Cin var mı, yok mu?...

Hafta başında Ankara'da, Milli Eğitim Bakanlığı’da, “Başöğretmen Atatürk" salonunda önemli bir toplantı başlamıştı; toplantının konusu “yaygın eğitim”di. Bakanlıklardan, üniversitelerden, çeşitli koruluşlardan yetkili kişiler toplantıya gelmişlerdi.
Diyanet İşleri'nden gelen Dr. Abdulbaki Keskin, TV’deki bazı yayınlardan yakınıyordu, özetle şöyle dedi;
Efendim, televizyonda "uykudan önce" sırasında gösterilen çizgi filmlerde "cin peri filan yok!” deniyor. Peri evet yoktur, ama cin vardır. Bunun Kur-an’da da yeri var...
Cin vardı, yoktu tartışması başladı. Milli Eğitim Bakanlığından gelenlerden General Osman Feyzoğlu, Keskin'e karşılık verdi:
O cin dediğiniz mikroptur, mikrop vardır!
Toplantılardan birinde, eğitimci Rauf İnan, Kur-an'nın Türkçe okunması gerektiğini söyledi, "Türkçe okunmalıdır, o zaman anlaşılır" diye ekledi. Kur-an'da buna ilişkin ayetler bulunduğunu bildirerek örnekler verdi. Biri şöyleydi: "Biz bu Kur-an'ı Arapça indirdik ki, anlayasınız, düşünesiniz..." Rauf İnan, bu düşüncelerini birkaç yıl önce Cumhuriyet’te yayımlamış, açıklamıştı. Kur-an'ı anlamadan Arapça okumanın bir yararı yoktu. Rauf İnan’a, Diyanet İşleri'nden gelen Abdulbaki Keskin karşı çıktı;
Kur-an Türkçeye çevrilip, Türkçe okunmaz, Kur-an Arapça değil, “Rap"çadır Rap, “Tanrı" demek olduğuna göre, Tanrı’nın kendi diliyle söylenmişti.
Osman Feyzoğlu, Diyanet İşleri temsilcisine:
Bak ne güzel konuşuyorsun, ben seni anlıyorum. Tanrının ne dediğini de anlasam olmaz mı? diye sordu.
Yaygın eğitim konusu da tartışıldı toplantıda elbette, buraya Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden İnal Cem Aşkun gelmişti, o orada bulunanlara, “yaygın eğitim" konusunu enine boyuna anlattı. Belki bir başka “Ankara Notları"nda buna da değinirim...
Geçtiğimiz günlerde, Mecliste Diyanet İşleri’yle ilgili bir sözlü soru nedeniyle tartışmalar oldu. Bahriye Üçok'un sözlü sorusu bunun üzerineydi. Üçok, Diyanet İşleri ile vakfı hakkında, Başbakanlık'ta bulunan soruşturma dosyasının ne olduğunu soruyordu. Toplantıda ANAP Milletvekilleri, Bahriye Üçok'u konuşturmadılar.
Bu, günlerdir kafamı kurcaladı, daha önce de bir “Ankara Notları"nda bu soruşturma olayına değinmiştim. İçimden, Uğur Mumcu'ya özenerek, belgeler araştırayım diye düşündüm. Bulduklarım karşısında gözlerim faltaşı gibi açıldı...
Birkaç küçük örnek: “Diyanet'' gazetesinde zaman zaman siyasal yazılar yayımlanmış, bu ortaya çıktı. Üst makamların uyarılarına karşın siyasal ve ideolojik yayınlar sürüp gitmiş. Mayıs 1982 tarihli “Diyanet" gazetesi basıldıktan sonra, beş siyasal ve ideolojik yazının yer aldığı bu mesleki dergi toplatılmıştır. Beş adet siyasal nitelikli yazı çıkarılmış, yeniden basılmıştır.
13 Haziran 1979 günlü “Diyanet Takvimi" yaprağında: “Hilafet bu millete ilahi bir emanet olarak tevdi edilmiştir" deniliyor. 27 Eylül 1980 tarihli “Diyanet Takvimi" yaprağında: “Kadınların tahsil görmesinin fuhuşa vesile olup olmayacağı" tartışılıyor. Ve “Okuma-yazmanın fuhuşa vesile olacağı iddiasının doğru tarafları vardır" deniliyor.
1 Haziran 1980 gününü taşıyan “Diyanet Gazetesi”nde, "Köyde bulunan önder" konulu yazıda “Öğretmenin köyde lider olma şansı zayıflamıştır. Öğretmen devletçe sağlanan bazı imkânlara rağmen muvaffak olamamıştır. Üzülerek ifade etmek durumundayız ki, son yılların bazı talihsizlikleri öğretmeni yıpratmıştır. Bu bakımdan köy imamının liderliğine tekrar dönülmelidir" tümceleri yer alıyor.
Başbakan Yardımcılığı’nın 30 Kasım 1982 günlü üst makama gönderilen bir yazısında, şöyle deniyor:
"Başkanlık adına yayınlanan" Diyanet Gazetesi” ve her yıl bastırılan takvimler ve diğer yayınların incelenmesi gereklidir. Bu konuda dosyada mevcut belgelere göre Atatürk inkılapları ve laiklik aleyhine çeşitli görüş ve davranışlar saptanmış bulunmaktadır..."
Belgeleri okudukça içime bir karanlık çöküyordu. 17 Nisan Köy Enstitüleri'nin kuruluş günü toplantısında içim açıldı. Ankara'da Sanat Kurumu'nda yapılan toplantıya, Rauf İnan, Talip Apaydın, Abdullah Özkücür, Atalay Yörükoğlu, Fethi Esendal konuşmacı olarak katılmışlardır. Toplantıyı “Öğretmen Dünyası" adına Ayhan Sarıhan yönetiyordu. Köy Enstitüleri’nde demokratik eğitim, bir başka deyişle “kişilik eğitimi" uzun uzun konuşuldu. Bu kurumların kuruluş amacı, köyün ve köylünün canlandırılıp, bilinçlendirilmesiydi. Rauf İnan bir ara. Köy Enstitülerinde, örneğin Çifteler Köy Enstitüsü'nün girişinde Atatürk'ün Türk köylüsü ile ilgili şu sözlerinin yazılı olduğunu bildirdi. Bu, Atatürk'ün 1 Mart 1922'de Meclis açış söylevinden alınmıştı. Sadeleştirilmiş biçimi şöyleydi:
"... Gerçekten yedi yüz yıldır cihanın çeşitli bölgelerine göndererek kanlarını akıttığımız, kemiklerini yabancı topraklarda bıraktığımız ve yedi yüz yıldan beri emeklerini ellerinden alıp, saçıp savurduğumuz ve buna karşılık sürgit onur kırma, aşağılama ve kötüleme (tahkir ve terzil) ile karşıladığımız ve bunca özveriliklerine ve iyiliklerine karşı iyilik bilmezlik, küstahlık, zorbalıkla uşak kertesine indirmek istediğimiz bu özsahibin önünde bugün tam utanç ve saygı ile gerçek durumumuzu alalım...
... Demiştim ki, bu yurdun özsahibi ve toplumumuzun temel öğesi köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne dek eğitim ve öğretim ışığından (nur-u maariften) yoksun bırakılmıştır. Bunun için bizim izleyeceğimiz eğitim ve öğretim siyasasnın temeli ilk önce var olan bilmezliği (cehli) gidermektir..."
Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu salon, alkıştan çınlıyordu. Köy Enstitüleri’nde okumuş olanlar ak saçlarıyla göze çarpıyorlardı...