Bir Yıl Sonra Ruhi Su...

1981’de Ruhi Su, Avustralya'ya gidecekti. Ankara’da konuşuyorduk:
Ben gideyim de, öyle yaz! dedi, gitmeden yazma...
Son dakikada uçaktan indirilebileceğini düşünüyordu. Pazar günü İstanbul’da "Dostlar Tiyatrosu"nda, o gezisi ile ilgili video film gösterildi. Küçük tiyatro salonu, hamam gibi. Gelenlerin çoğu gençler. Tıklım tıklım. Bu ülkenin sanatçısına gösterilen bu sevgi ne güzel.
1970’li yılların ortalarında Macaristan’a gidiyordum. Giderken, Macarlara Ruhi Su’nun plaklarını götürmek istedim. Ruhi Su'ya telefon ettim:
Götür, çok sevinirim, dedi. Benim armağanım olarak götür... Plaklarından verdi, götürdüm. Budapeşte Radyosu’na gittiğimde, radyo çalışanlarına, Ruhi Su’nun plaklarını verdim, öyle sevindiler ki, anlatamam...
Bunlar bizde yoktu, dediler, ne iyi ettiniz de getirdiniz!
Adını şimdi unuttum, radyoda çalışan bayanlardan biri Abdi İpekçi’nin, İstanbul’dan sınıf arkadaşıymış, evinde yemek verdi, ağırladı. Dönüşte Ruhi Su'ya anlattım, nasıl ağırlandığımı; "Sizin plaklara sevindiler, ondan beni böyle ağırladılar!" dedim.
O yıllar, Ruhi Su, yurtdışına çıkamıyordu:
Ekmekçi, herkes gitti, bir ben gidemiyorum! diyordu.
Sonra, çıktı. “Dostlar”daki toplantıda, Genco Erkal, Ruhi Su’dan şiirler okuyordu:
"Almanya’da topraklar/Aynı bizimki gibi/Ağaçları görgüsüz cahil/Ne Beethoven'i bilen var ne Spartakistleri/Nerde dünya durdukça duran/Çınarlar bizimki gibi
Bir adam gördüm Frankfurt’ta/Noel ağacının dibinde/Kasketini açmıştı gözleri yerde/Yoksulluğun utancı aynı bizimki gibi
Memleketim diye kucakladı işçilerimiz bizi/Biri ağladı usul usul boynumda durdu/Uykuda kaymış da sanki yüzleri/Bıyıkları aynı bizimki gibi
Ellerim, ayaklarım gibi buldum/Hiçbir şeye şaşmam da/Neden takılıp kaldı aklım/Bizim bebelere Almanya'da/Adarı kalmış ancak/Söylenen bizimki gibi."
Genco Erkal’ın, çoğunu ezberden okuduğu "Ezgili Yürek" şiiri şöyle:
"Hangi taşı kaldırsam/Anamla babam/Hangi dala uzansam/Hısım akrabam/Ne güzel bir dünya bu/İyi ki geldim/Süt dolu bir torbayla/Şöylece çıkageldim/Kime elimi verdimse/Döndürüp yüzümü baktımsa/Kısmet kapıyı çaldı/Kör pınara su geldi/Ben şakıyıp durdukça öyle/Gülün kokusu geldi/Bebesi olmayana/Bunalıp da kalmışa/Acılarla yüklü/Dargın yüreklere/Yetiştim geldim/İyi ki geldim."
"Geldik” şiirini de aktarmalıyım:
"Hepimiz bir yerlerdeydik/Başka bir yere geldik/Değişen dünyanın sürecinde/Karanlık bir sudan geldik
Ne gül eski güldür şimdi/Ne beygir eski beygir/Kırmadan incitmeden/Maymundan insana geldik
Bakmayın siz bu bencil/Bu hayvansal kavgaya/Değişen dünyanın içinde/İnsana biz yeni geldik"
Genco Erkal, "Seferberlik" türküsünden sonra, Hasan Hüseyin'in, Ruhi Su ile ilgili şiirini söyledi.
Konuşmacılar, Zeynep Oral ile Onat Kutlar, güzel konuştular. Ruhi Su'dan anılar anlattılar. Sıdıka Su, Reha İsvan’la ön sıradaydılar. Ilgın da oradaydı kuşkusuz, ben karanlıkta göremedim. Konuşmaları not alabilmek güçtü. Adım atma olmağı yok. Çokları gibi, sırılsıklam ter içindeyim. Ama birbirlerini iten, konuşanları, filmi görmeye çalışan gençler haklı. En sevdikleri bir ozan, bir halk sanatçısı anılıyor. Bu, onların günü. Sıkışıklıkta, gençlere yer veriyorum.
