Eski Bosna-Hersek Başbakan Yardımcısı Muhammed Çengiç ‘le konuşmalarımız, zaman zaman heyecanlı oluyordu. Benim dikkatimi çeken; Bosna-Hersek konusunda sık sık yazı ya- zanların, Muhammed Çengiç açıklamalarda bulunalı beri suspus olmaları, dillerini yutmalarıydı. Kendi payıma, Muhammed Çengiç'in açıklamalarını gündeme getirerek kamuoyunun aydınlanmasına katkıda bulunduğumu düşünüp seviniyordum. Bosna savaşının çok daha öncesi vardı. Çengiç onu anlatıyordu, şöyle dedi:
İkinci Dünya Savaşı ’nda Mareşal Tito olmasaydı, Müslümanlar belki de yok oturdu. Tito'nun katkısı çok büyük oldu Müslümanlara.
Ne bakımdan çok büyük?
İkinci Dünya Savaşı 'nda da Sırplar, Müslümanları yok etmeye çalıştılar. Hırvatlar, fakat Hırvat Müslümanları, Hırvat milliyetçileri diye ayırmışlardı. İşte böyle karışıklaşan durumu Tito engelledi. Sırplarla Hırvatların, Müslümanları kendilerine çekmelerini engelledi. Savaştan sonra, tüm komünist ülkelerde diktatörlük vardı. Bu, 1960'lı yıllara değin bizde de sürdü. 1960'lardan sonra bizdeki yönetim, öbür komünist ülkelerin en iyisiydi. Özyönetim, özelleştirme vardı. Halk da rahat yaşıyordu. Fakat Tito'nun ölümüyle 1980'lerde Yugoslavya’nın parçalanma tehlikesi ortaya çıktı. Tito ’nun çalışma arkadaşları, Rusya 'da komünizmin yıkılma dönemine değin, Yugoslavya 'nın parçalanmaması için idare ettiler.
Ama. hep bir filizlenme vardı parçalanma yolunda...
O arzu vardı. Bu cumhuriyetlerden Slovenya'da ilk başta demokrasi kuruldu. Komünist Parti, Sosyalist Parti'ye dönüştü. Öbür cumhuriyetlerdeki başkanlar, Tito’yu taklit etmeye çalıştılar, pek fazla değişiklik yapmadan. Böylece onlar "halkın lideri" havasına giriyorlardı, oysa "demokratik lider" olmalar gerekirdi. Bosna-Hersek'te de öyle oldu. Üç lider, “halkın üç lideri" diye ortaya çıktılar. Bu üç liderin amacı, başlarda ortaklaşa, komünizmi yenmek, daha özgürlükçü bir yönetim kurmaktı. Ancak, Sırpların partisi, esas demokrat değil, daha çok faşist bir partiydi. Ama, onların amacı, ilk başlardan Bosna 'nın parçalanıp Yugoslavya'ya katılmasıydı. Seçimlerde SDA (Sosyal Demokrat Aksiyon) partisi kazandı, fakat ortaklık kurmak zorundaydık. Hem Sırp, hem Hırvat milliyetçi partileriyle ortaklık kurduk. Sırpların başında Karaçiç vardı. Onların nasıl bir Bosna istediklerini bilmiyoruz, öyle ki, biz bu ortaklığa (koalisyona) yetersiz bilgiyle biraz acemice girdik. Hükümeti kurduğumuzda da daha ilk başlarda, Meclis’te görüş ayrılıkları başladı. Bizim bu ortaklığıma 1 yıl 8 ay sürdü. Koalisyonu kurmakla büyük yanlış yaptık. Bu, bizim büyük bir yanlışımızdı. Partimizin yanlışıydı, seçilenin yanlışı. Oysa, öbür sol partilerle ortaklık kurabilirdik...
Kimlerdi onlar?
