Bodrum Müzesinde...

Vedat Türkali:
— Şu Bodrum’un denizinin kirlenmekte olduğunu yazarsan büyük iyilik etmiş olursun! dedi
Bodrum'un nüfusu ne kadarcık? Buna, yaz aylarında en az kırk elli bin ekleyin. Nasıl besler bunca insanı Bodrum?. Belli bir saatten sonra su yok. Bir arkadaşım:
— Nasıl ekmek bulduğumuza şaşıyorum! dedi. Ona göre, Bodrum’da turizmin işportacılığı yapılıyordu?..
“Levent Pansiyon” un suyu var. Suyu artezyen kuyusundan alıyorlar. Ama, kentin büyük bölümü susuz. Kap kacağı neyle yıkayacaksınız? Nasıl duş yapacaksınız? Bodrum'un çalışkan mı çalışkan bir bayan Turizm Müdürü var Emine Çam. O, iyimser.
— Foseptik çukurları yapılacak, kesinlikle kirli şeyler denize sızmayacak diyor.
Bodrum Müzesini, Müzenin Müdürü Oğuz Alpözen gezdirdi. Mustafa Yeşilova da birlikte. Yeşilova’nın “Bodrum” yazılarını sürekli okuyordum. Yazılarıyla, Bodrum’da çalışanlara katkıda bulunuyor. Kalenin ağzında, “Bodrum Güzel Sanatlar Galerisi” var. Eskiden burası çöplükmüş! Onarmışlar, eski Müze Müdürü Haluk Elbe’nin adını vermişler galeriye. Oğuz Alpözen, anlatıyor:
— bodrum kalesini çiçek kalesi halinde halka sunmak isliyoruz... Burada iğne ile kuyu kazarak çalışıyoruz. Arkeoloji bölümü öğrencileri stajlarını burada yapıyorlar...
Müzede, sualtı kazılarının nasıl yapıldığını gösteren, maketler var. 1/20 oranında küçültülmüş bu maketleri seyredenler, kazının nasıl yapıldığını da gözleyebiliyorlar. Bodrum’da yapılan sualtı araştırmaları sonucu ele geçen bulgulardan, o dönemlerin yaşam koşullarıyla ilgili bilgi de ediniyor gezenler.
Oğuz Alpözen’i dinliyoruz gezerken:
— İsa’dan önce birinci yüzyıl, helenistik, çağda, bir emekçi üç günlük çalışmasıyla bir anforalık -25 litrelik- şarap alabiliyormuş. Günümüzde üç günlük çalışmayla ne kadar şarap alabilir?
Sonra, anforaların öyküsünü gözlüyoruz sırayla. Üzüm ayaklarla eziliyor, testilere doldurup, gemilere yerleştiriyorlar. Gemi, Bodrum dolaylarında batıyor. Oğuz Alpözen de topluyor su altından bunları.
— İyi ki batmış bu gemiler! diyor.
Müzede, eski çağda “enflasyon”u da sikkelerle izliyorsunuz. Oğuz Alpözen veriyor bilgiyi:
— Bakın, altıncı yüzyılda bir tetradrahmi verip bir öküz alıyormuş; dördüncü yüzyılda, 13 tetradrahmiye bir öküz; ikinci yüzyılda 20 tetradrahmiye bir öküz alabilir olmuş.
Para insan ilişkileri ilginç: İsa’dan önce üçüncü yüzyılda, devlet yaşlı vatandaşa, 20 “bol” veriyor, bu günlük sekiz ekmek parasıdır 750 gramlık da zeytinyağı parası. Bu, şimdiki uygulamada 65 yaşını aşanlara bağlanan aylığa benziyor. Kölelere ise, 10 “bol” verilmekte. O da dört ekmek alınabilecek bir para.
Dördüncü yüzyılda vatandaş, 580 tetradrahmiye bir ev alabiliyor.
İsa'dan önce dördüncü yüzyılda, çok zenginlerin giysileri bin tetradrahmiye çıkıyor. Bunlar altın işlemeli giysiler. Bu, o zamanki bir öğretmenin üç yıl hiç harcamadan biriktireceği parayla alabileceği şeyler. O çağlarda ekmeğin fiyatını da görüyoruz. Oğuz Alpözen:
— Günümüzde de iki on lira bir ekmek! diyor.
