Çağ Nasıl Atlanıyor?

Stuttgart, Berlin, Londra'dan sonra Elazığ, Ergani, Diyarbakır'ı gezip görmek ilginç oldu doğrusu. Ziya Paşa'nın dizelerini mırıldanıyordum:
“Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler, kâşâneler gördüm/Dolaştım mülkü İslamı bütün virâneler gördüm..."
Aradan yüz yıl geçmiş, değişen o denli az şey var ki. Sürdürelim Ziya Paşa’nın dizelerini, şöyle:
“Bulundum ben dahi darüşşifa-yı Bab-ı  li’de/ Felâtun’u beğenmez anda çok divaneler gürdüm.
Cihân namındaki bu maktel-i âma yolum düştü/Hükümet derler anda, bir nice salhaneler gürdüm..."
Maktel-i âm, (çoğunluğun öldürüldüğü yer), salhane (kanara, kesimevi), divane (deli) demek...
Elazığ'da, Ergani'de. Diyarbakır'da hem dert dinliyor, hem kitap imzalıyorduk...
“Çağ atlamak, çağ atlamak" deyip duruyorlar. Neymiş bu çağ atlamak bir bakayım dedim sözlüklere. Halk, "Çağ", "Yüzyıl” sözcüklerini pek kullanmıyor; “Kırk yıl“ı kullanıyor. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var" diyor. "Kırkı çıktı" diyor, "Kırk gün oldu, kaynatırım kaynamaz" diyor “Çağ" sözcüğünü, çeşitli yörelerde, değişik anlamlarda kullanıyor. "Çağ" İstanbul yöresinde musluk anlamına kullanılıyor. Öbür anlamları da şöyle "çağ"ın:
Çorap tığı (Maraş, Afşin); yün eğirmekte kullanılan iğin tepesindeki çengel (Yerköy, Yozgat), şıra süzmeye yarayan tahta tekne (Gölköy, Ordu); saat, saz, yaprakları hayvanlara yedirilen bir bitki (Kaptanpaşa, Çayeli, Rize); kümes hayvanlarının erkeklik uzvu (İğneciler, Mudurnu, Bolu), erkek danaların erkeklik organının üstünü örten tüylü deri (Kuma, Burdur).,.
Bunları, yıllarca emek verilerek hazırlanan "Derleme Sözlüğü’’nden aldım. "Derleme Sözlüğü, 3 cilt(C). (Ç) maddeleri, 1966 baskısı, TDK Yayınları sayı 211-3, sayfa 1033"
Elazığ'da Fırat Üniversitesi'nde, kimi tutucu öğretim üyeleri, Auguste Comte'a, Aristoteles’e, Hamza Eroğlu’na, Ahmet Mumcu’ya ağır sözlerle saldıracak denli işi ileri götürüyorlar; buluştan yapanların “gâvur"' olduklarını söylüyorlarmış. Osmanlıca'nın esas Türk dili olduğunu açık açık söyleyenler, derslerde öz Türkçe sözcükleri kullananların geçer not alamayacaklarını söyleyip gözdağı verenler varmış. Biz öbür uluslardan ayrıymışız, çünkü biz bozkurta dayanıyormuşuz! Bir kız öğrencinin adının Sibel olduğunu öğrenen böyle bir gerici:
Sen ne biçim Türk kızısın? Sibel adı, fuhuş tanrısı demektir! diyebiliyormuş,
öğrenciler, üniversite içinde polislerle burun burunaymışlar. Kimi öğretim üyeleri, kendilerinin okulun jandarması olduklarını ileri sürüyorlarmış. Bunlar orada dinlediğimiz dertlerden yalnızca birkaçı...
Elazığ’da, kitap imzalarken, Elazığ Baro Genel Sekreteri Ali Şener de kitap imzalatmaya gelmişti. Orada, vaktiyle geçmiş bir olayı anlattı, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ile ilgili bir fıkra, şöyle;
Elazığ'da, bir ilkokulda öğretmen, öğrencileri ağır cezaya götürmüş bilgi edinsinler diye. Öğrenciler sıralara oturmuşlar, başkan başlamış anlatmaya:
Ben başkanım, idam kararı verince kalemi ben kırarım! Sağımdaki kıdemli yargıçtır, arada bir ona danışırım. Solumdaki kıdemsiz yargıçtır, sadece duruşma gününü verir. Karşıda sağda oturan savcı hep suçlar, ben dediğinin tersini yaparım! Aşağıdaki zabıt kâtibi, ben ne dersem onu yazar! Karşıdaki sanıktır, buradan çıkar, hapishaneye gider! Haa, bu, solda aşağıda oturan avukattır. “Gereği düşünüldü" dedim mi, ayağa kalkar!
Çocuklar, başkanın açıklamalarını gözleri açılmış dinlemişler...
Ergani'de bir yurttaş şöyle dedi:
Sizler, burada kitaplarınızı imzalayıp gideceksiniz. Bizler burada kalacağız. Başımıza neler gelecek biliyor musunuz?
