Canalcılar

Hocalar köyünden Hadim ilçesine göçtüğümüzde dört yaşındaymışım. Anımsıyorum, yağmurlu bir gündü. Durmuş dayımın karısı, Gelin ablam (yengem) omuzlarına almış, bürgüsüyle de sımsıkı örtmüştü. Anam, yağmurlu bir havada bizi yola çıkardığı için Cemal amcama içinden içinden söyleniyordu. Dedemden kalan, bıraktığımız köy evinde artık Cemal amcam oturacaktı. Köy İlçeye uzak değildi. Ama, çocuk gözlerime o zaman uzak görünürdü.
Babam ilçeden bir ev satın almıştı. Altı ahırdı. Şimdiki deyimle “dubleks”. Üstte dört odası, uzun bir sofası vardı. Babam evi Sarıalioğlu Koca'dan satın almış, parasını da ödemişti. Sarıalioğlu Koca, seksen—doksan yaşında vardı. Kendi çocukları, onların da evleri olduğu halde, sattığı evde, yani bizim evde oturuyordu. O oğullarını, oğulları da babalarını sevmiyorlardı. Yaşlı adam, babama:
— Ben ölünceye değin, odalardan birinde oturayım, ne olur? demiş, babam da buna, “hay hay” karşılığını vermiş. Biz, ona “dede” derdik. Bizleri de çok severdi. Tütün içerdi. Reji (Tekel) memurluğu, yılın belli aylarında bitlenmiş tütünleri evimizin yakınındaki alana toplar yakardı. Tütünler yakılmadan gizlice tütün yığınlarına sokulur, bir tutam tütün çalar, Sarı Ali dedeme getirirdim. Çok sevinir, tömbeki yapraklarını zevkle kıyar, sonra keyifle sarar içerdi.
Sarı Ali dedemin sağlığında, babam onun oğullarıyla da hoş geçindi. Ama, yaşlı adam ölünce, sorunlar başladı. Oğlu, Sarı Ali Koca’nın Mehmet Ağa babama:
— Babamın oturduğu odada benim de hakkım var. O oda benim, demeye başladı..
— Yahu, babana baktıysak kötülük mü ettik?
Sarı Ali Dede’nin oturduğu oda evin bir köşesine düşüyordu. Orayı yıkmaya kalktı. Orayı yıkmadı ama, bir sabah baktık, evin bir bölümü gitmiş. Bahçedeki elma ağacı da çitle çevrilip, sahip değiştirirmiş. Ahırın önündeki çeşmeyi de aldı. Babam üzülür ama, kavga çıkarmak istemezdi…
Hasan Esat Işık, Yalıya Kanbolat, Ali Sirmen, Prof. Suat Aksoy geçtiğimiz hafta Anadolu kulübünde oturmuş, konuşuyoruz. Hasan Esat Bey, Yunanlı dostlarımızın isteklerine değinerek, fıkralar anlatıyor. Biri şöyle:
Bir adam bir eve konuk geliyor, az sonra eşyalarını yerleştiriyor. Ev sahibine de. “Bu ev ikimize çok gelmeye başladı, sen evden çıksan da ben otursam” demeye başlıyor. Yunanlıların istekleri böyle!.
Ali Sirmen:
-Ekmekçi, babanın ev öyküsünü yazsana, diyor.
Şovenliği hiç sevmem. Tüm dünyada insanların, uluslarını kardeşçe, barış içinde yaşamalarını isterim. Nerede olursa olsun, eziyete işkenceye karşıyım.
Çocukluğumda, kardeşine eziyet eden çocukları analar:
— Canalıcı mısın? Neden eziyet ediyorsun kardeşine? Yunan mısın, Ermeni misin? diye azarlarlardı.
Yunanlı, Kurtuluş Savaşında yakıp yıkmış. Ermeni insancıkları camilere doldurup öldürmüş. Çocuk usumla, böyle eziyet edenlerin ne biçim varlıklar olduğunu düşünürdüm. Dünyanın çeşitli yerlerinde, yıllar sonra Ermenileri de Yunanlıları da gördüm. Tanıdım. Hiç de öyle kötü insanlar değillerdi! Ne olduysa oldu, ilk Amerika’da Los Angeles’da başladı. Mehmet Baydar, Bahadır Demir öldürüldü. Sonra çeşitli ülkelere sıçradı. Yüzyıllardır sürüp gelen, “Elçiye zeval olmaz” deyimi ağıza alınmaz durumu geldi. Yaşadıkları ülkelerde, siyasal başarı Kazanmak için yalan yanlış geçmişin tarihe gömülmüş, ya da gömülmesi gereken olaylarından bir şeyler umuyorlardı. Uzmanlar, tarihçiler yazıyorlar: Türkiye bir kurtuluş savaşı verirken, onu arkadan vurmak istemişlerdi. Büyük emperyalist devletlerin oyununa gelmişler, oyuncağı olmuşlardı. Bunları oturup soğukkanlı değerlendirecek yerde, öç adı altında düşmanlığı körüklüyorlardı. Türk diplomatlarım vurmak için, varlıklı Ermenilerden para topluyorlardı. Korku belası para verme durumunda kalan sağduyulu Ermenilerin de bundan hoşnut oldukları düşünülemez. Bir arkadaşım:
— Bir gün gelecek, Ermeniler birbirlerini vurmaya başlayacaklar, gör bak! dedi.
Los Angeles Başkonsolosumuzun öldürüldüğü akşam, haberi veren BBC. Ermenilerin Türklerden öç aldıklarını, bağımsızlık savaşını verdiklerini söyledi. Haberi, böyle yorum yaparak verdi. Bunu, BBC'de çalışanın gazeteciliğine yakıştıramadım. Hangi bağımsızlık savaşımı? Bağımlı bir Ermeni devleti mi var ki, bağımsızlık savaşımı verilecek? Hani, onlar da bilirler olmayacağını ya, “Gel, dedenin dedesinin oturduğu evde otur” desek, gelip oturur mu? Yoksulluğu paylaşır mı?
Bir ülkede kurtuluş savaşımı verilerek, Osmanlı yönetimi kaldırılmış. Cumhuriyet kurulmuş. Ondan neyin hesabını soracaksınız” Çarlık Rusyasının hesabı, Sovyetlerden sorulabilir mi?