi öğleye yetiştirip, aşçıya teslim ediyorlardı. Dahası vardı, geceleri kimseyi uyutmuyorlardı. Bayanlar, çocuklara bağırıp çağırıyorlardı. Bu çocuklar da kurumda çalışan üst düzeyde kişilerin çocuklarıydı. Konuklardan birinin süresi mi ne doldu, arabasıyla işine döndü dinlenceden.
Bir gün bakan anahtarı cebinde götürmüştü. Bakanın eşi nasıl girecek? Fethiye’den bir özel araba çıkarıldı yola, bakandan anahtar alınıp gelindi, kimse çıkıp da:
Yahu, burası Fethiye, kaç tane çilingir var, çağırıp açtırıverin demedi, diyemedi.
Bunları neden mi anlattım, ANAP'lılar 6 kasımda işbaşına gelince çok az kimse yadırgadı. "Aman ne iyi oldu..." dedi. Gelenler, ya küçüklü büyüklü memurlar, ya da küçük ilçe politikacılarıydı.
Canım, ne de oIsa halk çocukları onlar da! deniyordu. Kimse onların, “Astığı astık kestiği kestik" bir havaya gireceğini düşünmüyordu.
Uygulamalar ise bambaşkaydı gözlemlere göre...”
Yazının bir bölümü bu. Bu bölümde geçen, devlet bakanının adını o zaman yazmak istemedim, ANAP ileri geleninin adını da yazmadım, içimden:
Yazdıklarımı okurlar, satır arasından çıkarılacak dersi çıkarırlar bir daha yapmazlar! diye geçiriyordum.
Etibank yazlıklarındaki Devlet Bakanı İsmail Özdağlar’dı, ANAP ileri geleni de ANAP Genel Başkan Yardımcılarından Mehmet Keçeciler’di. Mehmet Keçeciler’in eşinin başı türbanlı, bakanın eşinin başı açıktı.
Kampta öyle lüks, öyle masraf olmuştu ki, kamp yöneticileri, ek olarak beş yüz bin lira getirtmek durumunda kaldılar. Anahtar için özel araba, ta İzmir'e gönderilmişti. Fethiye'de çilingir yokmuş gibi! Oradakiler, "Böylesini hiç görmedik!" diyorlardı.
İsmail Özdağlar, Manisa'nın Demirci ilçesinin “Esenler" köyündendi. Babası, Demirci'de. Mehmet Arif’in hanında halıcılık yapardı.
Kardeşi Şerif "Aliağa“da çalışıyordu. Söylenti bu ya. İsmail Bey'in İzmir'de bilmem nerede kaç milyonluk iş hanı olduğu söylentileri çıktı mı? Elin ağzı torba değil ki büzesin. Gölbaşı'nda yaptığı sünnet düğünü de, bir süre dillerde dolaştı, durdu... Yüz milyon liralık armağan geldiği söylendi.
İsmail Özdağlar olayı yürüyedursun, bir başka olayı çıtlatmak istiyorum: İş ve İşçi Bulma Kurumu'ndaki olaylar, çok kimsenin gözünden kaçıyor. İşverenler, aradıkları işçileri İş ve İşçi Bulma Kurumu’na bildirirler. Kurum da, bunları, uğraşlarına, yeteneklerine göre, sıraya da koyarak işçi arayan yerlere yerleştirir. Bu iyi, değil mi? Ama uygulama hiç de öyle değil. Son zamanlarda, kurum şubesindeki "iş münhalleri", "makama” bildiriliyor : Makama, yani bakana! Makam da bunları, değerlendiriyor! İşçi nereden aranıyor? Diyelim belediyelerden, ANAP'lı belediyeden gelen "boşluk", makama bildirilince, ANAP’lı bakan da o boşluğu dolduruveriyor! Oh ne âlâ! Sırada iş bekleyen, beklesin efendim! Yırtılan Deli Bekir'in donu...
9 Ocak 1985, Cumhuriyet