Civcivli Günler...

Nurullah Ataç’ın dün, ölümünün yirmialtıncı yılıydı. Asım Bezirci'nin «Nurullah Ataç» adlı incelemesinde okumuştum. Ataç, şöyle bir öyküyü anlatır:
Eskiden biri, bir vali, okulları dolaşıyormuş. Öğretmenlerden birini beğenmemiş, çıkışmış, öğretmen de ona:
- Ne yapalım, demiş size ol diyorlar, oluyorsunuz. Bize «öğretmen» ol, diyorlar olamıyoruz...
Ataç, belleğimde kaldığına göre şöyle sürdürüyor öyküyü:
- Benim beğenemediğim, övemediğim şairler arasında da yüksek yerlere ulaşmış kimseler var, saylavlar bile bulunuyor aralarında. Ne yapalım? Kolay iş yüksek yerlere ulaşmak, saylav olmak. «Geç» derler, geçiverirsinlz, ol derler oluverirsiniz. Şairlik öyle değil, benim «ol» dememle kimse şair olamaz.
Ol demeyle, gazeteci, yazar da olunmaz. Olunur, öyle olunur. Şinasi Nahit Berker’in usuma geldikçe, hoşlandığım bir sözü var:
- Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur! der, Şinasi Nahit.
Peki, politikacı olunur mu? Olunur olunmasına da, öyle olunur.
Bu, «Ankara Notları»nda, yolda, sokakta 'herkesin sorduğu Hasan Hüseyin’den, hasta yatağındaki ozandan söz etmek istiyordum. Hasan Hüseyin, ağır komayla yatağa düşeli üç ayı dolduruyor. Bugün seksen sekiz gün oluyor. Edindiğim bilgiye göre, yanına girenleri tanıyabiliyormuş. Henüz ağızdan beslenemiyor. Bu daha bir süre böyle gidecekmiş. Yoğun bakımda tedavisi sürmekte. Hasan Hüseyin’le İlgili birçok okur mektubu geldi. Aralarında şiir yazıp, yazdıklarını besteleyenler bile var.
Nadir Nadi'yi soranlar var, haber vereyim: İyileşiyor. Ayağa kalktı...
Jale Candan, İstanbul’dan geldi: Cemal Madanoğlu’ndan haber verdi. Madanoğlu’nun, Çağdaş Yayınlar’da çıkan «Anılar»ını yeni aldım. İstanbul'dayken, Madanoğlu'nu telefonla evinden aradım bulamadım. Jale hanım söyledi, telefonu bozukmuş, ondan bulamamışım. Cemal Madanoğlu, anılarının öbür bölümlerini yazıyormuş. Sevindim...
Ankara, demokrasiye yeniden geçişin en civcivli günlerini yaşıyor.
Konsey'de yeni seçim yasa tasarısı görüşülüyor. Hafta sonuna bitebilir deniyor. Yüksek Seçim Kurulu, seçimlerin başlangıç tarihini tasarıda belirtilenden daha erkene almayı düşünüyor. Seçimlerin başlangıç tarihinin. Yüksek Seçim Kurulu'nca açıklanması, birçok yönden önemli. Her şey, seçimlerin başlangıç tarihinin açıklanmasına bağlı da ondan. Aday olacak kimi kamu görevlilerinin görevlerinden istifa zorunlulukları, partili üç bakanın Adalet, İçişleri, Ulaştırma Bakanlarının görevlerini «tarafsız»lara bırakmaları, her şey her şey, bu tarihe göre düzenlenip, kotarılacak.
Yüksek Seçim Kurulu çevrelerinin kafasındaki bu tarih 3 ağustostur. Bu, hafta sonunda kesinlik kazanabilir. 3 ağustostan başlayarak 6 kasıma dek, işlerin sıralanması başlayacak anlayacağınız. İlk tarih 26 ağustostu, bu daha da öne alınıyor. Gözleyelim bakalım.
