Muzaffer İlhan Erdost geceleri resim yapmayı seviyordu. Kâğıdın üzerine akrilik boyayla yapardı resimleri. Bu onu dillendirirdi. Eşi Rana yatmaya gitmişti TV’yi kapatıp. Saat 24.00'e geliyordu. Telefon çaldı. Halaoğlu, Recep'in babası ameliyat olmuştu. İçinden “Hayırdır inşallah" dedi, telefona üçüncü zilde geldi, açtı.
Ben Uğur Mumcu!
Selam Uğur...
Halit Çelenk'i, ABECE'deki yazısından gözaltına almışlar, sizin de o dergide yazınız vardı...
Erdost, o sırada kapıda ayak sesleri duydu. Kapının zili çaldı.
Uğur, kapının zili çaldı, herhalde bana da geldiler! Bir dakika bekler misin?
Rana Hanım koşup fırladı, “Ben açarım kapıyı" dedi. Kapıyı açtı, gelenler soruyorlardı:
Muzaffer Bey'in evi burası mı? Olumlu yanıt alınca, “Görebilir miyiz?” diye sesler geliyordu. Erdost çıktı, “Buyurun!" dedi. Kapıda üç kişiydiler. Dışarı çıktığında arabanın içinin de dolu olduğunu görecekti. Rana Hanım:
Bıktık! diye mırıldandı, “Sabahın suyu mu çıktı?” dedi. Erdost:
Sen karışma! dedi. Konuklarına, “Buyurun" diye seslendi: bir çorap filan giyeyim de gidelim! Çorabının ucunun azıcık delindiğini biliyordu, delik çorapla emniyete ne gitmek ayıp olur, diye düşündü. Sağlam bir çorap giydi. "İçeri buyurun!" diye ısrar etti.
Gelmeyelim, diyorlardı, rahatsız etmeyelim!
Buyurun buyurun, çorabımı filan giyeyim!
Komşulara karşı şey otur, komşular görmesin!
Yok, dedi Erdost, komşular alışıktır! Ayakkabılarınızı çıkarmayın allah aşkına, girin!
Yok, olmaz dediler, ayakkabılarını çıkardılar. Üçü de oturdular. Rana Hanım çorap getirdi. Huylanmasınlar diye yerinden kalkmadı Erdost, kim bilir, uslarından “kaçacak" diye geçirebilirlerdi. Gecenin yansında almaya geldiklerine göre... Erdost, çorabını giyerken, “Saçmalık bu” diye mırıldandı. Onları içeri alınca Uğur'la konuşmasını sürdürdü.
Geldiler! dedi. Ben şimdi gidiyorum, yalnız Nevzat Helvacı'ya bir zahmet telefon ediverir misin?
Telefonunu bilmiyorum, dedi Mumcu. O sırada rehberden bulup verdi numarasını Uğur'a.
Kimdi. Uğur Alacakaptan mıydı? diye sordular.
Hayır, Uğur Mumcu’ydu...
Halil Bey'in eşi mi haber vermiş?
Herhalde, ama sormadım kim haber verdi diye.
Giyinmişti Erdost, o arada gözlüğüyle saatini unutmuştu, ama
tarağını unutmamıştı. "Bugün yarın bir tıraş olayım, başıma bir şey gelir; emniyette şimdi sabah kalkarsın, tarak ne yok, ayıp olur" diye düşünmemiş değildi. Tıraş takımı filan hiçbir şey almamıştı. Deneyimleriyle biliyordu, kapıda arama yapıyorlar, hepsini çöpe atıyorlardı. Yalnız parayla kimlik aldı, o kadar. Arabaya bindiler. Muzaffer Bey pipo içiyordu, ama oraya da pipo götürülmezdi ya, “sigara alayım" dedi.
Sigarayı yolda alalım! dediler.
Yahu, iyi ki bir gün önce gelmediniz dedi. Üç aydır annesi onlardaydı. İkide bir yemeğe filan geç geliyordu. Annesi, "Başına yine bir şey gelecek" diye kuşkuluydu. Muzaffer’e serzenişte bulunuyordu:
O üç çocuğu bir şey mi yaptılar da astılar? diyordu, İlhan’ı öldürdüler, sana da bir şey yaparlar! diye ekliyordu. Alıp götürmeye gelenlere de acı acı söylüyordu. "İyi ki, bir gün önce gelmediniz" diye yineledi.
Başlarındaki Başkomiser:
Evdeyken, “saçmalık” dediniz, neyi kastettiniz Muzaffer Bey? diye sordu.
Ben biliyorum, beni dergideki yazıdan götürüyorsunuz. Yazıdan, gece yarısı evden emniyete götürülüp sorgu yapılır mı? Ben bunu ilk kez görüyorum. Yıllarca yazılar yazmışız, davalar açılmış. Ama bize telefon ederler, “Filanca savcı istiyor, oraya git" derler, biz kalkarız, gideriz. Şimdi gece yarısı kaldırılıp götürülüyoruz. Saçmalık olan bu. Ama size böyle emir vermişler, götüreceksiniz.
Daha önceleri, altıncı kata götürüyorlardı. Onun için büyük binanın önünde dururdu araba. Araba arkaya girdi. Erdost, “Herhalde göz bağlayıp götürecekler!" diye düşündü. Ama içinde de zerre kaygı yoktu. “Götürürse götürsün, öldürürse, hesabını onlar öderler" diye geçirdi usundan." öldürmezler de bir fiske vururlarsa, tümünü adıyla sanıyla söylerim de yazarım da!" diyordu içinden...
İndiler. Götürenlerin tavırları çok rahattı. Başkomiser, Erdost’u birine verdi, “Aynı yere götür, ben geliyorum!” dedi. Bir yarım merdiven inip bir yarım kat çıktılar. Baktı ki Dedeoğlu'nun odası. Halit Bey, bir koltukta oturuyor, karşısında da bir koltuk var, öpüştüler Halit Bey’le. Taze demlenmiş çay yaptıklarını gördü Erdost, çayı yudumlamaya başladı.
Dedeoğlu geldi, dergideki yazılarını okudu. Bazı paragrafların altını çizdi. DGM'den gelen yazıda, “yazılarda suç olduğu" söyleniyor, "komünizm propagandası yapıldığı" ileri sürülüyordu. Başkomiser İbrahim Dedeoğlu, ikisine de kâğıt kalem verdi:
Ayrıntılı olarak açıkça yazın! dedi. Pürüzlü bir yer de kalmasın. Yarın sabahleyin sorguları tamamlarken git gel olmasın... diye ekledi.
Erdost, yazısıyla ilgili açıklamayı yaparken, yazıyı yeniden bir daha yazdığını düşündü...
Dedeoğlu, sabah kardeşini sayrıevine yatıracaktı, “Bir hastanelik işim var” dedi. “Yarın yarım saat filan geç kalabilirim, ifadeler ben gelene kadar hazır olsun!” diye ekledi.
1 Kasım 1988, Cumhuriyet