Zeynep Oral konuşuyordu, bir yerinde konuşmasının şöyle diyordu:
O, Anadolu toprağından aldıklarını, kendi dünya görüşüyle, sonsuz bilgi, kültür birikimiyle yoğurup yeniden bize verdi. İnatla, sabırla, umutla en çok, en çok sevgiyle yaptı. Çok sevdiği, canından çok sevdiği ülkesini ona zindan etmeye kalkanlar oldu...
Onat Kutlar, konuşmasına "Her yaştan genç arkadaşlarım" diye başladı. Salonun küçüklüğünü, sıkışıklığını anlattı. Buraya bile izin güçlükle alınabilmişti, biliyordum, izin son gün çıkmıştı. Onat Kutlar, Ruhi Su’nun insancıl yanını, anılardan örneklerle anlattı. Şöyle dedi:
1970’li yıllarda, TİP'in sanat kurullarında, toplantılarda birlikte görev almıştık. Biri, Ruhi Su'ya, "Hafif batı müziği konusunda ne düşünüyorsunuz?" diye sordu. Ruhi Su, "Çok kalitelisi yapılırsa hiçbir itirazım yok" dedi. O, hangi türden olursa olsun, kaliteli müziğe karşı çıkmıyordu. Ruhi Su’nun o yanıtı çok kimseyi şaşırttı...
Ruhi Su için, ölüm yıldönümünde, Almanya’da, Avustralya’da da toplantılar düzenlenmiş. "Ekin idim oldum harman" plağı, yakında Türkiye'de çıkacağı gibi, Paris'te de çıkacakmış. Almanya'da "El Kapıları" ile "Seferberlik Türküleri" çıkıyormuş.
Ankara’dan uçakla gelmeme karşın, sabah Ruhi Su’nun Zincirlikuyu'daki gömütünde yapılan törene katılamamıştım. Burada, Adnan Cemgil konuşmuş, özetle şöyle demiş:
"Ruhi Su, müzisyen olarak elbette büyük bir müzisyen, büyük bir müzik ustası. Türküler, çocukluğundan beri, hava, su kadar gereksinmesi olmuştur. Bu, bilinen bir şey. Ruhi Su’nun kişiliği sadece bundan ibaret değil. Onun yaşamı acılarla başlamış, acılarla sürmüş, acılarla sona ermiş. Ama o hiçbir zaman acıya yenilmemiş, çalışma, sanat umudunu yitirmemiş.
Onun ömrünü uzun engelli bir koşuya benzetebiliriz. İnsanların çıkardığı engellere yenilmedi. Doğanın engeline yenildi. Ruhi Su, inançları için haksızlıklara, zulümlere, çilelere katlanarak daima eylem adamı olarak kalmıştır. Çok sevdiği sazından bile uzun süreler ayrılmayı göze alabilmiştir. Ruhi Su, yaşamının sonlarında çok acılar çekti. Ölümünden dört beş ay önce, mutluluğu yaşadı. 1 Mayıs günüydü. Sabahtan, gecenin geç saatlerine kadar, genç, yaşlı, kadın, erkek insanlar, ellerinde birer kırmızı karanfille ona “Geçmiş olsun!" dediler. Birkaç gün sonra, bir konuşmamızda "Çok mutluyum. Bütün acılarımı unuttum!" dedi.
Ruhi Su, halk türkülerinin içindeki acıları dile getirdi. Ruhi Su, bütün yaşamında acılara, çilelere yenilmedi. Ağzından bir şikâyet sözü işitmedim. Yalnız öfkelendiğini çok gördüm. Haksızlıklara, zulümlere, bir de dönek, inançlarından sapmış insanlara öfkelendiğini gördüm. Ruhi Su, bütün yaşamıyla, Nazım’ın dile getirdiği şu gerçeği kanıtladı: "Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?"
★ ★ ★
Ruhi Su için düzenlenen törenden sonra, üst kata “Çatı”ya çıktım. Hadi Olca, orada bekliyordu. Çatı'da, Ruhi Su için kadeh kaldırdık. Daha sonra, Aksaray'a, Süleyman Bey’in konuşmasını izlemeye gittik. Vardığımızda toplantı dağılıyordu. Binlerin dağılışını gördük. Çoğu kravatsızdı. Bindiğimiz arabanın şoförü, Fatih’e oturuyordu. Daha önce oyunu ANAP'a vermişti; ancak bu kez Turgut Bey’e değil; Süleyman Bey'e verecekti...