Boyalı Kuşlar...

Cahit Sıtkı Tarancı (4 Ekim 1910 - 12 Ekim 1956), Nâzım Hikmetle ilgili ‘Bir Şey' başlıklı şiirini 1947’de yazar. Şiir iki bölümdür. İlk yayımlandığında, yayımcı, kuşkusuz korkudan ikinci bölümü yayımlayamaz. Tümü sonra, 1950'de Orhan Veli'nin 'Yaprak' dergisinde çıkar. Şiirin iki bölümü de şöyle:
"I—Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi / Lazım insana lazım onsuz yaşanılmıyor / Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi / Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor.
Bir şey ki gözümüzde memleket kadar aziz / Aşk ettiğimiz kendimize dert ettiğimiz / Adını çocuklarımıza bellettiğimiz / Bir şey ki artık hasretine dayanılmıyor.
II—Bir şey daha var yürekler acısı / Utandırır insanı düşündürür / Öylesine başka bir kalp ağrısı / Alır beni ta Bursa'ya götürür.
Yeşil Bursa'da konuk bir garip kuş / Otur denmiş oracıkta oturmuş / Ta yüreğinden bir türkü tutturmuş / Ne güzel şey dünyada hür olmak hür.
Benerci Jakond Varan Üç Bedrettin / Hey kahpe felek ne oyunlar ettin / En yavuz evladı bu memleketin / Nâzım ağabey hapislerde çürür.” (Cahit Sıtkı Tarancı, ‘Bütün Şiirleri', ‘Can Yayınlan' Derleyen ve düzenleyen Asım Bezirci, s. 121-122)
İlk yazıldığında, Nâzım şiirin tümünü okumuş olmalı ki Cahit Sıtkı'ya, 'Sevdalınız Komünisttir' şiiriyle karşılık verir.
"Sevdalınız komünisttir / On yıldan beri hapistir / yatar Bursa kalesinde.
Yatar ama zincirini kırmış yatar, / en âlâ bir mertebeye ermiş yatar, / yatar Bursa kalesinde.
Memleket toprağındadır kökü, / Bedrettin gibi taşır yükü, / yatar Bursa kalesinde.
Türküsü tükenip bitmeden, / cennetini kaybetmeden / yatar Bursa kalesinde." (1947)
Nâzım Hikmet, komünistlikten değil, ‘orduyu isyana kışkırtmaktan' mahkûm olmuştu. En ağır cezayı vermek için öyle yapmışlardı. Komünistlik, o denli ağır cezalık değildi. Daha önceleri, daha da hafifti cezası. Ama kamuoyunda, karalanmak için yeterliydi komünist düşünceleri taşımak. Komünistler, solcular, boyalı kuştular. Nice gençler, solcu, komünist diye asılmadı mı?
Sabahattin Ali de nice aydınlar gibi öyle süründürülmedi mi? Öyle öldürülmedi mi Istranca Dağları'nda? Trakyalı aydınlar, haziranın ortasında. Sabahattin Ali'nin öldürüldüğü yerde, Sabahattin Ali için toplantılar düzenleyecekler; Istranca Dağları'nın adını ‘Sabahattin Ali Dağları' olarak değiştirecekler. Ne güzel olur, ‘Dağlar ve Rüzgârlar' ozanına ne güzel yaraşır. Bu girişimin öncülüğünü Kırklareli Köy-Koop Başkanı Erdoğan Kantürer yapıyor...
Ahmed Arif öldüğünde, örtülen ak çarşafın üstüne bir bıçak kondu; gelenekler öyleydi, hançer konurdu. Yatağından götürüldüğünde de boş kalan yatağına taş kondu. Diyarbakır gelenekleri böyleydi. Sonra gömütlükte helva dağıtıldı gelenekleri gereği. Aynur Hanım, her bir şeylere uydu Kürt geleneklerini yerine getirdi...
Canip Yıldırım’dan dinledim bir kez daha, Ahmed Arif’in 'Komünistlik' öyküsünü! Daha önceleri Ahmed Arif’ten, Selçuk Altan'dan da dinlemiştim. Canip Yıldırım'a, yanılmayayım diye, bir daha sordum. Ahmed Arifler, ‘Şıh Matar' mahallesinde otururlar Diyarbakır'da. İlkokula burada gider. Buraya ‘Balıkçılar Mahallesi' de denir. Burada dört ayaklı minare vardır. Orası Ahmed Arif için çok önemlidir. Canip Yıldırım, her Diyarbakır'a gidişinde Ahmed Arif ona;
Dört ayaklı minarenin dört ayağını da öp, benden yana! der.
