Cumhuriyeti Kim Koruyacak?

Prof. Şahin Yenişehirlioğlu, Ankara'da TÜBİTAK'taki ko­nuşmasını yaptıktan sonra, Almanya’ya gitti. Orada, Atatürk­çü Düşünce Derneği Başkanı Dursun Atılgan’ın çağrılısı olarak, Tevfik Kızgınkaya ile birlikte konuşmalar yaptı. İki konuşmacı oradan Herford'a geçtiler, orada fabrikada Türk işçilerine laikliği, Atatürk'ü anlattılar.

Şahin Yenişehirlioğlu, Ankara’daki konuşmasında Tür­kiye'de arabesk bir tragedyanın oynandığını söylüyordu. Eski Grek tragedyası değil de, Hint modeli arabesk bir tra­gedya. Bu tragedyayı özellikle, siyaset dünyası oynamaktay­dı.

- Çünkü, diyor Yenişehirlioğlu, siyasal partiler, şu anda Türkiye'de laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin iki binli yıllardaki geleceğini düşünemiyorlar, yani Türkiye'de demokrasi şu anlamda yok! diyor, şöyle sürdürüyor konuş­mayı;

Partiler oligarşisi var. Partiler oligarşisi demokrasi de­mek değildir. Dolayısıyla Türkiye'de bu yanlış gelişmeden dolayı, her zaman askeri darbeler olur. Her zaman Türkiye’de, kısacası zinde güçler, gerek üniversiteden bir kesim ge­rek yüksek bürokrasiden bir başka kesim ve ordunun içinden bir kesimle birleşerek darbe yaparlar. Neden? Nedeni açık: Çünkü, 70 milyon civarında dönen bu insan nüfusu -ki çeşitli gelenek, göreneklerden, dillerden, dinlerden derken her şeyden oluşan- bu Cumhur, küme, insan kümesi, insan birlik­teliği ki 'cumhuriyet', insan birlikteliği demek. Arapçada 'kumların getirdiği tepecikler' değil ama, insan birlikteliğini o partiler oligarşisi yönetemez. Ki, oligarşi yönetemeyince karşımıza bir sorun çıkar. Hangi demokrasi? Hangi cumhuri­yet? Hangi sivil toplum? Hangi bürokrasi? Hangi teknokrasi ve hangi üniversite? Neden bunları söyledim? Bunları zorun­lu olarak söylüyorum: Bir kere hepimiz belli bir eğitimden geçmişiz, düşünce gücüne sahibiz. Gerçekleri irdeleme an­layışına sahibiz. Neden? Çünkü biz yurttaşız, köle değiliz. Tabii değiliz. Burası sultanlık değil. Kraliyet de değil. Yurt­taşlık hakları üzerine kurulu, İnsan Hakları Bildirgesi'nden hareketle ortaya çıkan, evrenselleşen birey, yurttaş, kendine bağlı insanla ilgili. Biz de o insanız yani. Onun için bizleri, ki­şilerin ne rengi ne konuştuğu dil ne inandığı tanrı ne inanma­dığı tanrı ilgilendiriyor. Bizleri evrensel haklar ilgilendiriyor. Bu haklar çerçevesinde laik, demokratik, modern, çağdaş bir ülke olmanın ve bir insan olmanın niteliği ilgilendiriyor. Onun için bunları söylüyorum. 1923 Cumhuriyetini yaratan Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyeti korumayı üniversiteye, üniversite gençliğine emanet ediyor.

Prof. Şahin Yenişehirlioğlu'nun açıkladıkları ilginçti. Bu­nun belgesini istedim; getirdi. Atatürk. 9 Nisan 1934 günlü Milliyet gazetesinde çıkan konuşmasında şöyle diyordu:

Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün an­lam ve biçimleriyle uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin başlıca ilkesi budur. Bu gerçeği kabul etmeyen zihniyetleri tarumar etmek zaruridir. Şimdiye kadar milletin dimağını paslandıran, uyuşturan, bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Herhalde zihniyetlerde mevcut hurafeler de bütü­nüyle tart olunacaktır. Onlar çıkarılmadıkça dimağa gerçek nurları sokabilmek imkânsızdır.

Gözlerimizi kapayıp soyut bir dünyada yaşadığımızı farzedemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ila ilgi­siz yaşayamayız. Tam tersine, ilerlemiş bir ulus olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak bi­lim ile, fenle olur. Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve ulusun her ferdinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için kayıt ve şart yoktur. Hiçbir mantıki delile dayanmayan birtakım geleneklerin, inanç bağlarının muhafazasında ısrar eden ulusların ilerlemesi çok güç olur, belki de hiç olmaz, ilerle­mede kayıtları ve şartları aşamayan uluslar, hayatı pratik ve mantıklı bir gözle göremez; hayat felsefesi engin ulusların egemenliği altına ve tutsaklığa girmeye mahkûmdurlar.

Henüz kurtulmuş değiliz, atılan adımlar, bundan sonra atıl­ması gereken adımların başlangıcıdır. İnsan daha başlan­gıçta iken sonuca vardığını iddia ederse dünyanın en derin gafleti içine düşüp gitmiş sayılır. Biz daha çok adımlar atmak zorundayız. Bu adımlar, hem çok hızlı hem de çok uzun ol­malıdır. Bu yüzden de bu adımları doğru ve belirli bir yöne doğru atabilmek için kendi mukadderatımıza kendimiz sahip olmak zorundayız.

Acılar gördük. Bunun sebebi, dünyanın durumunu anla­madığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz uygar olacaktır... Şunun bunun sözüne önem vermeyeceğiz. Uygar olacağız. Artık duramayız. Muhakkak ileri gideceğiz, geriye ise hiç gi­demeyiz. Çünkü ileri gitmeye mecburuz. Ulus açıkça bilmeli­dir ki, uygarlık öyle kuvvetli bir ateştir ki ona kayıtsız kalanla­rı yakar ve mahveder.

İşaret ettiğim ilkeleri Türk gençliğinin dimağında ve Türk ulusunun bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksekokullarımıza düşen başlıca görevdir. (Milliyet, 9 Nisan 1934)

Prof. Şahin Yenişehirlioğlu, “İşte ben, o görev nedeniyle buradayım" diye ekledi. Şöyle sürdürdü konuşmasını:

Atatürk diyor, 'özellikle kusura bakmayın beyefendiler; üniversiteye bırakıyorum bunu korumayı, üniversite koruya­caktır bu cumhuriyeti, rahat koruyacaktır' diyor. 'Çünkü Türk toplumu normaldir; her toplumun en yüksek düzeyinde eğitil­miş kişisi, bilgilenen kişisidir. Bunu manavdan beklemek yanlış. Manav, iyi bir manav olsun, görevini yapsın, ona izin veririz. Dürüst olsun, biraz da bilgili olsun. Ama üniversite hocasından, öğrencisinden kesinlikle korumasını bekliyo­rum cumhuriyeti' diyor...

Günlerdir "Şeriat Nasıl Önlenebilir?" diye yazıp çizerken, Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, salı günü akşamüstü, saat 19.30’da İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Meliki ile Tahran Caddesi'ndeki İran Elçiliği'nde gö­rüştü mü? Ne görüştü? Abbas Meliki, Dışişleri Bakanı'nın eğitimden sorumlu yardımcısı. Ülkeme şeriatı yaymak için çırpınan İran'ın tüm yöneticilerinin kafalarına sokmaları ge­reken bir gerçek var:

- Türkiye İran olmayacak!

Erbakan da böylece bilsin...