Partilerin, «karargâh»larından çok «iç hatları» önemli. Cephe gerisi yani. Sağda, bazı eski parlamenterler, kararsızlık içinde:
- Sunalp’a mı gideyim, Esener’e mi gideyim? diye düşünmekteler...
Papatya falı açmak belki daha kolay. Bu, eski parlamenterlerin durumu gerçekten güç, yürekler acısı vallahi! Toplanıyorlar, toplanıyorlar, bir türlü sonuca varamıyorlar. Esener’in oğlu, Hacettepe'de doçent, dişçi. İki yıl önce söylemiş:
- Babam parti kuracak! diye.
İki kişi dargın, biri öbürüne kızıyor mu? Haydii, öteki partiye!
Uğur Mumcu yazdı; karı-kocanın bile arası açılıyormuş!
Hüsamettin Cindoruk’un eski bir İl Başkanı oluşu, kararsızlıkları daha da kuşkulandırıyor:
- Biz onca yıl parlamentoda bulunduk, şimdi İl Başkanının buyruğuna mı gireceğiz? diye soranlar var, kendi kendilerine....
Sosyal Demokratların «iç hatları»nda dolaşmak da ilginç. Orada işler daha durulmuş değil. Ama, durulacak. Sağlıklı yollar bulunacak sanıyorum...
Dönem gerçekten çalışma, toparlanma dönemi. Tembelliğe prim verilemez. Ozan Ali Yüce anlattı fıkrayı, şöyle:
- Ülkenin birinde hükümdar bütün tembellerin öldürülmesini buyurmuş. Bunları tek tek öldürmek zaman alacak. Ülkede tembel çok. Pratik bir yol bulmuşlar. Bütün tembelleri toplayıp bir binaya doldurmuşlar. Binayı ateşe vermişler, senin gibi meraklının biri onları gözlemiş. Bakalım, nasıl bir tepki gösterecekler diye. Yangın gittikçe binayı sarıyor, tembellerde en ufak bir telaş yok, kaçalım, kurtulalım demiyorlar. Gerçi, kaçmalarına olanak yok, ama insan gene de çırpınır değil mi? Bunlar hiç oralı olmuyorlar. Derken yalımlar, ejderha gibi tembellerin yüzlerini yalamaya başlamış. Tembellerden birinin bir yanı yanmaya başlayınca, hafifçe öte yanına dönmüş ve yanında yatan arkadaşına şöyle demiş: «Yahu Ahmet, insanoğlu kuşa benzer. Az önce sol yanıma yatmıştım, şimdi sağıma döndüm!»
     ★★★
Ankara'da bir olay daha var: Kapatılan AP İle CHP'nin Meclis ve Senato grup başkanvekilleri, AP’den Oğuz Aygün, Gıyasettin Karaca, Cahit Dalokay, Ergin Özkan, Orhan Çalış, CHP’den Erdoğan Bakkalbaşı, Orhan Vural, Metin Tüzün, Coşkun Karagözoğlu, haklarında verilen son «yasaklama» kararlarına itiraz ediyorlar. Dilekçelerini İçişleri Bakanlığına verdiler. Yayınlanan yasaklar listesinde, onlar da, genel idare kurulu üyeleri gibi, on yıllık yasaklılar arasında yer almışlardı; diyorlar ki:
- Anayasa’nın geçici dördüncü maddesinde bizlerden söz edilmiyor. İçişleri Bakanlığında, büyük kongrelerin kongre tutanakları vardır. Ancak bizi, kongreler değil, TBMM grupları seçer. 13 Eylül sabahı parlamento feshedildi, bizim görevimiz de sona erdi, ancak partilerin genel yönetimleri, 16 Ekim 1981’e dek sürdü. Grup Başkan Vekilleri olarak bizlerin genel yönetim kurulu toplantılarına katılmamız bir şeyi değiştirmez. Konseyin yasakları içinde yokken, İçişleri Bakanlığının yorumuyla on yıllık yasağa girmemiz Anayasaya aykırıdır!
Böyle diyorlar. Bakalım, İçişleri Bakanlığı ne yanıt verecek?