Cumhuriyetin Sahipleri...

Bu yıl, 17 Nisan Köy Enstitüleri’nin kuruluş yıldönümünde Londra'daydık. Londra Halkevi çağırmıştı. Metih Cevdet Anday, 11 Mayıs 1990 cuma günü çıkan yazısında, bu toplantıyı anlatıyor, şöyle diyordu:
"Köy Enstitüleri'nin 50. kuruluş yıldönümü dolayısıyla Londra Halkevi'nin çağrısına uyarak, geçen ay orada düzenlenen bir toplantıya katıldım. Londra Belediyesi’nin bu toplantı için Türklere verdiği salon yaklaşık bin kişilikti ve bütün yerler satıldı. Biz konuşmacılar yedi kişiydik: Başkanımız Prof. Server Tanilli, İlhan Selçuk, Talip Apaydın, Mustafa Ekmekçi, Prof.Paul Oumont, Vedat Türkali ve ben. Dostum Ekmekçi, bütün konuşmaları teybe aldıı, fakat bugüne değin bunlardan, ancak birini köşesinde konu edinebildi. Onun, bunu zaman zaman sürdüreceğini ve meraklı okurun beklentisini yanıtlayacağını umuyorum. O gün konuşmalar sona erdikten sonra ünlü türkücümüz Sadık Gürbüz, sazı ile sahnede yerini aldı ve birbirinden güzel türküleriyle halkı coşturdu…”
Melih Cevdet Anday, Londra’da Karl Marx'ın gömütüne gittiğimizi de anlattı. Kalabalıktık Highgate gömütlüğünde. Fotoğraflar çekiliyordu.
Karl Marx'a gittiğimizi Ekmekçi yazar! diyorlardı.
Karl Marx’tan ayrıldıktan sonra, içki içilecek bir yere gitmek istedi Melih Cevdet, onu da şöyle anlatıyor o yazısında:
"Gelelim ‘pub’ (pab okunur) konusuna... İngiliz meyhanelerinin adı olan bu sözcük, 'pubtic house'un kısaltılmışıdır. Bir ‘pub’ görmeden dönseydim, elbet üzülürdüm. Meğer İlhan Selçuk da bu heveste imiş, fakat bu hevesi her duyuşta nedense beni öne sürüyor, ‘Yahu çocuklar, Melih pub'a gitmek istiyor' diyordu. Ses çıkarmadım. Sonunda highgate’e, Marx'ın mezarına gittiğimiz gün, ev sahiplerimiz bizi o civardaki eski bir puba götürdüler. Ben bugüne değin böyle güzel meyhane görmedim diyebilirim..."
Melih Cevdet Anday'ın, “pub yazılıp, pab okunan” tümcesi, "Felâket Ali''ye çok koymuş. Telefon ettiğinde ağlamaklıydı:
Ne olur, Melih Cevdet’e söyle, pub yazılıp, pab okunur demesin! diyordu. Bir zamanlar içkiyi çok seven Ali, onu bırakmak zorunda kalmış, Bakırköylerde yatmıştı...
Mustafam, pub yazılıp, ne okunurdu? diyordu, çok koymuştu Ali'ye.
"Felâket Ali”, asıl adı Ali Hüsrevoğlu, o öfkeyle şu dizeleri düşmüştü:
“Diyar-ı Rum'da erenlerle can cana/Diyar-ı küfürde perilerle can cana/pub yazılıp, pab okunan barlarda/Kavalyeli, damlı soluk soluğa yan yana!
Şinanay yavrum şina şinanay / Ekmekçi'si, Selçuk'tı, başta Anday/Ben biçare burada me and me/Siz orada you and I.
Binleri yer içer, binleri bakar/Kıyamet dedikleri ondan kopar/Merzifon, Dikili, Torbalı derken/Dilerim Ekmekçi sonunda/Kapı kapı dilenir/Boynuna torba takar/Ne mene şeymiş yedi aylık yağız velet/Alçılara belense de/Sarı kart görse de/ Değirmene girse de diri çıkar.
İşkenceydi, domuzdu, vay domuzun eniği/Satır araları sanki mazgal deliği/Fitil fitil burnundan gelir inşallah/Mübarek perşembe gecesi Körfez'de/Hem içtiği, hem yediği...”
