Çatalca’da Aziz Nesin’le...

Taşlama ustası Mustafa Eşref’ten bir dörtlük:
“Bakanın buyruğuyla, öğretmenler sınıfta/Darwin teorisini eleştirip yeriyor/Yine de öğrenciler akşam televizyonda/Feşmekânı görünce Darwin'e hak veriyor."
* * *
Bayramın üçüncü günü, gülmece ustası Aziz Nesin'in vakfında, Çatalca’daydık. Kaç kez Çatalca’ya, vakfa gitmek istemiş, gidememiştim. Aziz Nesin Vakfı, vaktiyle gelen yabancı konuklara “köy enstitüleri"nin gösterildiği gibi, gösterilip övünülecek bir yer olacak.
Yemek vakti varmıştık, biraz dolaşıp yemeğe oturduk. Vakıfta kalan çocuklar, memleketlerine gitmişlerdi dinlenceye; onları göremedik. Kalabalıktık. İzmit’te, Oralp Basım'ın domuz çiftliğindekilerin tümü vardı: Cevat Geray, Yalçın Küçük, Haluk Gerger, Mehmet Örsuca, Rennan Gerger, Tahsin Saraç. İstanbul'dan Özay Erkılıç da geldi. İki arabalık bir konvoy oluşturduk...
Azız Nesin'in bir Yugoslav bayan konuğu da var. Türkolog. Vakıfta incelemeler yapıyor... Aziz Nesin'in oğlu, Ali Nesin de oradaydı. Ali, California'da bir üniversitede öğretim üyesi...
Vakfın kitaplığını, çocuk odalarını, ahırı dolaşıp gördük. Vişneler olmuş, yedik ama, bitirmedik.
İstanbul'un Hisarüstü'ndekiler gibi, Akatlar Karanfil Köyü’nde otururlarken, ikinci Boğaz köprüsü çevre yolu nedeniyle evleri yıkılma durumunda olan bir karı koca, Saniye-Reha Uyar, Aziz Nesin Vakfı'na sığınmışlar. Saniye, yemekleri yaparken, Reha ineklere bakıyor...
Aziz Nesin'in vakıftaki altı çocukla fotoğrafları var, altına: "Tümümüz yedi çocuk, en büyüğümüz en çocuk" biçiminde yazmışlar. Aziz Nesin de çocukluğunu yaşamamış belli, o yüzden belki çocukları çok sevişi.
Aziz Bey, gelen mektupları anlattı; okurlarından gelen mektuplardan bir büyük kitap hazırlayacak. Adlarını, adreslerini vermeyecek. Birkaç örnek okuduk. İdam hükümlüsünden gelen mektubu Tahsin okudu, şöyle:
“Merhaba Abi,
Umarım, abi diye başladığım için kusuruma bakmazsınız. Uzun süredir sizin adresinizi arıyordum, ancak geçen gün arkadaşın birinden bulabildim. En çok okuduğum yazarsınız. Bu nedenle size yazabilmek onurdur benim için. Ama ne yazık ki, istediğim halde tüm kitaplarınızı okuyamadım. Hele içinde bulunduğum koşullarda bu daha da güçleşiyor. Buna rağmen kitaplarınızın yarıdan fazlasını, gerek önceden, gerekse cezaevine girdikten sonra okuma olanağı bulduğum için mutluyum. Ben, idam hükümlüsü olarak tecrit bölümünde kalıyorum. Gecenin bir saatinde hücrelerden birinden bir kahkaha gelir. "Ne var ulan ne oluyor orada?". "Tek Yol'u okuyorum birader". Okuduğumuzu bile bile, kitabın o kısmını başlar bize de anlatmaya. Nazım'ın da dediği gibi... Okumayı, yazmayı bir de ağız dolusu gülmeyi... Elbette yalnızca gülmeyi değil, düşünmeyi de unutmuyoruz, ölüme çeyrek kala bile olsa, okumak, düşünmek ve anlamak diyoruz. Birkaç kitabınızı gönderirseniz sevinirim. Ancak, hemen belirteyim ki, yazmamın sebebi kitap istemek değil, kitap göndermeden de yanıtlarsanız sevinirim. Yalnızca yanıtlamış olmanız da yeterli benim için. Esenlik dileklerimle hoşça kalın.”
Yanıt verdiniz mi?
Yanıt da verdim, kitap da gönderdim. Geri gönderdiler Aşağıda kitap duruyor.
Pek çok okur mektubu var. Kitap olunca, okuruz...
Aziz Nesin, bu hafta Ankara’ya geliyor; cuma günü 14.30’da "Aydınlar Dilekçesi Davası"nda, ilk savunma onun…
***
Ankara'da HP Kurultayı’nı izledim. Hinthorozu Erdal Bey, konuklar arasındaydı. Nail Gürman'ın gözaltına alınması üzerine, bir ara emniyete gidip döndü. Gürkan grubunun kazanacağı belli olunca da ayrıldı. O gün yapılan MKYK toplantısında şunları söylüyordu;
Benim için birinin gidip birinin gelmesi önemli değildir.
Delegenin takdir hakkıdır. Ona saygı duyulur. Karar çıksın, ona göre tavrımızı alırız.
İstanbul'a giderken, morali biraz bozuk muydu? Birleşme konusunun daha da güçleşmekte olduğunu mu düşünmekteydi. Bir arkadaşına şöyle dedi:
—Er ya da geç, birleşilecektir. Başka yolu yok...