Bu Deve Kalkmaz!

Ankara’dayım, Bodrum’dan Marmaris’e, oradan Datça’ya geçtim. O gezilerin öyküsü, başka bir bölümde “Yol yorgunu” havasıyla yayımlanacak. Geziyle ilgili okur mektupları aldım, okurların gözlemlerini, eleştirilerini de —yeri geldiğinde— aktarmak istiyorum.
Ankara’da Danışma Meclisi’nde “Anayasa Taslağı” görüşülüyor. Türkiye'de evlerde, kahvelerde de konu o. Danışma Meclisi üyeleri, Anayasa Taslağını düzeltmeye çalışacak. Düzelir mi, düzelirse nasıl düzelir?
Fıkrayı, Faik Ahmet Barutçu, 1950'li yıllarda Meclis kulisinde Ferda Güley'e anlatmış. Fıkra şöyle:
Bir Karadenizli, karşıda yüklü bir devenin çamura yuvarlanıp kaldığını görmüş. Deveci de başında bekliyor, deveyi nasıl kaldıracağını düşünüyormuş. Karadenizli yanına varınca deveci:
— Yardım et de şu deveyi kaldıralım! demiş.
Karadenizli yatan devenin çevresini bir dolanmış. Kuzeye bakan uzun şeyi gösterip sormuş:
— Bu nedir?
— Bu, demiş deveci, devenin ayağıdır!
— Ya bu nedir?
— O da devenin öbür ayağı. O ayak da güneye doğru fırlamış!
Arka ayaklar da öyle. Karadenizli:
— Bu deve kalkmaz! demiş, yürümüş...
Anayasa taslağının neresinin, nasıl düzeltileceği çok kişide merak konusu. Hani deveye:
— Boynun eğri! demişler:
— Nerem doğru ki? diye karşılık vermiş.
Aldıkaçtı’nın sorumluluğunu taşıdığı taslağı, bilim adamları, yazarlar eleştirdiler. İzinli olduğum, gezip tozduğum sürede okudum bunların çoğunu. “Eleştiriye değmez!” diyenler de oldu. Aldıkaçtı da eleştirenleri bilgisizlikle suçladı. Belli ki Aldıkaçtı, saygılı bir kişi değil...
“Hürriyet”e yaptığı bir açıklamada, “Tercüman” gazetesinden “Çalıştığım gazete” diye söz ediyor. Şaştım kaldım.
— Kendinize gelin Orhan Bey. Tercüman gazetesinde çalışıyor gibi, Anayasa Komisyonu Başkanlığı yapamazsınız?
Turgut Yeğenağa, Danışma Meclisi üyeliğine gelir gelmez. Çukurova’daki ortaklıkla ilişkisini sürdürüp sürdüremeyeceğini sordu. Kendisine:
— Hayır! Yanıtı verilince, ilişiğini kesti. Orhan Aldıkaçtı, nasıl sürdürüyor ilişkisini?
Böylesi sorumsuzluğa ne demeli?
Nazlı Hanım’la, evinde yaptığı konuşmada özgürlüğü tanımlıyor. O, özgürlük değil, tutucu gazetede “çalıştığı” için, “Hürriyet” diyor. Bu, sınırlamanın nasıl saptanacağını sınırlamak demekmiş! Özgürlüklerden de haberi yok! Ya da özgürlüğü, hem üniversite öğretim üyeliği, hem Tercüman gazetesi Yönetim Kurulu İkinci Başkanlığı, ya da hem Danışma Meclisi üyeliği, hem de Tercüman gazetesi çalışanı olmak, şirkette ya sahip, ya ortak olmak para kazanmak sanıyor!
Bir Fransız bir kabarede içtikten sonra, gece yarısı, karşıda gördüğü müşteri beklerken uyuklayan, pos bıyıklı faytoncuya seslenmiş:
— Heeey, faytoncu! Serbest misin? (Boş musun?)
Yaşlı, pos bıyıklı Fransız paytoncu birden irkilerek:
— Vive La Liberte! yaşasın serbestlik (özgürlük) diye bağırmış. Sonra, kendini toplayarak:
— Özür dilerim efendim, buyurun! demiş.
Fıkrayı anlatan arkadaşım:
— Bir Fransız arabacısındaki özgürlük anlayışının tüm Türk vatandaşlarının içine sinmesi gerekir... dedi.
Bu özgürlük anlayışını Aldıkaçtı kavramış mıdır? Kavramadığını taslağında görüyoruz.
1908 ikinci Meşrutiyetinde, “Hürriyet” gazetesi çıkmıştı. Gazeteyi, çocuklar bağırarak satıyorlardı. Ancak eski harflerle “Hürriyet” sözcüğü “Harit” diye okunabiliyordu. Çocuklar, şöyle bağırıyorlardı:
— Harit çıktı, Hariiiiiit! Yeni çıktı Hariiiiiit!
Aldıkaçtı “Hürriyet”i görse, “Harit” okurdu...
Ankara’ya gelir gelmez, Danışma Meclisi’ndeki Anayasa taslağı üzerinde tartışmaları izledim. En güzel konuşmalardan birini İsmail Arar yaptı.
Geçtiğimiz hafta cuma günüydü. Saat 14,00’de kürsüye çıktı. Kürsüde sık sık önündeki bardağı dudaklarına götürüyor, su içiyordu. Rengi sarıydı. Giderek yüzünün rengi daha da sarardı. Söz alırken, doksan dakika konuşacağını bildirmişti. Altmış dakika konuştu. Belki de, konuşmasını sürdüremeyeceğini anlayarak otuz dakika önce bitirdi. İsmail Arar konuşurken, karşıda locada Devlet Başkanı Evrenle, MGK üyelerinin sürekli notlar aldıkları gözden kaçmıyordu. Arar, Aldıkaçtı taslağında Cumhurbaşkanına verilen yetkileri eleştiriyor: “Hanedana verilir bu yetkiler!” diyordu. Arar, bir ara her sözcüğün arkasından bir yudum su içmeye başladı...
Yerine oturduğu zaman bitkindi. Bir kalp sıkışması oldu. Durumunu ilk kez, bir fotoğrafçı gördü. Arar, salondan götürüldü.
Arar’ın güzel konuşmasına karşılık, en kötü konuşmayı Beşir Hamitoğulları yaptı. Konuşmayı dinleyen Devlet Başkanı Evren’in kaşları çatıldı!
Beşir Hamitoğulları da arkadaşlarına:
— Hayatımın en kötü konuşmasını yaptım! diyordu.