Solculardı. Eski komünistler, Markoviç’in reformcuları, sosyal demokrat, liberal partiler... Adil Zülfikar'dan söz etmiştik anımsarsınız, onunla birlikte SDA'yı kurmuştuk, seçimlerden bir ay önce ayrılıp Liberal Parti'yi kurdu. Bütün öbür sol partilerin amacı, Bosna'nın kurtulması için çalışmaktı. Milliyetçi partiler ise faşizme değin kayıyorlardı, bunlar milliyetçi, ırkçı partilerdi. Sırp partisi milliyetçi, bizimki de biraz milliyetçi, ama öyle ırkçı değil. Biz ortaklar Meclis ‘te karar alamıyorduk, liderlerin söylediği biçimde kararlar alınıyordu. Üç partinin lideri her zaman kapı arkasında görüşüyorlar, öyle ki milletvekilleri, kendi liderlerinin dediklerinden istediklerini uyguluyorlardı. Ne yazık ki, o gün bugün bu sürüyor. Karaçiç ne derse Sırp milletvekilleri onu uyguluyorlar.
Hırvatlar?
Hırvatların tek lideri Tuçman, Zagreb'de. Ancak, Bosna 'daki Hırvatlar, 2-3 kez liderlerini değiştirdiler. Bizim Müslümanlar da, İzzetbegoviç ne derse onu yapıyorlar. Güç tamamen İzzetbegovıç'in elinde.
Yani, diktatör mü?
Diktatörden de ileri. Çünkü, hem parti başkanı, hem cumhurbaşkanı. Tek parti başta olduğu için tüm başkanları o atıyor. Parlamento çoğunluğu da onda olduğundan, doğal olarak o karar veriyor. Bir de genel kurmayın, ordunun da başıdır. Boşnakların başında, cumhurbaşkanı olunca, Sırpların, Hırvatların da başkanı olması gerekir. Sırplar tanımıyor, Hırvatlar tanıyor. Boşnak Müslümanlarla Hırvat Müslümanlar arasında bir federasyon kuruldu ve o hükümeti tanıyor Hırvatlar, Sırplar tanımıyor tabii. Fakat dünyada, Bosna-Hersek'i Birleşmiş Milletler tanıdı...
Tabii, İzzetbegoviç, kendini diktatör gibi gibi göstermiyor. Ancak, kimse onun sözünden çıkamaz, öyle bir durum yarattı. Örneğin, ben onun yardımcısıydım partide. Parti kurucu- suydum, ilk kongrede, kongre başkanıydım. Başbakan yardımcılığı görevimi bitirdikleri andan başlayarak öbür yetkilerimi de kestiler, uzaklaştırdılar, öyle ki ben bugün ne partide, ne hükümette, hiçbir yerde değilim.
Neden uzaklaştırdılar?
Çünkü, İzzetbegoviç 'e en yakın bendim. Herhalde, her zaman açık açık dobra dobra konuştuğum için. Izzetbegoviç'in yanlışlarını da her zaman eleştiriyordum. Bence nedenlerden biri odur.
Yani, kendi geleceğini karanlık mı gördü?
Evet, kendisine rakip gördü. Şubat 1992'deydi. Bosna kantonlarının bir toplantısıydı. 250 bin kişinin karşısında konuşuyordum. “Izzetbegoviç’te, Halil Slayzjç, Bosna’ya varınca görüşmeleri yapamazlar, yapamıyorlar. Bu nitelikte değiller” dedim, şöyle konuştum: "Bu savaş kazanılırsa, kimler ödüllendirilecek? Savaş yitirilirse suçlu kim olacak?" Belki beni bu yüzden ayıkladılar. Çünkü, hiçbir lider, bu sözleri dinlemek istemez. Ayrılırken de dedim ki: "Benim gibi birini bul ki, gerçekleri ve yanlışları cesaretle o yüzüne söylesin!"
Çünkü, İzzetbegoviç i ben kırk yıldır tanıyorum. Benden 17 yaş büyük. Eşi (Halide İzzetbegoviç), halamın kızı olur. Yani, bizde akrabalık var. (Gülüşmeler) Ancak, benim için önemli olan, Bosna'nın politikasıdır. Din, özel işler, akrabalık bağları ikinci gelir. Resmi görevimiz halka olan hizmetimizdir.
(Konuşmaları Deniz Emrullah çeviriyordu. Izzetbegoviç’e yakın bir Bosna gazetesinde, bir röportaj vardı; adı şöyle: İzzetbegoviç Mehdi mi, Firavun mu?" Gazeteci şöyle bağlıyordu; “Ne mehdidir, ne firavundur!" Muhammed Çengiç, “Bunu böyle düşünmesinin bile bir anlamı olmalı dedi, ekledi;)
Yalnız, tek adam!