Cezaevindeki Hukukçu..

Ceyhan Cezaevi’nde yatan, ölesiye hapis cezasına hükümlü, Oğuzhan Müftüoğlu’ndan bir mektup aldım. Anti-terör ve koşullu salıverme yasasına değiniyor, özetle şöyle diyor:
"Sayın Ekmekçi,
Sizin de kimi yazılarınızda değindiğiniz gibi, eşi herhalde dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş ve hiçbir hukuk mantığıyla açıklanamayacak haksızlık ve eşitsizliklerle dolu bir yasa çıkarıldı.
Yasanın gerçekten de savunulabilecek hiçbir yanı yok. Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'nun gazetecilere yasada sağ-sol ayrımı olmadığını söylemesine karşın, ilkel bir sol düşmanlığı ve sağ-sol ayrımcılığı apaçık sırıtmaktadır. Gerçi son günlerde çok yazılıp çizildi ama, ben yasadaki ayrımcı anlayış üzerinde kısaca yeniden durmak İstiyorum.
Bu yasayla, örneğin Bahçelievler katliamında 7 TİP sempatizanı genel boğarak, kurşunlayarak öldürmekten 7 kez ölüm cezası almış olanların ve 1980 öncesindeki bütün katliamların sorumluları, Tütengilleri, Bedrettin Cömertleri, Doğan Özleri, Karafakioğullarını, binlerce aydınımızı, gencimizi katletmekten sorumlu olan sağcıların salıverildiğini, buna karşılık ölüm ve ölesiye hapis cezası almış bütün solcuların içeride bırakıldıklarını şimdi herkes biliyor.
Buna karşın Sayın Sungurlu, yasada sağ-sol ayrımı yapılmadığını nasıl savunabiliyor?
Bu eşi görülmedik ayrımcılığın 'solcuların işledikleri suçların devlete karşı işlendiği' gerekçesiyle açıklanmaya çalışıldığı da görülebiliyor. Nazlı Ilıcak, Tercümandaki yazılarında, yasadaki ayrımcılığı bu şeklide savunmaya çalıştı. (Ona göre devletin ırzına geçilmesi, vatandaşın ırzına geçilmesinden daha ciddi ve önemli bir suç teşkil etmekteymiş!) Bu tür gerekçelerin tutarsızlığı da ortada. Çünkü yasada 125 ve 146. madde kapsam dışı kalırken, ceza yasasının aynı (Devlete karşı İşlenen cürümler) bölümünde yer alan 149. madde istisna hükümlerinden sayılmıyor. Çünkü Kahramanmaraş katliamından dolayı yargılanan sağcılar 149. maddeye göre cezalandırılmıştı. Bu suretle, Kahramanmaraş'ta hamile kadınları, küçücük çocukları ve yaşlı, genç yüzlerce yurttaşımızı katledenler (Sağcı oldukları için!) devlete karşı sayılmıyorlar ve bu 'dünyaya örnek olabilecek' yasa sayesinde salıverilebiliyorlardı.
Sayın Ekmekçi, yasayı hazırlayanların düşünce zenginlikleri bu kadarla da sınırlı değil. Onların ayrımcı zihniyetlerinin en ince örneklerinden biri, geçici 4. maddenin ilk fıkrasında saklı. Buradaki hükme göre polis, asker ve devlet görevlilerini Öldürenler (125. ve 146 madde gibi) 1. maddedeki koşullu salıverme hükümlerinden yararlanamayacaklardı. Ancak yasayı çıkaranlar, bir yandan solcuları içeride bırakırken, bir yandan da bir kısmı pek çok profesör, öğretmen, yargıç, savcı ve emniyet müdürü, milletvetkili, -ki bunların hepsi devlet memuru ve kamu görevlisidir- öldürmekten de sorumlu olan sağcıları tümüyle çıkarmak istiyorlardı. Yasa ilk biçimiyle çıksaydı, 'komünist' profesörleri, öğretmenleri, yargıçtan, Doğan öz, Cevat Yurdakul gibi savcı ve emniyet müdürlerini, CHP milletvekili Köksaloğlu'nu öldüren ‘milliyetçiler’ de içeride kalabilirlerdi. Bu yüzden, geçici ek 4. maddenin (a) fıkrasına 'Bu kanunda terör suçu sayılan eylemler sonucu' diye bir tümce eklendi. Böylece yukarıda sayılan devlet görevlilerini öldüren sağcılar (Sıkıyönetim mahkemelerinde bu yasada terör suçu sayılan 146 vb maddelere göre değil, 450 vb adi suç hükümlerine göre yargılanıp cezalandırıldıkları için) yasanın koşullu salıverme hükümlerinden yararlanır hale getirildiler. Bu şekilde ek 4. maddenin (a) fıkrası, aslında ‘polis- asker, yargıç, savcı, emniyet müdürü, profesör, öğretmen gibi devlet memurlarını öldürenler sağcı ise yasadan yararlanır, solcu ise yararlanamaz’ biçiminde bir anlam kazanmış oldu!
