Cıngıldakta üç kişi...

Haydi bakalım, bu kez de Nazilli'den geldi tahterevalli karşılığı kullandığım cıngıldağın bir başka deyişi. Sabri Övgün şöyle diyor,
“Uzun zamandır yazarsınız “cıngıldak kuramı”nı. Okuyuculardan mektuplar da alıyorsunuz. 13 ağustos tarihli Cumhuriyet’te bu konudan söz etmişsiniz; bizim yöredeki adı; gındırgaç, ya da gındırgeç. En az iki kişi binilir, binenler kesinlikle çift sayılı olur. Aksi halde denge sağlanamaz...
Evet, Ekmekçi kardeş, dört kişi, altı kişi binilir ve dönülür. Gındırgeçlerin seslerinden, gacırtılarından, gücürtülerinden anlaşılır, kimin bahçesinden geldiği, hatta kimlerin bindiği...
Sayın Ekmekçi, beni elli yıl öncelerine götürdünüz, anılarımı tazelettiniz. Gındırgeçleri ben bile zaman zaman çocuklarıma anlatırım."
Son vetolar, cıngıldak ya da gındırgeç her neyse, ona bineceklerin sayısını da belirledi gibi. Gazetelerde gördüğüm kadarıyla, kafaları kurcalayan bir konu daha var; o da şu: Milli Güvenlik Konseyi’nin onayından geçmiş kişiler, kurucu otuzu dolduramamış partilerin kurucusu olabilirler mi? Yani kurucu transferi olabilir mi, olamaz mı?
İçişleri Bakanlığı Konsey’e kurulan partilerin tüzüklerini değil kurucularını bildiriyor, incelenmesi sözkonusu olan, kişilerin politika yapıp yapamayacakları. Yasa siyasal partilerin izinsiz kurulacaklarını belirtiyor. Demek ki, incelemede partinin "veto" edilmesi sözkonusu değil, kişilerin kurucu olabilip olabilmemeleri ilk ağızda düşünülen şey.
Eeee, bu durumda; durumu incelenerek, kurucu olmasında sakınca görülmeyenlerin, kurucu eksiği olan bir başka partiyi onurlandırarak onun kurucusu olması nasıl karşılanabilir?
Komşuda pişer, bize de düşer; deyip, başka partilerden kurucu alma hevesinde olanlar da bulunabilir ne bileyim?
Daha böyle bir girişim olmadı; olursa, ya da olmadan bu yolun tıkanması güç değil gibi geliyor bana...
Milletvekili transferlerini hoş karşılamayan toplum, bunu hoş karşılar mı? Ödünç kurucu mu olurmuş.
* * *
Eski Bakanlardan Şerafettin Elçi, cezaevinden çıkalı 3 ay olmuş, önceki gün onu ilk kez gördüm. Gazeteler, bir kişi cezaevine girince, çarşaf çarşaf verirler de, salıverildi mi, iki-üç satırla geçiştirirler haberi. Öylesine ki, salıverilme haberi taşra baskılarında yoksa çok kimse adamın salıverildiğini bilmez, hâlâ cezaevinde yatıyor sanır. Örneğin, "Şu kadar kişi, gözaltına alındı" ya da "Tutuklandı" haberlerini okursunuz da, onların sonunun ne olduğunu bilmezsiniz. Belki ertesi günü salıverilmişler, ya da hüküm giymişlerdir. TV'de de dinleriz; “Filan yerdeki trafik kazasında üç kişi öldü, beş kişi de yaralandı" diye. Usuma gelir, “Acaba o yaralılar ne oldu? Öldü mü, kaldı mı?”
Elbette, basınımız da o denli gelişmiş değil; ama bu demek değildir ki, hazırlanan yeni basın yasa tasarısındaki ağır hükümlere müstahaktır, layıktır, o hiç değil...
Yeni Basın Yasa Tasarısı, çok eleştirildi, komisyonda bekletilmesi, Anayasa Komisyonu’ndan görüş istenmesi, “iyiye alamet" diye düşünmenin sırası...
Basın olarak kendi kusurlarımızı biliyoruz; ama, iğneyi kendimize batırmasını biliriz, iyileştirmenin yollarını arar buluruz da...
Cezaevinden çıkıp özgürlüğüne kavuşan bir okur, Şükrü Aygün, ailesinin içinde yaşamanın mutluluğunu söylemeye çalışıyor.
“Cezaevinde yatmakta iken de sizi birkaç defa mektupla rahatsız etmiştim. İsmimi “Ankara Notları" köşenizde yayınlamış, yazdığım şiirlerin sizler gibi ağabeylerimizin yardımıyla değer bulacağını söylediğimi yazmıştınız. Ondan sonra birkaç defa daha şiir göndermiştim. Cevap alamadım. Gönül isterdi ki, bir şiirimiz köşenizde yayınlansın. O zamanki şiirlerden, sizin adınıza yazdığım bir şiirimi iletiyorum. Köşenizde şiirimi okumak, beni çok mutlu edecektir...”
Şükrü Aygün, şiirlerine "Aygün” imzasını atıyor. Dizelerinde sanki, gençliğin omuzlarındaki ağır sorunları da vurguluyor. Bir okur içtenliğiyle yazılmış dizelerden bazıları şöyle:
“Niçin hor görürler bizi / Bilmiyorum dost Ekmekçi / Sen anlarsın derdimizi / Dost Ekmekçi, Dost Ekmekçi.
Bu memleket hepimizin / Kapısı yok yapımızın / Boynumuzda ipimizin / Ne işi var dost Ekmekçi?
Görürsün kuyu eşeni / Ekmek peşinde koşanı / Ne hoş yazarsın köşeni / Dost Ekmekçi, dost Ekmekçi.
Kafesten baktım güneşe / Veriyor insana neşe / Çekilir gelenler başa / Dost Ekmekçi, dost Ekmekçi...”