Emekli elçilerimizden Sacit Somel’in "Almanya'da Türk İşçileriyle İç İçe" adlı kitabından söz etmekte geciktim. Sacit Somel, diplomat olacağına, gülmece yazan olsa ne iyi olurdu. Somel, Dutsun Atılgan’la, Mahmut Makal’la ortak dostumuz. Somel, başkonsolosluk yaptığı sıralarda, çeşitli ülkelerde karşılaştığı, işçilerimizin karşılaştıkları olayları anlatıyor tatlı tatlı. Oralarda yaşayan yurttaşlarımızın sorunlarını anlatırken, bir yerde şöyle diyor:
“...Bazı vatandaşlarımız da, yine bilgisizliklerinden ötürü, başkonsolosluklardan yasalara aykırı isteklerde bulunmakta, istekleri yerine getirilemeyince de başkonsolosluğa cephe almaktadırlar. Örneğin evli bir vatandaşımız, bir gün Kopenhag Büyükelçiliğimize başvurarak, Avustralya vizesi alabilmek için kendisine bekâr olduğunu gösteren tasdikli bir nüfus cüzdanı verilmesini istemiş, verilmeyince de:
Sizin işiniz zaten vatandaşlara zorluk çıkarmak, kime hayrınız var ki? diye kapıyı hızla vurup çıkmıştı...”
Sacit Somel, Lübnan’da, Amerika'da, Almanya'da da çalışmış. Almanya’dan bir anısı da şöyle:
“Bir gün bir vatandaşımız yeni doğan çocuğunu kaydettirmek için, yanında 4-5 yaşındaki oğlu olduğu halde, Düsseldorf Başkonsolosluğumuza gelmişti Doğum masasına bakan memurumuz çocuk seven bir kimse olduğu için, bir taraftan kayıt işlemlerini yaparken, diğer taraftan da, vatandaşlarımızın zeki bakışlı, konuşkan oğluyla konuşmaya başlamıştı:
-Yeni gelen kardeşini seviyor musun?
-Tabii, ben bütün kardeşlerimi severim.
-Kaç tane kardeşin var?
-Dört tane idik, amma şimdi beş okluk.
-Ooo, maşallah, eviniz büyük olmalı, bir yatak odasına bütün kardeşler sığmazsınız.
-Sığıyoruz tabii, hepimize yer var. Yataklarımızı yan yana koyuyoruz, yer herkese yetiyor, anneme de yetiyor. Bir babama yetmiyor, o da annemin üstünde uyuyor!”
Sacit Somel'in anlattığına göre. Almanya’daki 8-12 yaşlar arasındaki Türk çocuklarının yarısı Kuran kurslarına gidiyor aşağı yukarı. Alman eğitimciler, Arapça kuran surelerini ezberlemenin Türk çocuklannın düşünme ve yaratma gücünü öldürdüğünü ileri sürüyorlar. Öte yandan, çocuk Alman okulu, ana babası ve Kuran kursu arasında kalmakta. Çocuğun okulda okuduğuna Kuran hocası "günah” demekte, okulun yaptırmak istediğine de baba karşı çıkmakta.
Somel'in kitabında, ilginç örnekler var, fıkra gibi...
Bir gün, doğan çocuğunu kaydettirmek için Düsseldorf Başkonsolosluğuna bir kadın işçi gelir. Memurla arasında şu konuşma geçer:
-Çocuğunuzun kaydı için kocanızın nüfus cüzdanını da getirmeniz gerek.
-Kocam Türkiye'de, nüfus cüzdanı burada yok. Hem zaten çocuğumun babası o deel!
-Biz yine çocuğunuzu kocanızın üzerine kaydetmek zorundayız. Amaaa, locanızın bu çocuktan haberi olunca size ne der, onu bilemeyiz!
-Ossun, zaten çocuğun babası da yabana deel, o da emmimin oğlu!
15 Ocak 1987 günlü Cumhuriyet'te, “Valizle Ortak Pazar”da başlıklı bir "Ankara Notları" yazmıştım. Yeri geldiği için yinelemek istiyorum. Bir bölümü şöyleydi:
“Emekli elçilerimizden Sacit Somel, eski Büyükelçilerden Vahap Aşıroğlu'nun tanık olduğu bir olayı anlattı. Vahap Aşıroğlu, Kopenhag'da büyükelçi, bir akşam geç saate dek çalışır. Herkes gitmiştir. Çıkacağı sırada, telefon çalar. Konuşan bir Danimarkalı, şöyle der:
Burada, istasyonda bir vatandaşınız var; sağa, sola bakıp duruyor. Dil bilmiyor. Belki bir yardımınız olur diye size telefon ediyorum. Telefonu Türke verir:
-Abi, burası neresi?
-Kopenhag!
-Kop mu, ne kopu?
-Kop değil. Kopenhag! Danimarka'nın başkenti!
-Ne marka?
-Danimarka, Danimarka! Hani trenle Almanya'yı geçtikten sonra gelinen bir memleket var ya, orası…
-Ben şimdi Almanya'yı geçtim mı?
-Geçtin tabii. Danimarka'ya geldin!
-Vay anasını! Ben orda inecektim!..
Şaka maka derken üç kişi Danimarka'ya vardık. Prof. Sadun Aren, İstanbul Milletvekili Hüsnü Okçuoğlu ile birlikte!
20 Mart 1990, Cumhuriyet