Büyük Lokma

Basında, yanlı kasıtlı haber ya da yazıların yaşamı çok uzun olmaz. Olsa olsa yatsıya dek sürer..

Gazeteci, yazar için en kütü durum, bu hallere düşmektir..

Abdi İpekçi'nin öldürülüşünün ertesi günü, Abdi'nin daha kanı kurumadan, büyük bir partinin «yarı resmi» yayın organında, biri «Abdi İpekçi'yi vuran sol kurşun» diye yazdı. Çok geçmedi, Abdi İpekçi'yi kimin vurduğu çıktı ortaya. Ama, o yazıyı yazan yazdıklarına bir daha dönüp bakmadı..

Geçenlerde, Tercüman Gazetesi'nin bayan yazarı, «Türkçe, Sovyetler Birliği, TRT» başlıklı yazısında, «koşut» sözcüğünü anarak, bu biçim sözcükleri de kim bulur böyle demeye getiriyordu satır arasında. «Halkın yeni kelimeleri benimseyip benimsememesi, tasfiyeciler için ana dava değildir. Meselenin özü, Türkçeyi yıkmaktır.» diyordu açık açık.. Söyleyeyim, ««koşut» sözcüğünü Mustafa Kemal, kendi yazdığı «geometri» kitabında kullandı. «Muvazi» yani «paralel» anlamına o öztürkçe sözcüğü buldu. «Koşut» tuttu, ya da tutmadı, o ayrı konudur. Bizim bugün kullandığımız, «Tuttu» dediğimiz pek çok sözcük de ilk türetildiklerinde, bulunduklarında eleştirilere uğramadı mı?

Amaçları, Türk Dil Kurumu’nu yaralamak, yıpratmaktır. Yıllardan beri, Atatürk'ün kurduğu bu kuruma karşıdırlar. Onu yıpratsınlar da neresi nerede kalırsa kalsın..

Şellefyan'la birlikte, yeğen de Türkiye'ye çağırıldı ya, bazılarında bir üzüntü, bir telaş...

Böyle zamanlarda geçmiş gazete koleksiyonlarını karıştırmak zevkli oluyor doğrusu. Tercüman’ın bayan yazarı, paraya kıyıp ta İsviçrelere gitmiş, «Yeğen olayı»nı aydınlığa çıkarmış! Meğer yeğen kaçmamış, ufak tefek işlerini yoluna koymak için, İsviçre'ye dek uzanmışmış..

Yeğen:

— Sigara alacaktım da, İsviçre'ye geldim! dememiş bereket.

8 Mayıs 1978 günlü Tercüman Gazetesi'nde okuyalım hele, bayan yazar soruyor, yeğen anlatıyor:

SORU — Siz Türkiye’yi terk ettikten sonra gazeteler Yahya Demirel kaçtı diye haber verdiler. Ayrıca İçişleri Bakanlığının bir açıklaması da mevcut. Siz kaçmadım diyorsunuz. Bunu ispat edecek belgeleriniz var mı?

Y. D. — Gayet tabii. Evvela kaçmak olayının bir takım şekilleri olması lazım. Gizli yoldan çıkılır, pasaportsuz çıkılır, veya sahte pasaportla çıkılır. Bir de karar tebliğ edilir, ben buna rağmen, bunu bile bile bir yolunu bulur dışarıya çıkarım. Bunun adı kaçmaktır. Halbuki benim elimde pasaport var.

SORU — Kaç tarihli?

Y. D. — Pasaportumun tarihi 18 Nisan 1978, yani kaçtı denildiği tarihten dört gün önce. Ankara Emniyet Müdürlüğünden pasaportu aldım...

SORU — Bir konuda daha açıklama rica edeceğim. Cilvegözü kapısından neden çıktınız?

YD. — Cilvegözü kapısı... Ben İskenderun'da kalıyorum, yerleşmiş değilim, fakat orada evim vardır, işim vardır. Şam'da bir işim vardı, önce oradaki işimi gördüm. Şam'dan direkt uçak var.

Niye bu kapıdan çıktın?... Kimsenin böyle kapı girişçıkış tahditi yok. Yahut benim için, özel, Yahya Demirel İçişleri Bakanlığı'nın istediği kapıdan çıkar, istemediği kapıdan çıkmaz diye bir emre de muhatap olmadım. Hani, evim de oradadır, yakındır. Şam'da da işim vardı. Gittim, işimi gördüm ve onun için de Cilvegözü kapısından çıktım...

Gazetede, yeğen ile yazar bayanın karşılıklı fotoğrafları da var. 11 Mayıs 1978 günlü Tercüman'da, şu konuşma geçiyor:

SORU — Türkiye'ye dönmeyi düşünüyor musunuz ?

Y. D. — Aslında Türkiye'ye dönmemeyi düşünemem. Türkiye'ye dönmemek gibi bir şey mevzubahis değil. Gayet tabii ki. Türkiye'ye döneceğim. Fakat tanzim etmek zorunda olduğum işlerim var. Mecburiyetlerim var. Hapse girmek pahasına da olsa Türkiye'ye dönmemezlik edemem. Bizim vatanımız İsviçre veya Rusya değil. Bizim vatanımız Türkiye... Türkiye'ye döneceğim... Ben de her vatandaş gibi normal haklarımı kullanacağım. Akabinde Türkiye'ye döneceğim...

Yıl, 1981. Aradan üç yıl geçmiş. Zaman zaman. «Yeğen olayı»nı anımsatanlara, «Hay başınıza Yahya kadar taş düşsün!» denilmiş.

Eee, bir 12 Eylül oluverince, her bir şeyler ortaya» dökülüvermiş mi?

Kimseye bir şey dediğim yok. Hani, derler ya. «Büyük lokma ye de, büyük söz söyleme!» diye. Bunun en geçerli olduğu alan, basın olmalı..