Cezaevi Mektupları...

21 Temmuz 1987 salı günü çıkan "İdam Mahkumunun Mektubu" yazısından on gün sonra, idam hükümlüsü Abdülkadir Konuk apar topar Burdur Cezaevi'nden alınarak Ermenek Cezaevi'ne gönderildi. Abdülkadir Konuk yüreğinden sayrıydı. Diyet için elektrik ocağı verilmesini, sağlık bakımının yapılmasını istiyordu. Cezaevleri Genel Müdürü A. Kadir Genelioğlu'na bir açık mektup yayımlayarak durumu kınamak istemişti. "Sen misin bunu yapan. Al sana!” dediler, yerini değiştiriverdiler. Öbür bazı hükümlülerin de...
30 temmuz günü sabah 08.00 sularında apar topar bindirdiler arabaya; bilekler arkadan kelepçeli, ayaklar bilekten kilitli. Eskilerin “tığ- ı teber şah-ı merdan" dedikleri türden, üstlerinde bir tek gömlek, pantolonla ufacık bir kutunun içine dolduruldular. İçeriye, idam hükümlüleriyle askerler doldurulmuşlardı. Git git. Ermenek gelmiyordu. Ruhi Su'ların "Hasan Dağı" gibi. Ermenek'e gittiklerini de bilmiyorlardı. Derken, Doğanbey yol ayrımında "Şoför Mustafa’nın yeri"nde bir öğle yemeği. Hesap 20.000 TL. Abdülkadir’lerin gözleri faltaşı gibi açıldı. Yedikleri de ne? İki lokma et, birer pilav, gazoz, çay. İdam hükümlüleri, dışarının korkunçluğunu o zaman daha mı iyi anladılar ne? Arabanın arkasındaki küçük kafesten, yolu, izi görmeye çalışıyorlardı. Ama, delikler o denli ufaktı ki... Hava karardı, arabanın tepesindeki el kadar hava deliğinden içeri yıldızlar dolmaya başladı. Meğerse gökyüzünde ne çok yıldız vardı. Onlar görmeyeli üremişler miydi ne? Biri gidiyor, biri geliyordu yıldızın. Dağları da görüyorlardı o delikten. Dağlar, üstlerine düşecekmiş gibi eğilmişlerdi yola. Bir yerde tavşan gibi hoplaya hoplaya indiler arabadan. Bilek bağları cezaevinin içinde çözüldü. Bir de baktılar ki, 13.5 saattir yollardaymışlar.
Ermenek küçük bir ilçeydi, doğru dürüst bir sayrıevi yoktu. Abdülkadir'in sayrılığı biliniyordu. Arabaya bindirilirken, bir tek ilaç alabilmişti yanına. Bir kriz gelse, bedavadan gitmek işten bile değildi. Ermenek'e neden gönderilmişlerdi, şimdilik bunu bilmiyorlardı. Gerçi bir şeyler anlayabiliyorlar, sezebiliyorlardı, ama dosyalarında ne vardı? Bunu bilmiyorlardı Ermenek'ten Konya’ya kaç saatte varabilirlerdi ağır bir durum olsa? Eh, bir kalp hastası için bu süre yeter de artardı bile ölmeye. Ermenek'te de “tecrit"e kondular. Bu denli uzak yere eşleri, çocukları nasıl gidip gelebileceklerdi? Dertleri, tasaları buydu. Gelirken yanlarına hiçbir şey alamamışlardı. Abdülkadir'in adres defteri bile Burdur'da kalmıştı. Emil Galip Sandalcı'nın adresini de belleğinde tutamamıştı. Nasıl mektup yazacaktı?
Abdülkadir'lerden sonra Burdur’dan beş idam hükümlüsü daha gitti Ermenek'e. Ermenek, cezaevi hükümlüleri için sürgün yeri miydi?
"İdam Mahkûmunun Mektubu"nu yazdıktan sonra yankıları oldu. Ankara’ya dönüşte, gelen mektuplardan anladım bunu. Abdûlkadir Konuk'a elektrik ocağı verilmemesini kınıyorlardı. Danimarka'dan Ali Kara mektubunda şöyle diyordu:
"Sevgili Ekmekçi,
21 temmuz tarihli Cumhuriyetteki Abdûlkadir Konuk ile ilgili yazınızı okudum.
6 yıldır, dilediği zaman yıldızları seyretme özgürlüğüne sahip biri olarak, biraz mahcup, Konuk kardeşimiz için bir elektrik ocağı gönderiyorum. Sizden bunu kendisine iletmenizi rica ediyorum.
Bu bir hediye değil, umudun düşmanlarına bir protestodur. Hepimizin onuru için direnen Abdûlkadir kardeşimize en içten dayanışma duygularımı iletmenizi sizden bir Konyalı olarak rica ediyorum. Sevgilerimle."
