Çiftçi Çukurda Kaldı!..

Ne demiş Bektaşi?
Ramazan geldi dayandı, evde bir damla şarap yok!
Pazar günü, Başbakan Turgut Bey'in çiftçilere bir parmak bal çalmayı kapsayan basın toplantısını izledim. Basın toplantısı sürerken, canım bir sigara yakmak istedi, yakamadım. Kimse sigara içmiyor muydu ne? Turgut Bey'in önünde, masada sürahi ile bardak da yok!
Vay kâfir, Ramazanda sigara içiyor! derler diye çekindim. Oysa, eskiden sigara içmek isteyen tüttürürdü sigarasını. “12 Eylül'ün yasaklarına ramazan da bindirince tutucular iyiden iyiye azdı!" diyecekken Can Pulak anımsattı; geçen ilk toplantıda Turgut Bey rica etmiş içilmemesini, "Kalp rahatsızlığı geçirdim, sigara içmeyin!" demiş.
Basın toplantısında Turgut Bey, köylerde oturanların yüzde 85'ten yüzde 45'e düştüğünü söyledi. Kentlere taşınmışlardı, göçenler. O konuşurken düşünüyordum;
Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, köyden kente akın olmazdı, köyler de yaşanabilir yerler olurdu.
Bugün Ankara yakınında bir köye gitseniz, gece kalabilecek temiz yataklı bir pansiyon bulabilir misiniz? Kahvaltı verecek bir ev? l-ıhh. Köyden geçtim, Anadolu illerinde, bir kadeh bir şey içecek bir lokanta bulmak bile sorundur ramazanda. Ramazanda turist de oruç tutar!
Basın toplantısından sonra gazeteye geldim. Evren'i güneyde izleyen İzmir'den Barış Kudar’la, Antalya'dan B. Ecevit oradaydılar. Bölgelerine giderken Ankara'ya uğramışlardı. Gezi izlenimlerini anlattılar. Bir yerde, gazetecileri "protokol”un yemek yediği bölüme sokmamışlar. Onlar, şoförler, hizmetlilerle birlikte yemek yemişler! Bürokratların, Cumhurbaşkanına yağ yakarak göze girmek isteyenlerin işgüzarlığıdır bu. Gazetecilerin yapacakları bir şey vardı, olayı protesto edip oradan ayrılmak, gidip bir lokantada topluca yemek yemek!
Biz, demokrasi dönemini yaşadık ülkede. İsmet Paşa'nın gazetecilere davranışı çok başka olurdu. Onlarsız sofraya oturmaz, yemek yemezdi!
Evren'in de bir yerde "Rakıları kaldırın!" dediğini Cumhuriyet'te okumuştum. Ondan sonra, gezilerin tümünde, bürokratlar sofraya içki koymamışlar. Haberi okudular ya!
Turgut Bey, köyler boşaldıktan sonra çiftçiden imdat bekliyor gibiydi. Paraları peşin verecek, ürün fiyatlarını yükseltecekti. Ama artık çok geçti. Bir çiftçi arkadaşımın söylediğine göre, inandırıcılığı kalmamıştı! Çiftçinin "iflahı" kesilmişti! 40-50 dönüm toprağı olan çiftçiler, topraklarının bir bölümünü satarak geçinebiliyorlardı. Ortakçı olanlarsa, yaşam düzeylerini düşürerek, ayakta duruyorlardı. Büyük çiftçiler tam anlamıyla iflas etmişlerdi. Bunlar, ANAP'ı bırakıp DYP'ye gidiyorlardı! Küçük çiftçileri ise SHP bekliyordu! Hani çocuklar oynarlar, “Çiftçi çukurda kaaaldı, haaydi peri kızı!" diye. Durum bütünüyle öyle gibi...
* * *
Turgut Bey, basın toplantısında "anayasa tartışmaları" konusunda sorulardan kaçındı. "Soru başlarsa, akşama kadar bitmez toplantı" diyordu. Bugün ANAP grubunda, gazetecilerin soru sormalarına da olanak vereceğini söyledi. "Yasaklar"ın kalkması konusunda, halkoyuna gitmede ısrarlı olduklarını yineliyordu.
Tartışmalar sürerken, 1402'lik anayasa Profesörü Bahri Sava’nın görüşlerini almak istedim. Bahri Bey, şunları söyledi:
"Bunca gürültüden sonra, anlaşılan şudur:
1-Özal, anayasayı değiştirme sistemini kolaylaştırmak ister gözüküyor. Oysa ki, ileri sürdüğü yöntem, kendisine anayasayı, istediği zaman, istediği yönde, istediği kadar tek başına değiştirme; kendisi istemediği zaman da, değiştirtmeme olanağını sağlama yöntemidir. Böylece, zaten kısmacı-imsakçı 82'yi, bu kez, kendi bireysel-tekçi-tekelci-ticaretçi rejiminin anayasal dayanağı olmaya götürüyor.
