Danimarka’daki göçmenlerimizle ilgili gözlemlerim, izlenimlerim var; ama önce Prof. Sadun Aren’in gözlemlerini, izlenimlerini aktarmak istiyorum. Kopenhag'da. Türk-Kürt kökenli göçmenlerle konuşurken, sözü "kadın" konusuna getiren Prof. Aren, konuşmasını şöyle sürdürmüştü:
"Modernleşmenin, bu topluma (Danimarka toplumuna) uymanın düğüm noktası, 'kadın hakları' dediğimiz sorundur. Şimdi, duyuyorum ben, kızını okutmuyor, oğlunu okutuyor; onu da fazla okutmuşmuş ya, para kazanmak için filan. Parayı kazanıp ne yapacaksın? Yaşayın yeter. Çünkü, gelecek sosyal sigortalardan falan karşılanıyor. Onun için çocukları, çocuk yaşta çalıştırmayın. Kız çocuğu, erkek çocuğu diye ayırmak olacak şey değil. Ben, kız çocuğunu, erkek çocuğunu ayıran insana, burada, Türkiye'de belki, çünkü orada herkes öyle düşünüyor diyelim. Artık orada da öyle düşünülmüyor ya. Onu söyleyeyim, doğrusunu söylemek gerekirse, tam 'adam' muamelesi yapmam ben olsam. Bakıyorum, bir adam geliyor, diyor ki: İşte ‘Benim kızım okuyup ne olacak? Oğlumu okutuyorum!' diyen adamı ben falakaya yatırırım! İşkence yasak, ama bu olmaz! Bu, uygarlıkla ilgisi olan bir şey değildir. Böyle bir insan, bu memlekette doğru dürüst yaşayamaz...
Bu bilinirse, 'Yahu, bunlar böyle bir toplum! Nedense, kadınları böyle aşağılıyorlar!' derler. Ondan sonra, bir kere kız çocukları da kesinlikle erkek çocuklar gibi yetiştirmelidir. Ayrıca da, yetişkin kızlar, kadınlar da evliler de eşit olmalıdır. İnsanlık budur arkadaşlar, uygarlık budur. Bunu çözümlediğimiz gün, Türkiye bunu çözümlediği gün, dünyanın düzeyine çıkar. Şimdi bu sorun dünyada tamamıyla çözülmüş değil. Burada da kadın-erkek arasında eşitsizlikler var hâlâ, ama bizdekiyle karşılaştırılmayacak eşitsizlikler. İşte, general olamıyorlar kadınlar. Genel müdür olmakta sıkıntı çekiyorlar örneğin. Bir fabrikanın genel müdürlüğüne, bir erkek, bir kadın başvurursa, Danimarkalı erkek yeğleniyor. Onlar, bunlarla, bu gibi farklılıkları ortadan kaldırmaya uğraşıyorlar. Biz, onları da kaldırmak üzere, bu işe başlayalım. Böyle, ne denli vurgularsam yeridir. Çünkü bu, demokrasinin, insan haklarının, uygarlığın düğüm noktasıdır, kadın-erkek eşitliği, her konuda...
Örneğin, şurada üç tane bayan gördüm ben. Danimarka'da herhalde üç taneden çok bayan var. Onlar şarkı dinleyemezler mi yani? Onlar, bir yabancı, Türkiye'den gelmiş Mustafa Ekmekçi’yi görmek istemezler mi? Beni görmek istemezler mi? Hüsnü Okçuoğlu'nu görmek istemezler mi? Sizler istiyorsanız, niye onlar istemesin? Yani, böyle şeyler de olmaz. Yarı yarıya olması gerekir. Çünkü, yarısı kadın, yarısı erkek bu dünyanın, insanların...
Sonra insanlığın evrensel değerleri vardır, onlarla filan ilgilenin, ilgilenebildiğiniz kadar tabii. Örneğin, müzik vardır, Beethoven Danimarkalı değildir. Mozart Danimarkalı değildir; yani bunlar için de yabancıdır o müzik. Onun için o, evrenseldir. Resim, müzeler var burada, bugün gittik, göldük. Yani, yarısından çoğu, zaten Danimarkalılar için de yabancı ressamların resimleri. Evrensel resimler bunlar. Dünyanın her tarafını dolaşıyor, filan. Bunlarla filan da ilgilenmeye uğraşın. Gençler daha kendilerine yepyeni bir dünya yapabilirler. 20 yaşında, 30 yaşında, kırk yaşındaki insan gençtir. 60 yaşından sonra, biraz zor olabilir. Ama altmışın altında herkes kendisini, böyle büyük değişikliklere uğratabilir, dünyadan daha çok tat alır, yaşamaktan daha çok tat alır yeni kuşaklar. Bir de hakaret görmekten kurtulur. Onun için bu gibi meselelerle uğraşın ve de Danimarka’nın meseleleriyle de uğraşın. Onun için ben, şaka olsun diye söylemedim. "Bir Danimarka şarkısı söyleyin" diye. Bir Danimarka şarkısını niye söyleyemeyeceksiniz? Danimarka'nın folkloru yok mu? Danimarka'nın köylüsü bir şey söylemez mi? İşçisi bir şarkı söylemez mi? Söyler herhalde! Nasıl olur? Burada yıllarca otur, ondan sonra da hiçbir şey yok! Danimarka şarkısı yok, olmaz!.."
