Canımın İçi...

İstanbul deyince usuma neden Ahmet İsvan gelir bilmem. Aylar var görmedim. Ankara’ya her gelişinde kesinkes arardı. Ben arayamadım. İçerde o.
Belediye Başkanlığı sırasında, yasalara aşırı derecede bağlılığı ile ün yapmıştı. Bir yakını bir gün:
— Yahu Ahmet, demiş, şu bizim sokağın yolunu ne olur bir asfalt yaptır. Bu, bir akraba olarak değil vatandaş olarak senden isteğimiz…
— Olur, inceleteyim.. demiş Ahmet Bey. İncelettikten sonra yanıt vermiş:
— Sizin sokağın yolu, bu yıl değil gelecek yıl asfaltlanacak. Program öyle, değiştiremem.
İstanbul'dayım. Geldiğim akşam iki kokteyle gittim. Sovyet devriminin 64’tincü yıl kokteyli ile, “Netaş”ın kokteyli. Sovyet konsolosu Azeri Türkçesiyle konuşuyor:
— Hoş gelmişsiniz, dedi, güzel gelmişsiniz!
Kokteyle girerken. Aziz Nesin’le, Orhan Apaydın çıkıyorlardı, Çok kalabalıktı kokteyl. İstanbullu dostları gördüm orada. Kemal Özer, Prof. Bülent Özer, Nezih Neyzi, Osman Arolat, Ataol Behramoğlu, Hüseyin Baş, Mahmut Dikerdem, Aziz Çalışlar, daha çok. Fuat Bayramoğlu’nu çoktandır görmemiştim, o da oradaydı. İsmet Giritli de. Çokları eşleriyle gelmişlerdi. Bir bölüğümüz, sonra çıkıp yemek yedik. Cumhuriyet’çi arkadaşlarım bir aradaydık. Ali Sirmen, Okay Gönensin, Koray Duzgören, Ahmet Korulsan, Füsun Özbilgen, “Entellektüel Cavit’in yeri”ne gidildi sonra. Demirtaş Ceyhun vardı, yeni tanıştığım kişiler de vardı...
★ ★ ★
Netaş, bir Kanada şirketinin Türkiye’deki temsilcisi. Telefon santralları kuruyor. Onun kokteyli kaldığım oteldeydi, Sheraton'da. Orada da gazeteciler, arkadaşlarım vardı.
Cumartesi sabahı, Erenköy'de Netaş’ın kurduğu yeni telefon santralının açılışına gittim. Yaşayan en eski telefon abonesi ile bir milyonuncu abone de törene çağrılmışlardı. En eski abone 100 yaşında. Cemal Paşa’nın yaveri, İsmet Karadoğan. En yeni abone de Nuri İnan. Telefonunu onüç yıl bekleme sonunda almış. Onbir yıl bekleyen bir arkadaşı hâlâ telefon alamamış. Arkadaşı Nuri Bey'e şöyle demiş:
— Benim ikinci adresim Karacaahmet!
Tören güzeldi, sunuş başarılıydı. Törenin hazırlıklarım “A—B” Halkla İlişkiler Bürosu düzenlemiş. “A” Alâettin Aşna'nin küçük adının baş harfi, “B” de Betül Mardin’in.
★ ★ ★
Ankara’dan çıkarken, günün konusu, “YÖK”tü. Yasa çıkınca, üniversite öğretim üyelerinde, yetkili yerlerde bulunanlarda bir şaşkınlık gördüm. Şaşırdım..
Bunda şaşacak hiç bir şey yoktu. Yasa, davul çala çala geliyordu. O zamana değin seslerini çıkarmayanlar, yasa çıkınca, tasalanıyorlardı..
Yasanın aksaklıkları, zamanla ortaya çıkacak. Belki en çok zarar görecek olanlar, genç öğretim üyeleri..
Genç genç insanlar, o yaşlarda ya emekliye ayrılıyorlar. Ya da üniversiteyi bırakıp özel kuruluşlarda çalışıyorlar. Kendini bilime vermiş, böylesine bir genç kadronun harcanması yazık..
Biz, biraz öyleyiz. Aksaklıklar yok muydu, vardı. Ama, onun çözümü nasıl olmalıydı?
Yasaya eleştiriler gelmeye başladı. Kemal Kurdaş, Cahit Arf, daha ilk gün çok ince bir biçimde eleştirdiler yasayı. Prof. Cahit Arf, yeni yasanın üniversiteleri yani bilimi öldüreceğini söyledi. Kemal Kurdaş, ODTÜ gibi bir üniversiteye can vermiş adam. O da yeni yasayı “sürpriz” olarak karşıladı..
Bir çok fakültede yığılmalar olduğunu duyuyordum; bazı hocalara nerdeyse, ders düşmüyordu. Profesörler, doçentler ders veremiyordu. Bazı üniversiteler de, göstermelik gibi açılmıştı, “Uçan profesörler” gidip gelip ders veriyorlardı. Uçakla gidilerek verilen dersten ne hayır gelir? Bir kez, adamın usu uçakta kalır..
Akademilere de yazık oldu gibime geliyor. Ama, daha birçok şey açıklığa kavuşmuş değil. Uygulama önemli, özerkliği içlerine sindirmiş olanlar, her çeşit değişikliğe karşın, onu yaşatmasını bilirler..
Bilime, üniversitelere gönül vermiş adamlar var. Server Tanilli bunlardan biri. Canlarını yitirenler var; unutmuyorum onları. Geçenlerde kanserden öldü, ODTÜ’den Tarık Okyay vardı. Sekiz yıl çekmiş hastalığı. Böbrekleri dışarı alınmış, idrar yolları öyle. Yatağına, arkadaşlarınca “omuz beşiği” yapılarak, kaldırılıp götürülüyor. Gene bir gün öyle omuzlara alındığında, yüzünü hafifçe buruşturmuş. Arkadaşı Süha Bey, “Ne oldu, bir şeye mi sıkıldın?” gibisinden sormuş. Tarık Bey karşılık vermiş:
— Unutmayın demiş, benim de hayalarım yar!
Meğer ters yerden tutmuşlar kaldırırken.. Böyle biri de öldü iste. ODTÜ’de rektör yardımcılığı yapmıştı. Kemal Kurdaş döneminde, tanımıştım... Ölümünden önce, “Beni kıra götürün” demiş. Safranbolu’ya gitmiş. Orada köylülerle konuşmuş. Sekiz yıl ölüme karşı koymak kolay mı?
Yeni yasa ile, en çok kaynayanlardan biri ODTÜ ise, öbürü Boğaziçi olacak diyorlar. Baskın Oran söyledi:
— Orası Boğaziçi değil, canımın içi... dedi. Boğaza karşı ders yap, oooohhhh...
Baskın, Ankara'nın kirli havasında ders verenle, Boğaziçinde ders verenin bir olmadığını söylüyordu..