Civcivler de yesin...

şık Veysel'e, dostları:
Veysel amca, gitme bu gece burada kal... dediklerinde, şu fıkrayla yanıt vermişti:
Kapıyı tak tak tak vurmuş, içeriden kadın seslenmiş:
Kim o?
Allah izin verirse kocanım! diye karşılık vermiş adam. Veysel eklerdi:
Allah izin verirse yine geliriz, izin versin yeter ki...
Ulus izin verdi, Turgut Özal iktidar oldu. Çıngıldağın (tahterevallinin) bir ucunda sağ oylar ağır basınca, Özal’a başbakanlık göründü.
Çıngıldak kuramını, “Ankara Notları”nı izleyenler iyi bilirler. Bilgiçlik olmasın ama, kaç kez değinmeye çalışmıştım. İlk kez uygulanan böyle bir seçim sistemi, ülkemizde şaşırtıcı sonuçlar verecekti. Sistem iki partiye şans tanımakta, küçük partileri elemekteydi. 1977 seçimleri bu sistemle yapılsaydı, o zamanki CHP aldığı yüzde 42 dolayında oya karşın, 320 dolayında sandalye kazanacaktı. 18 haziran 1983 günlü “Ankara Notları'nda şöyle yazmışım:
"... 1960 da, 12 Mart da" olağanüstü dönemlerdi. Buradan giderek, belki 6 kasım seçimlerinde, güçlerine göre artık hangisi olduğunu bilemem. 2 büyük parti yanında, bir üçüncünün de meclise girmesi usa yakın gelebilir. Ondan sonra yine 2 partiye doğru düğümlenmeye başlar oylar..."
1977’de, bu seçim sistemi uygulansa, örneğin bir MSP, bir MHP yüzde 10 barajı aşıp, meclise giremeyecek. Gelecek seçimlerde de iki büyük parti yanında, bir küçük partinin meclise girmesi olasılığı yok. Bu kez, örneğin bir MDP’nin üçüncü parti olarak meclise girmesi, doğalı değil, doğal olmayanı göstermekte. Gelecek seçimlerde, bunlar düzelir gibi görünüyor. Seçim sisteminin özelliklerinden doğan bazı ilginç durumlar da gördük bu seçimde. Örneğin, 120 bin geçerli oy bulunan bir seçim çevresinde, üç milletvekilliği için il barajı 40 bin, burada 39 bin oy alan eleniyor; buna karşılık 10 bin oyla, meclise giren milletvekili var, bir küçük seçim çevresinde... değerlendirmedeki adaletsizlikler, belki bu uygulamadan sonra, düzeltilebilir yasada.
Seçim sisteminin özelliğini gözardı etmeyince, sonuca şaşırma olasılığı yok.
Mehmet Yazar, oyunu Ankara’da kullandı. Akşamüstü, oy kullandığı sandığa gidip sandık sonuçlarını öğrendi.
İlginç! dedi.
O gün, aynı sandıkta oy vermeye gelen bir nine, başkana.
Evladım, şu pusulada “güneş" hangisi, bir gösterir misin? bir yanlışlık yapmayayım hay oğlum? dedi
Türkiye'de 1950'lerden beri, hatta daha öncelerden beri kemikleşmiş oylar vardır.
Seçmen yaşını bulmuş genç kızlar, eğilimlerine göre oylarını kullanırken, “güneş“e oy veren biri:
Bu oy, ödünç oy! diyordu. Şimdi veriyoruz, sonra geri alacağız.
Kızlar, hava atmasını sevmezler mi? Onlar da kendi aralarında argo konuşurlar mı? Konuşmaz olurlar mı. Örneğin biri, söyler:
Ben bugün filan ünlü ile konuştum! Biri lafa karışır:
Ufak at da civcivler de yesin!
İnanmazsanız inanmayın!
2 kasım günlü “Ankara Notları”nda, “kararsız” oyların, seçim sonuçlarını etkileyebileceğini vurgulamıştım. Seçim gecesi, ya da seçim sabahı kesin kararlarını verenler vardı. Kuşkusuz, herkes bir görev yaptığının bilincindeydi. Seçimleri kazanıp, meclise giremeyenler dışında hoşnut olmayan kimse görmedim!
Önümüzde aşılması olası güçlükler var: Tek parti iş başı yapamasaydı, “ortaklık'' gündemdeydi. Ulusu da, deneyimli bir başbakan olarak başbakanlığı sürdürürdü. Bu şimdi söz konusu değil gibi. Böylesi bir fark, Özal'ın bir başına iktidar olmasına yeter de artar bile...