Cezaevinde Yaşam...

Ceza ve Tutukevi'nden geliyordu mektup, cezaevinin, hükümlünün adını açıklamam gerekli değil; şöyle başlıyordu:
“Size yazmak için oturdumdu ya, söze neresinden ve nasıl başlayacağımı kestiremiyorum bir türlü. Ansızın penceremden ince uzun bir ışık yalımlanıyor, al al pullanıyor güzlerimde. Bakıyorum, dışarıda hovarda bir bahar havası var. İyice görebiliyorum oturduğum yerden; güneş ve yağmur iç içe. Hovarda deyişim de bu yüzden olsa gerek. Bu mevsimde burası hep böyledir. Bir bakarsın bir bakır çalığı güneş amaçsız dikilivermiş tepene. Bir bakarsın şıkırdım bir yağmur; bardaktan boşanırcasına, dolu dizgin, Yazmaya başladığım şu sırada yağmur yok, güneş pırıl pırıl. Küçük pencerelerin demir parmaklıklarında ince uzun çizgiler çizerek, derin ve anlamlı gölgeler bırakarak gerisinde, içeriye akıyor. Ranzadakilerin yüzleri ışıyor belli belirsiz. Belli ki güneşi tutmanın mümkünü yok. Üst ranzada yazıyorum. El kadar yeşil görünüyor, ……nin bizden yana sırtlarında. Yeşil sökün edeli çok olmuş. Toylak bir kuş sürüsü göründü iç içe ve yan yana halkalar oluşturarak. Halaya durmuş gibiler. Bahara kavuşmanın sevinci olmalı diye düşünüyorum. Bir şairimiz, ‘Ejderha olsan kâr etmez' mi demişti, ne güzel de demişti ya sanırım biraz eksik söylemişti. Neden ki dersen, insanoğlu yedi canlıdır. Hem de en dayanıklısıdır, tekmil canlıların. Bu kaçıncı bahardır yaşıyoruz, adımlıyoruz taş duvarı ödünsüz, yaşam sürüyor ve biz dayanıyoruz besbelli: Dosta sevinç olsun.."
Bu güzel girişten sonra, sürdürüyordu. Cezaevi koşullarını ağırdan ağırdan anlatmaya başlıyordu, şöyle:
"Size en son 1983’ün 24 nisanında yazmıştım. Yine aynı yılın sanırım temmuzundaydı, siz de beni yanıtlamıştınız. Teşekkür etmek istedimdi, ama kısmet olmadı. Koşullar öylesine acımasız, öylesine yoğun kuşatmışlardı ki bizi ha deyince ancak fırsat bulabildim. O zaman görüş yapmadığımızdan söz etmiştim, iyi anımsıyorum. Ondan sonra da değişen bir şey olmadı. 1984’ün Kurban Bayramına kadar sürdü uygulama. Kurban Bayramında açık görüş yaptık. Kızım ile son üç yılda ilk kez açık görüş yaparak hasret gidermiş olduk, biz de. Size yazdığımda üçüncü sınıftaydı. İimdi bitirmeye hazırlanıyor. Son yazdığı mektupta yazdıklarına bakılırsa, kendisi de büyüdüğünün farkında. Bir süre sonra bir başına görüşüme gelebileceğini yazıyor: “Ama diyor, o zamana kadar belki de sen çıkarsın" Ne demeli, umut bu ya.
Dedim de aklıma geldi: Geçenlerde Sayın Bakanımızın bir açıklamasını okudum gazetelerde. Sanırım anımsarsınız; kendisine yöneltilen bir soruya yanıt olsun diye yapmış bu açıklamayı Sayın Bakan, “Özel tiplerde -karıştır barıştır- formülünün uygulandığını, bunun yararlı sonuçlar verdiğini, can güvenliği tehlikesinin olmadığını" söylemiş. Mahkûm ailesinin şikâyetine verilen yanıt da bu olmuş besbelli. Ülkemiz İnsanının yüzde sekseninin cezaevleriyle şöyle ya da böyle ilgili olduğu biliniyor. Böyle olmasına karşın çoğu konularda olduğu gibi cezaevi işleyişi konusunda da gerekli bilgiye sahip olduğu söylenemez. Cezaevleri ile ilgili çok şey yazılır, çizilir ya çoğunun iler tutar yanı yoktur. Gerçek nasıldır, nasıl değildir araştıran da pek bulunmaz. Söylenen söz söylendiği gibi kalır genellikle. Bir tür tembellik mi desem, yoksa umursamazlık mı? Duyarsızlık demek daha yerinde olacak herhalde! Sayın Bakanın adını ettiği formülesyon bizim burada uygulandı ilkin. Hem de büyük iddialarla. Hem de en yakınlarımızdan bile saklanarak. Bu nedenle aylarca mektup ve görüş yasağı konuldu. Hala yakınlarımızla mektuplaşabilsek bile dışımızdaki hiçbir cezaeviyle yazışamıyoruz. Bu yasaktan öte bir tüzük kuralı haline getirildi ve sadece bize özgü bir kural oldu. “Karıştır barıştır" uygulamasının başlatıldığında yıl 1982‘ydi. Tarihin ifade ettiği dönem düşünülürse, bütün bunlar anlaşılabilir belki de, ama bugün tarih 1985. En yetkili ağızlar ısrarla demokrasiye geçildiğini söylüyor. Daha o dönemde gizlilikle ve titizlikle uygulanmaya çalışılan bu formülasyonun 1985 yılının ilk yarısını tamamlamakta olduğumuz şu günlerde, hem de basın yoluyla çekincesiz açıklanmasındaki hayır ne ola ki? Sayın Bakanın açıklamasındaki hikmeti bilemiyorum, ama şu son derece “yararlı" uygulamanın ne denli yararlı bir uygulama olduğunu çok İyi biliyorum: "Barış" gibi, duyarlı, kamunun üzerinde titrediği kavramın gölgesinde sürdürülmeye çalışılan bu uygulama bakınız nasıl sonuçlandı? Dün belki de sadece ve uzaktan uzağa siyasal hasım olan bu insanlar bugün kişisel hasım oldular: Uygulamanın anayasaya ve kaynağını anayasadan alan diğer bağlayıcı yasalara aykırılığını, yasal en ufak bir dayanağının olmadığını burada tartışma gereği bile duymuyorum. Bedeli herkes için ağır oldu.
Şimdi deniliyor ki, "eğer barışıp bir arada yatmazsan tahliye olamazsın.” Ne 647 sayılı yasa, ne de 2143 sayılı yasa böyle koşulları öngörmez. Çalışma koşulunu esas alır ve kimse buna karşı değildir. Ama bakanlık kaynağını hiçbir yasadan almayan bu koşulu şimdi de tahlil unsuruna dayanarak karşımıza çıkarıyor. Şu anda onlarca kişi tahliye olamıyor bu yüzden. Yüzlerce aile sabırsızlıkla gözlüyor. Ne tuhaftır ki bu tutum sadece bize karşı sürdürülüyor. Bizim dışımızdakilerle birlikte, bu statüdeki diğer kurumların tümünde cayır cayır tahliyeler veriliyor. Bugünlerde af konuşuluyor. Bize karşı ne kadar ketum davranıldığı açık. Günü gelmiş insanı tahliye etsinler. Mevcut yasaların gereğini yerine getirsinler. Yeter... Düşüncem odur ki, birlik iç barıştan geçer. İç barışın tek geçerli yolu ise demokrasidir..."
Yarın bayram. Tüm cezaevlerindekilerin bayramları kutlu olsun!