Ali'nin yazdıkları, eleştirileri, taşlamaları batmaz hiç. O, Cumhuriyet’in sayrı okurlarındandır, sahiplerindendir yani. Ali'den ilk Yaşar Kemal söz etmiştir. "Peri Bacaları" adlı yapıtında. Şöyle diyor Ali için, Yaşar Kemal:
"...Otobüse nereden duymuşsa, Ali de geldi bizi uğurlamaya. Ali iyi çocuktur. Yüreği temizdir. Saz çalar, kalender meşreptir. Ali yirmi beşinden yukardadır. Yüzüne bakarsan yedidir dersin yaşı... Bakın işte Döner Kümbetin döndüğünü Ali görebilir. Periler memleketinin sırrına Ali erebilir. Alinin işi var. Ali bizimle gelemez..."
Ali'ye, söyleyeyim, Körfez'e gittiğimiz perşembe geceleri değil. “Cumartesi”leriydi. Gitmiyorum artık Körfez'e!
13 kasım salı günkü “Atatürk ile Çarşaf...” başlıklı "Ankara Notları"nda, İclal Işık'ın yazısını olduğu gibi almış, "İclal Işık'ın kim olduğunu bulamadım" demiştim. Çok geçmedi. Sevim Uyguner adlı okurdan bir mektup geldi. Sevim Uyguner, 14 Kasım 1990 günlü, İstanbul'dan yazdığı mektubunda şöyle diyordu:
"Sayın Mustafa Ekmekçi,
13 kasım günü yayımlanan makalenizi okurken çok heyecanlandım. Kim olduğunu bulamadığınız İclal Işık benim annemdi. Kimliğini okuyunca belki hatırlarsınız; annem sarı basın şeref kartı sahibi. Yılarca Anadolu Ajansı'na emek vermiş bir gazeteci idi. O, bizleri ‘Ne mutlu Türküm diyene' diyerek yetiştirdi. Bugün 30 yaşındaki oğlunun yatak odasında, başucunda, Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesi' asılı. Yalnız bunu okumak bile Atamızın ne kadar ileri görüşlü olduğunu kanıtlamıyor mu? Sizinle aynı görüşleri paylaştığımız için mutluyuz. Sonsuz saygı ve sevgilerimizle. Allah, sizi korusun!"
13 kasımda çıkan yazıya, okur 14 kasım günlü mektubuyla açıklık getiriyor, aydınlatıyor. Ne güzel! Sevim Uyguner, anlattı telefonda; İclal Işık'ın, benim bir kitapta bulup aktardığım yazısı, ilk kez 10 Kasım 1958’de Cumhuriyette çıkmış, İclal Işık, Cumhuriyet'e yazıyor, kızı Sevim Uyguner; Cumhuriyet okuru, yani Cumhuriyet’in gerçek sahibi; ne güzel bir şey...
Çağdaş Gazeteciler Derneği'nde göreve getirilince, pek çok telgraf, telefon aldim. Tümüne, tüm arkadaşlarım adına teşekkürlerimizi sunuyorum. Sağolsunlar. Edime SHP Milletvekili Erdal Kalkan anlattı, çok hoşuma gitti. Baykalcı bir grupla birlikteymiş Erdal Kalkan, bir Baykalcı şöyle demiş:
Ekmekçi'nin Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin başkanlığına getirilmesine biz de sevindik. Çağdaş gazetecilerin sorunlarıyla uğraşır da, bizim yakamızı bırakır!
SHP Olağanüstü Kurultayından Deniz Baykal’ın hizbinin gerekli dersi, özellikte "demokrasi” dersini almadığı anlaşılıyor. SHP örgütünde, hizipler, kulisler sürüp gitmekte. “Küçük olsun, bizden olsun” havası, örgütte yayılmaya çalışılıyor. Milletvekillerinin bir bölüğü de, bundan geri kalmıyor. Bu, milletvekilliği de ne kıyak bir uğraşmış! Kimi, gömüte bile milletvekili mi gitmek istiyor ne? SHP'nin bugün, 40 milletvekili var, yok bilesiniz. Kalanı SHP'ye değil, çıkarına mı çalışıyor? Baykal’a mı çalışıyor? Ayıp derler, bunun adına ayıp!
Bugün, Sevgi Soysal'ın ölüm yıldönümü. Selam Sevgi Soysal!