Özal, 24 Ocak'ı, 12 Eylül otoritaryanizmi ile yürütme dönemini açtı ve iflasla kapadı; faturasını, holdingçiliğin dışında ulusa yükledi. Şimdi, yıl sonundaki zararlarını kâr gibi gösterme kamuflajı altında girişeceği yeni finans-kapital oyunlarını, bu kez, ancak kendi tekelci-tekçi-sivil vesayetçi bir kapalı rejim hükümdarlığı altında yürütmek zorundadır. İşte onun için, anayasa ile istediği gibi oynama yollarını arıyor.
2-Özal, eski siyasal liderlerin yasaklılıklarını kaldırmak ister gözüküyor. Oysa ki önerdiği şemada, işine gelen yerde 'gizli oy' (175’te olduğu gibi); fakat yine işine geldiği bir başka yerde 'kapalı oy’ (geçici 4. maddede olduğu gibi); referandumun geçerlilik kazanabilmesi için yüzde 60'lık bir barajı aşma zorunluluktan ve fakat başka bir yerde bu yüksek barajı aramama gibi kötü esnaf kurnazlıktan ve çıkarcı politikacılığın kaçınılmaz olarak içine düşeceği çelişkileri ile yasaklılığın kalkmasının önüne set çekiyor.
Yasakların kalkmasında partisinin bundan yana olduğunu göstermek için açık oy diyor, fakat bir kaza ürünü olarak, tasarı Meclisten geçerse, onu bu kez referandumda akamete uğratmak için yüzde 60'lık bir barajı öneriyor.
Aslında yasakların önüne şimdiki 175 ile pekâlâ ve pek kolay olarak gidilebilirdi; hem de, Cumhurbaşkanı da bunu içtenlikle istiyorsa, referanduma bile gitmeden. Zaten Cumhurbaşkanı mutabık olmasa da ve yasakları kaldıran yasayı referanduma sunsa da birleşik bir iktidar-muhalefet kombinezonu bu referandumu kolayca kazanırdı.
3-Çok sakıncalı bir yer de, bir anayasa değişmesinde gizli oya gidilmesidir. Anayasa bir ‘sosyal pakt'dır. Toplumun bütününün uyum ve konsensüsüne dayanır.
Gizlilik ile, hiçbir konsensüse ve sosyal pakt uzlaşmasına varılamaz
4-Özal bundan sonra yapacağı zorunlu referandumlarda böyle bir baraj aramıyor.
Neden? İlerde kendi isteyeceği anayasa değiştirmelerini, referandumdan kolay geçirmek için.
Evet, referandum, demokrasinin tbir kurumudur. Fakat çağımızdaki 'siyaseten de gelişmekte olan (mudil-zor) ülkeler'de, referandum, ‘aldatıcı bir demokratik görünüm' verme istidadındadır. Ona, sıkı-yoğun-maddi olanaklarla bir yaklaşım gösterdiğiniz zaman; bir demokrasinin normal kurumlar -araçlaı-yöntemleri ile asla varamayacağınız ‘demokrasiye sığmaz sonuçlar'a kolayca varabilirsiniz, bu mudil ülkelerde...
5-Özal, son girişiminde, Cumhurbaşkanı ile mutabakata da varmışmış!
Muhalefet, bu konuda, Cumhurbaşkanından açıklama istiyor.
İstesin. Ama asıl sorun, bu değil. Asıl sorun şu: Bir anayasa konusu, yani rejimin yazgısı, geleceği konusu, nasıl olur da, bir ‘Çankaya- Başbakanlık köşkü tekçiliği-tekelciliği' yolu ile çözüme götürülmeye girişilebilir? Nasıl olur da çözüm böyle bir girişimin ipoteği altına alınabilir?
Anayasa konusu, yani rejim, tüm ülkenin tapusundadır. Ona, ancak, ülkenin bütün sosyo-ekonomik ve politik dinamiklerinin geniş katılmaları yöntemiyle yaklaşılabilir. Çözüm de, böyle bir yaklaşımın doğuracağı konsensüs ile bulunabilir.
Bu konsensüse katılma hakkı ihlal edilmiş olan muhalefetçe Cumhurbaşkanı'ndan, böyle tekelci-tekçi girişimlere araç olmaması rica edilebilirdi."