Burada “bozuk para”nın başlangıcını da görüyoruz. Altın, parçalanarak, ufak parçalarıyla alış veriş yapılıyor. Tırnak ucu gibi parçalar, işte size bozuk para!
On birinci yüzyılda, bir İslam gemisi batmış. Ancak gemide Hristiyanlar da var. Onlar ayrı bir bölümde bulunuyorlar. Gemi, korsanların saldırısı sonucu batmış. Aynı batık gemiden çıkan cam eşyalar, kadehler çok güzel.
Bodrum adını dünyaya duyuran “Halikarnas Balıkçısı”nın büstü, kaleye güzel bir yere konmuş. Daha önceleri depodaymış.
Kalede kuleler var. Alman kulesine yerleştirilecek “boynuz”ları gördük. Tam doksan dokuz boynuz. Mustafa Yeşilova’nın yazılarında okumuştum boynuzları.
Kalenin çıkışında, Türkmen çadırı sergilenmiş. Çadırda, kalenin bekçisi Ali Tırpan, kartal kanadından kavalını çaldı, dinledik.
Akşam, Hilmi Yavuzlarda Vedat Türkali, eşi Merih Hanım, Ülkü Tamer, Cevdet Kudret’in eşi İhsan Hanım, kızı Ayşe Kudret, Fatma Günbulut, Cemil Eren de vardı. Ülkü Tamer, çok kalmadı, ayrıldı. Hilmi Yavuz gibi, Ülkü Tamer’i de çok sevdim. Hilmi Yavuz konuklarına, içine kesilmiş yeşil mandalinalar atılmış cin sundu. Ardından rakılar…
Hilmi Yavuz, şakacı mı şakacı.. Kapatılmış kahve fincanlarına, fala baktı. Onun ki, ”modern” fal.
Bodrum’un “Sanat Haftası” eylülün ilk haftasında. Söylentilere göre, 70 kişiden oluşan “hazırlık komitesi”nin çalışmaları hiçe sayılıp, Erol Simavi’nin “Paket Programı” yeğlenmiş. Sinema, tiyatro komitelerinin önerilerine kulak asılmamış, yerine sıradan oyunlar, filmler getiriliyormuş.
Bodrum'da birkaç gün kaldık. Ayrılacağımız akşam, Big Ben’in sahibi Engin Karpak, Yılmaz Alten’e:
— Ekmekçi Bodrum’daymış. Akşam bir ara uğrayıp, bir kadeh içkimizi için ne olur? demiş.
— Hay hay! dedik.
Modern folk üçlüsünden Doğan Canku’yu orada dinledim. Konuk obuacı Can, piyanoda Metin, şarkıcı Leman Sam, güzel bir hafif müzik şöleni sundular. Doğaç Canku’nun yaşgünüymüş o gün. Leman Sam, Rumca şarkılar da söyledi. Birkaç gece önce, ihbar mı edilmiş ne olmuş? “Bu hanım, Rumca şarkılar söylüyor, Türklük aleyhine şarkılar!” mı ne demişler. Başkomser gelmiş, soruşturmaya:
— Bu bayan çıkmayacak sahneye! diye.
— Aman, nasıl olur? Herkes onun şarkılarını istiyor…
Her zaman, her dönemde yerli yersiz “ihbar”lar olur. Bunların çoğu küçük kıskançlıklara dayanır. Çekenin çektiği yanında kâr kalır-
Big Ben'de; Yılmaz Alten, Cemil Eren bir aradaydık. Hilmi Yavuz ile eşi Nuran Yavuz, Yaman Koray (AST’tan), Zeynep Irgat, Mücap Ofluoğlu’nu görüp selamlaştım. Ertesi sabah yolcu olacağım için erken ayrıldım. Doğan Canku’yla konuşmak isterdim. Doğan’ın babası, Köy Enstitülerinin kuruluşunda çalışmış öğretmenlerdenmiş. İlk kıyıma uğrayanlardanmışda...
Bodrum'da birkaç gün, öylesine güzel geçti ki. Cevdet Kudreti ayaküstü gördüm. İlhan Berk’i göremedim. Çok İstediğim halde, “Karaada”ya gidemedim. Bazılarını gelecek yıllara bıraktım göreceğim yerlerden...