Çeşitlemeler...

Nallıhan köylülerinden bir kadın, pazarda pekmez satıyormuş, biri gelmiş bakmış, beğenmiş pekmezi.
Ben gidip bir kap alıp geleyim, demiş, evine gitmiş.
O gidince kadın, pekmeze azıcık su katmış. Adam, kapla gelmiş, bakmış ki, pekmez azıcık incelmiş, koyuluğu gitmiş.
Ben almayacağım pekmezi! demiş. Kadın söylenmiş:
Almayacağıdın da, niye bana su kattırdın? demiş... Pekmezden, neyden anlamam; babam, anlardı bazı şeylerden. Örneğin, tuzlanmış tereyağının bozulup bozulmadığını tadarak bilirdi. Pazarda, İlçenin memurları babamdan rica ederlerdi:
Amca, şu yağa bir bakar mısın? Alayım mı almayayım mı? Babam, bir parmak yağdan alır, tadardı: Sonra bir parmak daha... Tadına baktıktan sonra, yürür giderdi. Bir yandan yağcı, bir yandan memur ardından koşarcasına yürürler, memur:
Mehmet usta, bir şey söyle yahu! yağı alayım mı almayayım mı?
Babam yağın tadına bir daha bakar, renk vermeden dururdu. Yağcı da yalvaran gözlerle bakar, içinden:
Hadi yav, bir şey söyle de şu yağı satalım! derdi, sanki... Gözlerim velfecri okuyarak, olayı izler, sonucu beklerdim.
Yağcı gittiği zaman babam adama:
Vallahi ben bu yağı almam, ama sen alır mısın bilmem. Adamın yanında söylemek istemedim, derdi...
Demek yağ, azıcık acımtırak gelmiş!
* * *
Bugünlerde bol bol İnönü okuyorum; daha çok anılar. Yaşadığımız yıllar olduğu için, yenilerini de dinliyorum yaşayanlardan...
İnönü, Milli Birlik Grubunu ziyaret edecekti Başbakanlığı sırasında. Yanında, Özel Kalem Müdürü Necdet Calp var. İnönü, birinci kattaki Milli Birlik Grubu kapısı önünde bir süre bekledi. Fahri Özdilek, Tabii Senatörler çıkmışlar, Paşa'yı karşılamışlardı. Özdilek'le Yurdakuler:
Buyurun Paşam! dediler, içeriye buyurun...
İnönü, saatine baktı, Necdet Calp'a:
Girelim, dedi.
İçeri girip oturdukları zaman, Muzaffer Yurdakuler sordu:
Paşam, neden gelir gelmez içeri girmediniz?
Yurdakuler, dedi İnönü, saat insanların onurlarını korumak için icat edilmiştir. Bir dakika önce girseydim, olmazdı, içeride işleriniz, toplantılarınız olabilirdi. Bir dakika geç kalsam da olmazdı!
* * *
Sağlıklı bir demokrasiye geçişin baş Koşulu herhalde, insanların sağlık bir de eğitim yönünden yetiştirilmiş olmaları. Sağlıkta yaya kaldığımıza kuşku yok. Aşağıya aktaracağım olaylar, bir doktorun gözlediği, not düştüğü gerçeklerden birkaçı. Olay, Nevşehir köylerinden birinde geçiyor...
Nevşehir dolaylarında yaşı geldiği halde yürümesi geciken çocukların omurgaları boyunca sırtı kesiliyor. Bıçakla kesiliyor. Açık yaranın içine, dövülerek ezilmiş elma kurtları yerleştiriliyor! üstü kapatılıyor.
Veeee, çocuğun dik durarak yürümesi bekleniyor!
Bu gelenek, Nevşehir’in Ürgüp, Göreme ve Gülşehir'inde var. Bir de şunlar var:
Yeni doğmuş çocuğun bıngıldağına canlı kurbağa bağlayıp, bezle kapatırlar Bu, çocuğun akıllı olması için! Bir gelenek de, dilin altındaki "kurbağacık” dedikleri bağın kesilmesi, bunu, çocuk iyi konuşsun diye yapıyorlar. İyi mi?
Çocukluğumda, doğduğum yörenin bir köyünde geçmişti şöyle bir olay; delikanlı, babasının gözlerinden yakındığını görünce, babasının gözlerini açmaya karar verir. Perde indiği söylenen gözleri jiletle kesip açmaya kalkar! Babanın gözleri iyiden kör oldu. Baba şikâyetçi olmadığı için delikanlıya bir şey olmadı...
Sağlığımıza değinmişken, hastanelerden birinde neler olacağına da dokunayım; Gülhane Hastanesinde Psikiyatri Servisi Başkanı Prof. Dr. Kemal Aydınalp’la, Prof. Dr. İsmail Çiftler'in emekli edilecekleri söyleniyor. Fizik Tedavi- Rehabilitasyon Servisi Başkanı Prof. Dr. Orhan Ertem'in emekli olacaklar arasında adı geçmekte. Duyduklarım doğru değilse sevineceğim, yine "Ankara Notları”nda belirteceğim!
Eğitimde okuma-yazma kurslarının, okuma-yazma öğrenenlerin sayısını artırması yönünden çok yararlı olduğunu. "Ankara Notları"nda birkaç kez yazdım. Okuma-yazma kurslarının başarılı olması için gecesin) gündüzüne katan bir genç vardı, adı Osman Kaptan. Bir gün o da görevinden alınıverdi. Okuma-yazma kurslarının gelişmesi adına üzüldüm.
Böyle girişimler, gönüllü ister. Gönüllü olanların gönülleri kırıldı mı, işler aksar. Sonra da işlerin neden aksadığını, tekerleğin nerede neden kırıldığını düşünür dururuz!
1402 ile görevlerinden alınmış olanlardan yirmi yılı dolduranların emeklilik hakkından yararlanmalarını öngören yasanın çıkmak üzere olduğunu gözlüyoruz. Bu iyi bir şey, ileri bir adımdır. Sıra belki, yirmi yılı doldurmamış olanlara da gelir diye umutlanıyorum...
* * *
İki gündür Oktay Akbal’la konuşuyordum; o dün, Sağmalcılar Cezaevi'ne girdi. "Sayılı gün çabuk geçer" deyip, arkadaşımı teselli ediyorum; usuma, yine Basın Yasa Tasarısı geliyor..
Duracağım bu konunun üzerinde.