Sadun Aren, özellikle gezimizin son günlerinde hep bu konuya ağırlık verdi; göçmen sorunu üzerinde durdu. Danimarka’nın, Kopenhag'dan sonra, ikinci büyük kenti olan Arhus’ta da özetle şunları söylemişti:
“...Danimarka'daki, yahut Türkiye'nin dışındaki tüm göçmenler, nasıl bir yaşam stratejisi düşünmelidirler? Bir de, bir dernek nasıl yönetilmelidir? Bu konuda da kısa birkaç şey söyleyeceğim. Şimdi, birinci nokta; yakında yerel seçimler olacakmış. Partilerin görüşleri var bir tanesine baktım 'Danimarka hükümetinin bir göçmen politikası yoktur!’ diyor Göçmenlerin de göçmen politikası yok, yani! Danimarka, bu göçmenlere ne yapacağını bilmiyor, ama gelen göçmen de ne yapacağını bilmiyor. Şimdi, bir kez, göçmenlerimizi kabaca ikiye ayırabiliriz: Bir kısmı, politik olanları bir tarafı bırakıyorum; geri dönecekler, geri dönmeyecekler. Politik göçmen için de geçerlidir bu. Politik veya normal göçmen değil de, geri dönecek göçmen, dönmeyecek göçmen sorunu var. Benim gördüğüm kadarıyla, hem burada, hem Almanya'da, Fransa’daki görüşmelerimden çıkardığım sonuç, çok büyük bir kısmı dönmeyecek geriye. 'Döneceğim' filan diye çıkmış, ama sonra çocuğu olmuş, iş tutmuş; kendisi dönmek istese çocuğu dönmeyecek vs. vs. ‘Üç yıl sonra döneceğim' diye gelmiş, eh daha çok kalırsa, daha çok emeklilik hakkı kazanacak; onu kazanayım derken, çocuk liseye geliyor. Yani, büyük bir bölümü göçmen arkadaşlarımızın, yurtdışında...
Şimdi, bu insanların kendilerine bir yaşam biçimi, stratejisi oluşturmaları gerekir, yoksa heba olurlar, yazık olur. Böyle, vatan hasreti, bilmem ne, yaşlanır gider. Hayat halbuki, nerede yaşıyorsan orada... Orası senin babanın malıymış gibi yaşayacaksın, başka çare yok yani, yoksa eğreti bir adam olursun. Eğreti adamdan hayır mı gelir? Hep misafir yaşanır mı dünyada? Ona konuk ol, buna konuk ol, olmaz böyle, bir yerde evin olacak. Bunun için bir strateji oluşturmak gerek. Bunun oluşturulmasında, tabii derneklerin, insanların yani sizlerin sözünüz olacak. Bu sözü, dernekleriniz aracılığıyla yansıtacaksınız. Kime? Hem Türkiye’ye, Türkiye'deki hükümetlere, ne kadar yardım edebilirlerse, hem yaşadığınız ülkenin hükümetlerine ya da öbür kuruluşlarına, yardım edebileceklere. Ve bir yaşam kurmak gerek. Bu yaşam nasıl bir yaşam olacak? Bir kez, insan kendi kimliğini, kişiliğini korumalı. Silinip gitmek, sapı silik, böyle bir adam. Ne Türk ne bir şey, filan. Böyle bir garip mahluk! O olmaz. Türktür, Kürttür, yeni Türkiye’den gelmiştir, dili vardır, bunu koruyacak. Fakat arkadaşlar, bir de bir memlekette yaşıyorsun, oraya da yabancı olunmaz. Demin söylediğim gibi, misafir de olunmaz. Hep misafir olunmaz. Oraya da sahip çıkmak lazım. Yani, oranın da adamı olmak lazım. Oraya da uymak, intibak etmek lazım. Danimarka'ysa bu, Danimarka’ya da uymak lazım. Yoksa, beyhude bir yaşam olur..."
25 Mart 1990, Cumhuriyet