TÖB-DER'li bir öğretmen, 1976-78 yıllan arasında genel yönetim kurulu üyesiymiş. Sekiz yıl ceza almış. Yargıtay bozmuş, beş yıla inmiş. Cezası biter bitmez, jandarma yanında Manisa'ya gözetim için gönderilmiş. Cezasını bitirip Ergani'ye dönmüş. Ancak, emekli de olamamış Bu öğretmen ne iş yapacak? Yaraları sarmak, insanları topluma kazandırmak bu mudur? Çoğu ruhsal bunalım içinde...
Diyarbakır'da, 12 Eylül gelir gelmez, oradaki "Ahmed Arif Bulvarı"nın adı değiştirilmiş. Adana'da "Orhan Kemal Bulvarı"nın değiştirilmesi gibi. Ahmed Arif, Diyarbakır'la ilgili en güzel dizeleri yazmış ozan. "Diyarbekir Kalesi”nden kimi dizeler şöyle:
"Açar,/Kan kırmızı yediverenler/Ve kar yağar bir yandan/Savrulur Karacadağ/Savrulur Zozan…/Bak, bıyığım buz tuttu, /Üşüyorum da/Zemheri de uzadıkça uzadı/Seni, baharmışsın gibi düşünüyorum,/Seni, Diyarbekir gibi./Nelere, nelere baskın gelmez ki/Seni düşünmenin tadı…
Hamravat Suyu dondu. Dicle ’de dört parmak buz,/Biz kuyudan işliyoruz kaba-kacağa./Çayı, kardan demliyoruz./Anam sır gibi saklar siyatiğini,/‘Yel’ der, 'bahara geçer’/Bacım, İki canlı ağır/ Güzel kızdır bilirsin/İlki bu, bir yandan saklı utanır/Ve bir yandan korkar/Ölürüm deyi/Bir can daha çoğalacağız bu kış./Bebeğim, neremde saklayım seni?/Hoş gelir,/Sefa gelir,/Ahmed Arif’in yeğeni..."
Ankara’ya döner dönmez, Adnan Kahveci’yi aradım İstanbul'daymış. Telefonla konuştum.
Alo, Ben Mustafa Ekmekçi!
Buyurun...
Rahatsız ettim mi?
Yoo, hayır, çıkıyoruz biz, şimdi Yalova'ya gidiyoruz...
Size bir şey sormak istiyorum: Haydar Kutlu’larla siz Almanya’da gürüştünüz mü?
Hayır!..
Öyle diyorlar. Anlaşmaya varmışsınız!..
Doğru değil! Türkiye'de neler uyduruluyor?
Peki, ne diyorsunuz gelişlerine, Haydar Kutlu’yla Nihat Sargın'ın?
Benim için şimdi Gülsuyu Mahallesi’nin sorunları daha önemli...
DGM Savcılığı yetkilileriyle konuştum; bir yetkili şöyle dedi: (Adı bende saklı)
Başbakan’ın açıklaması, bizim hareketimiz doğrultusunda. Gelince, alacağız. Bunlar hakkında bir sürü doküman var...
Ne var örneğin?
141'i okuyun, 140’ı okuyun! Memleketi yıpratacak ne varsa, ellerinden geleni yapmışlar!..
Bir de şöyle dendi ama, 'Gelsin dışarıdakiler, biz öcü değiliz!' dendi, bir de bu var..
Biz, bu işin görevlisi olarak kanunların dışına çıkmamıza imkân yok. Ceza kanunları bir çerçeve çiziyor, biz onun dışına çıkamayız...
Dışarıdaki saygınlığımız konusu var bir de, ben bunu da düşünürüm!
Mevcut mevzuata güre, ne gerekiyorsa onu yapacağız…
Onlarla birlikte, bir sürü milletvekili filan gelecek, onlar 'Türkiye şöyle. Türkiye böyle..' demeyecekler mi?
Zannetmem! Aynı şekilde, kendi memleketlerindeki hukuku da araştırsalar, her yerde aynı şekilde olur! Garibanı atıyoruz içeri, bunu atmıyoruz, olmaz! Hepsi aynı, eşittir yani...
Biz 'NATO ülkelerinde, Avrupa Topluluğu ülkelerinde ne varsa, o bizim ülkemizde de olsun!' diye yazıp durduk. 'Komünist partileri de kurulsun!' dedik. Niye geldiniz?' diyebilir miyiz?
Biliyorsunuz, önce mevzuatta değişiklik yapmak lazım. Ama, siz istediğinizi yine yazın... Bütün kanunlan ihlal edip gitmişler, gitmeyip cezalanan cezalandı: beraat eden beraat etti değil mi? Siz niçin gitmediniz? Yurdu terk etmek ne demek?
Onlar emniyette mi gözaltında tutulacaklar?
Tabii, orada gözaltına alınacaklar. Emniyete, hazırlanan sorular verildi!
Bana, bu işlerde bir çelişki var gibi geliyor. Nasıl çağ atlanıyor? Düşünce özgürlüğünün, örgütlenme özgürlüğünün olmadığı yerde çağ mı atlanırmış? Ülkemiz için çağı yaşamak mı önemli, çağı atlamak mı? Sorun burada!..