Cezaevi meklupları ilginçtir. Hemen hemen tümünde şiir kokusu vardır. Dönüşte buldum, çok sayıda bayram kartı cezaevlerinden gelmiş, işte birkaçı:
"En iyi bayram dileklerimi iletir: daha güzel şartlarda, özgür toplumda, gerçek demokratik ortamda sizi görebilmek umuduyla size ve tüm yakınlarınıza esenlikler diler, saygılar sunarım.
Erol Tozlutepe, E-Tipi Cezaevi. 5. Koğuş - Aydın "
"Sevgili Ekmekçi,
Her sabah merhaba diye başlayacak, türkü tadında yaşanacak günlerin gelmesi dileğiyle bayramınızı kutlar, saygılar sunarım. Hoşçakalın. Mustafa Kurukafa, E-Tipi Cezaevi D-2 - Çanakkale "
Dikenler içinde bir gül resmi, altında şu yazı:
"Sayın Ekmekçi,
Bir komutann dediği gibi, bir türlü yarım bırakmaya alışamadığım yazılarınızın devamım ve tüm günlerinizin bayram coşkusu içinde geçmesini dilerim.
Mustafa Uzun, E-Tıpi Cezaevi - Aydın."
Bayram kartı, sanki cezaevi hükümlüleri için düzenlenmiş; tel örgüler içinde bir gül, zarfın içinde "görülmüştür" damgası, yine zarf kapağında "Erzurum askeri ceza ve tutukevlerinde ziyaret her ayın bir ve üçüncü haftasının çarşamba günüdür” yazısı. Kartın bir yüzünde şu yazı:
"Dost,
Yaşanan fırtınalarda yüreğinin sıcaklığını tüm insanlarla paylaşan: kalemini dostluğa, sevgiye, barışa adayan, karanlıklarda umut biriktirenleri hiçbir zaman unutmayan bir dosta merhaba diyebilmenin sevincini yaşayarak bayramınızı en içten duygularımla kutlar, saygılar sunarım.
Şener Açıkgöz, 1 NoT.‘ Askeri Cezaevi - Erzurum."
Erzincan'dan 2 No'lu As. Cezaevi’nden Erol Yılmaz, kartına Ahmet Telli'nin şu dizelerini de yazmış:
"Ama acılara alışılmaz/Bir şeyler var değişecek/Bir şeyler var/Değiştirmemiz gereken/Önce acılardan başlanacak "
Aynı cezaevinden Pertev Aksakal'ın kartı şöyle:
"Sayın Mustafa Ekmekçi,
Soldurmadan içimizdeki gülü acımızla, hüznümüzle, kabuk bağlayan yaramızla bir bayrama daha ulaştık. Ama önemli olan, sevdalı yüreklerle güne, güneşe, özgürlüğe daha yakını olacak bayramlara ulaşmak. Bu inançla nice bayramlara... Esen kalın."
Cumhuriyetin pazartesi günkü sayısında, "Açlık Grevleri Yayılıyor" başlıklı bir haber vardı. Açlık grevlerine gidenlerin istekleri sıralanıyordu haberde. Bu isteklerden bazıları şöyleydi:
“1- Kitap ve yayınların yasaksız, çeşitli yollardan ve bekletilmeden alınması. 2- Açık görüşme sayısının arttırılması ve olanlarda kısıntıya gidilmemesi, 3-Kapalı görüşlerin her hafta yapılması ve görüşme koşullarının düzeltilmesi. 4- Tek tip elbise uygulamasına son verilmesi, 5-Haberleşmedeki tüm sınırların kaldırılması ve hızlandırılması, 6- Herkesle görüşme ve haberleşme olanağının sağlanması, 7- Radyo ve teybin serbestçe alınması, 8- Görüş, haberleşme ve kitap konularında polisin müdahalesine son verilmesi. 9- İaşe bedelinin arttırılması, 10- Dışarıdan yiyecek alınabilmesi, 11- Hücre uygulamasına son verilip koğuş uygulamasına geçilmesi, 12- Yarıaçık, açık ve izin haklarının siyası mahkûmlara da verilmesi..."
Benim açlık grevlerine karşı olduğumu okurlar bilirler. Açlık grevlerinin yaşamı kısalttığını düşünürüm. Oysa, idam hükümlüsünün de yaşama hakkı, yaşama tutkusu vardır, olmalıdır. Açlık grevi, bir anlamda,, kişinin kendi kendine işkencesidir. Açlık grevlerine karşıyım, ama içeridekileri açlık grevlerine iten sorunlarla ilgilenmeyen yöneticilere karşıyım gerçekte...