Canip Yıldırım anlatıyor:
Toprağına, memleketin suyuna, duvarlarına hayrandı. Zaten şiirlerinde hep bunları işler. Şiirleri bunun için canlıdır.
Ahmed Arif’in bir 'komünisttik' olayı var, kendisinden de dinlemiştim, anlatır mısınız Canip Bey?..
Ahmed Arif, gözaltına alınıp tutuklanınca, kız kardeşleri tasalanıyorlar. Ağamız komünistmiş, diye duyuyorlar. Kızkardeşleri daha ilkokulda filan okuyorlar. Fiskos ediyorlar, ama söylemiyorlar. Ahmed Arif’in analığı Arife Hanım, kuşkulanıyor. Ne ola ki bu komünistlik? Onun aklına kötü şeyler geliyor. Mahallenin bakkalı Mehmet Efendi’ye gidiyor sormaya. O, askerliğinde onbaşı olduğu için her şeyi biliyor.
Onbaşı, diyor, sana bir şey soracağım; komünistlik nedir?
'Onbaşı', bir gözünü kapayıp birini açıyor, kaşını kaldırıyor. Düşünüyor yani. Düşünüyor, düşünüyor, düşünüyor:
Valla, diyor, komünistlik gizli kapaklı bir şeydir, aynen kaçakçılık gibidir!
Bunu öğrenen Arife Ana, koşa koşa eve dönüyor; çok keyiflenmiştir. Kaçakçılık, Doğuda kötü bir iş değildir; rahatlamış bir biçimde
—Baka, kızlar! diyor, ne üzüliysiniz, ağanız ekmeğini taştan çıkariy!”
Ahmed Ariflere başsağlığına gittiğimde, kız kardeşlerini tanıdım. Ablası Sabriye (Demirkol), küçükleri Nuran (Pratik) ile Nezihe (Erdoğan). Son ikisi emekli öğretmen. Nuran ile Nezihe, 1950'lerin başlarında, Trakya'da öğretmenlik yaparlar. Ağabeylerinin durumundan haber almak için çırpınmaktadırlar. Sonunda Harbiye’de tutuklu olduğunu öğrenirler.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                              Trakya'nın tatlısı ‘devayi misk' alarak giderler Nöbetçi, gelen tatlıyı açtırır, içine batar, Sonra gidip ağabeylerini görürler..
Ahmed Arif, tatlıyı kimin açıp karıştırdığını sorar:
Kapıdaki yüzbaşı açtı, ‘‘Ben Ahmed Arif’in şiirlerini çok severim!" dedi.
Çok severmiş; bana en çok işkenceyi o yaptı!
Ahmed Arif, aort patlamasından Öldü! Sağın, öyle rapor verdi...
Kanada'dan Engin Aşkın’dan mektup aldım. 3 Haziran 1991 günlü mektubunda Engin Aşkın, bir yerde şöyle diyor:
“Sana bu satırları yazarken, televizyon ekranında Polonya asıllı romancı Jerzy Kozinski’nin intihar haberi okundu. Toronto'da Greg Gatenby adlı sanat tutkununun 13 yıldır sürdürdüğü şiir ve edebiyat gecelerinin başkonuğu olan bu seçkin yazar, sürgündekilerin en acılı adlarından biriydi. 23 yıl önce tek bir sözcük İngilizce bilmeden ayak bastığı New York'ta İngilizcenin en güzel romanlarını yazan bu sanat eri, dostluğu, şakacılığı ve canlılığıyla herkesin dostluğunu kazanmıştı.
Başına bir plastik torba geçirerek can veren romancı Kozinski, her bölümü zulümle örgülü bir yaşamı kaldırmayan sayrı yüreğinin derdini çekiyordu. Tüm ailesini Nazilerin yok ettiği romancı, Türkçeye ‘Boyalı Kuş' adıyla kazandırılan yapıtında acımasızlığın ve zulmün anatomisini çizmişti. Toronto'ya geldiğinde, New York’u, Toronto'yu anlatacak küçük öykülere girişeceğini söyler, ‘ama, ah yüreğim!' diye yakınır dururdu."
AA'nın haberine göre Jerzi Kozinsky, yüreğindeki sayrılık nedeniyle, son günlerde yazamamanın acısını çekiyormuş; kimseye yük olmamak için de canına kıymış!