Sayın Ekmekçi, bütün bunları bu kadar açık, bu kadar pervasızca ve rahatça nasıl yapabilmişlerdir? Patagonya’da değil, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarının içinde kalmış bir yamyamlar kabilesinde değil, dünya çapında anayasa hukukçuları yetiştirmekle övünülen 21. yüzyılın eşiğine gelmiş bir Türkiye’de tüm bunlara nasıl cesaret edebilmişlerdir? Ve tabii bizim koca demokratik kamuoyumuz, çağdaş basınımız, ilerici-demokrat güçlerimiz, böyle bir yasa komisyonlardan Meclis'ten geçerken ve bir avuç tutuklu yakını Meclis kapılarında çırpınır, itilir, kalkılırken, nasıl ve neden o kadar sessiz (ve pervasız!) kalabilmişlerdir? Benim yanıtını aradığım bu soruların ortaya çıkaracağı gerçekler, sanırım böyle bir yasanın çıkarılmasından da, birkaç yüz faşist salıverilirken binlerce devrimcinin içeride kalmasından da önemli ve acıdır.
……
Sayın Ekmekçi, biliyorsunuz ben bir hukukçuyum. (Kendi durumumda hiçbir olaya adı bile karışmadığı halde, ölesiye hapis cezası almış N.Mitap gibi arkadaşlarımın durumundan söz etmiyorum. Cezaevinde bulunduğum 11 yıl boyunca yüzlerce dava dosyası, yüzlerce mahkeme kararı inceledim. Bunlar arasında öyleleri vardır ki bırakın hukukçu olmayı, sıradan sağduyu sahibi bir vatandaşın bile kabul etmesi bir yana, isyan etmemesi olanaksızdır Polisteki işkenceli sorgulara egemen olan 'bunu yapmadıysa, başka bir şey yapmıştır’, ‘bu yapmadıysa başka biri yapmıştır' mantığı kararlara aynen yansımış; sonuçta yüzlerce insan; yüzlerce, binlerce kişinin yargılandığı toplu davalarda hiç ilgisi olmayan olaylardan ölüm, ölesiye hapis cezaları almıştır. Bir E .Çınar olayını basına yansıyıp, yazılıp çizildiği İçin biliyorsunuz. Oysa ben bugün, benzeri biçimde hiç ilgisi olmadığı, olaylardan dolayı ölüm ve ölesiye hapis cezası almış olan bir yığın insan tanıyorum. Ve bu insanlar 11 yıldır içeride yatıyorlar. Kimi dosyalarının Yargıtay'da incelenmesini bekliyor. (Kimbilir kaç yıl sonra), kiminin cezaları Yargıtay’ca bozulup salıveriliyor. (On yıl boş yere yattıktan sonra geçip giden yaşamlarının en güzel yıllarını kim geri getirecek?) 12 Eylül sonrasının hayhuyu içinde; cezası onaylanıp kesinleşmiş olanlar ne olacak? Hukuk fakültesinde okuduğum yıllarda hocalarımız çağdaş hukuk anlayışının, tek bir masumu cezalandırmaktansa, on tane suçluyu cezasız bırakmayı tercih ettiğini, çünkü tek bir insanın haksız yere cezalandırıldığı bir yerde adaletten söz edilemeyeceğini anlatırlardı. 12 Eylül hukukunda ise bir tek erin işlediği bir suçtan, tüm bir bölüğü cezalandıran ‘mantık’ egemendi...”