Çocukluğumun Ölümü...

Taşlamacı M. Eşref’i Dil Bayramı'nda gördüm. “Ankara Notları"nda M. Eşref, şu dizelerle taşlamış:
“Ozanlar, bir olalım tek dize vermeyelim/Şiiri nesir yapan Ekmekçi dostumuza./Tıkış tıkış etmeye öyle bir alışmış ki/Yarın ölürsek saman doldurur postumuza. ”
M. Eşref, yanıma geldi;
Üzüldün mü yazdığım dizelere? dedi.
Hayır, üzülmedim! yanıtını verdim, zaman zaman iğneyi kendimize batırmayı bilmeliyiz.
*
Pazartesi gününden beri çocukluk anılarıma gittim. Onlarla yaşıyor gibiyim. Annemi, babamı, kardeşlerimi yaşıyorum. Ben belki daha doğmadan, ağabeyimin öyküleri var, çok dinlediğim. Konya'nın Hadim ilçesinde ekmekçilik yapan babam bir gün, vergisini ödememek için kaçırılan, yakalanıp satılan bir deveyi satın almış. Deveyi köye getirmişler. Babam:
Deveyi Halit güder! demiş. Halit ağabeyim, her sabah deveyi alıp ormana götürür, ancak nasıl başa çıkacak? Deve bu. Deveyi ormanın içinde çöktürür, dizlerini bağlar, akşam da çözüp eve getirir. Hiç ot yememiş olan deve, açlıktan ahırda batma dediğimiz yemlikleri neredeyse yıkacak gibi olur, kimse zaptedemez. Babam:
-Bu deve aç! deyince, anam ağamı savunur:
Çocuk bu, gavur malının ayaklarını bağlamadı ya! Niye aç olsun? diye karşı çıkarmış...
Deveyi sonra ne yaptılar, bilmiyorum. 12 Eylül öncesinde, bu olayı Cumhuriyet’te yazmıştım. Ağabeyim, Yüksek Hakimler Kurulunda bolüm başkanı, yüksek yargıç. Kurulun başkanı da Mazhar Budak. Bir sabah ağabeyim, kurula geldiğinde Başkan Budak:
Geeel bakalım deve çobanı! der, deveyi çöktürür, aç bırakırsın ha!
Ağabeyim çok şaşırır, Mazhar Bey, çocukluğunda geçen bu olayı nereden bilebilir? Sonra usuna gelir:
Mustafa’nın yazısında mı okudun? diye sorar.
Ağabeyimle aramızda 12 yaş var, ama birbirimize çok benzeriz. Bir gün eşiyle operaya mı, konsere mi ne gittiklerinde, oraya İsmet Paşa da gelir. Çıkışta, Paşa'yı selamlamak için kalabalık bekleşmektedir. Ağabeyim de bekler. Paşa, önünden geçerken, ağabeyime takılır:
Gene neler düşünüyorsun, neler yazacaksın? diye sorar. Ağabeyim kıpkırmızı geçer, yanındakilere:
Paşa, beni Mustafa 'ya benzetti! der. İyi gene, kulağına yapışmamış. Paşa, bizim az mı kulağımıza yapışırdı?
Hacettepe'de “yoğunbakım"da yatıyordu. Pazar akşamı, onu son kez gördük: Eylem, Özlem’le birlikte.
Ben kardeşin Mustafa, abi tanıdın mı?
Gözlerini yarım açtı, güç soluk alıyordu:
Elimi tut! demeye çalışıyordu:
Bak, biz geldik, Eylem’le Özlem de geldi!
Allah razı olsun, Allah bağışlasın!
Gözyaşlarımızı güç tutuyorduk. Pazartesi günü öğleyin öldü.
Tanrıya inanmış, tam bir Müslümandı. Ama, hiçbir zaman bağnaz olmadı. Namazını gösterişsiz, sessizce kılardı. Hacca gitmedi. Ne namaz kılıp kılmadığımıza, oruç tutup tutmadığımıza karışırdı. Bayramlarda eşimle, bayramlaşmaya giderdik. Bir bayram, Şeker Bayramı mı, Kurban Bayramı mı neydi, unutmuşum. Sofrada, masanın üzerinde, bir viski şişesi duruyordu, açılmamış;
Abi, bu viski ne oluyor? diye sordum.
Meğer arkadaşlarına;
Bayramda kardeşim gelecek, onu ağırlamak istiyorum, ne yapayım? diye sormuş. Arkadaşları;
Kardeşinin eğilimi ne? demişler.
Ha, kardeşim solcudur, yanıtını vermiş,
O zaman, demişler, sen viski al, solcular viski içer!
Hatırı için bayram sofrasında, bir kadeh içtim artık!
Bayramlarda da el öpmezdim, öyle alışmıştım. Arkadaşlarına;
Solcular el öpmez! derdi, bizim birader de öpmez!
Ama, ona saygımı bir gün yitirmedim. Böyle dürüst yargıç da görmedim. Kardeşim, ağabeyim diye söylemiyorum. Arkadaşları onu çok iyi tanıyorlar. Yargıtay başkanlarından İmran Öktem'in o olaylı cenaze törenini kardeşim de yaşamıştı. İsmet Paşa da oradaydı. Öktem'in cenazesinde gericiler olay çıkarmış, cenaze namazı olupbittiye getirilmişti. Ağabeyim;
Cenaze namazı kılınmadı! diyordu, ben oradaydım kılınmadı!
Şimdi çoktan öldü, Diyanet’te Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Hamdi Kasaboğlu vardı, Atatürkçü, gerçek bir aydındı. Beni çok severdi. Hacca gidenlerin kurbanlarını Türkiye'de kesmeleri gerektiğini söyler;
Bizim ülkemizde açlar varken, Suudi Arabistan'da kurban kesilmesi doğru değildir! derdi. Bizler de Hamdi Kasaboğlu'nu tutar, desteklerdik. Ağabeyim, bir gün Diyanet İşleri'ne gitmiş, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Kasaboğlu'yla tanışmış. Kasaboğlu;
Siz, demiş Mustafa Ekmekçi’nin nesisiniz?
Ağabeyiyim efendim!
Aaa, demiş Kasaboğlu, beni öve öve bitirememiş. Ağabeyim de şaşkınlıktan ne diyeceğini bilememiş. Bana;
Yahu. Diyanette seni ne kadar çok seviyorlar! dedi.
Severler! dedim. Ağabeyimin gözünde büyümüştüm.
O ölünce, sanki çocukluğum öldü!