Bir Tükenişin Öyküsü mü?

4 ekimde çıkan "Vrak Vrak” başlıklı "Ankara Notları"nın girişi şöyleydi:
'‘Amerikan Elçisi Hupe, bir sosyalist ülke büyükelçisine şöyle demiş:
Özal 300 ün üzerinde gelir, biz istiyoruz!
Sosyalist ülke elçisinin adını saklı tutacağım. Bunu bir arkadaşıma anlattım:
Doğrudur, dedi, biz Amerikalılardan daha iyi bilecek değiliz ya!”
Ondan bir ay sonra, 3 Kasım 1987 günlü "Yazıyooor" başlıklı "Ankara Notları'nın girişini şöyle kurmuştum:
"Önseçimler bitti, sıra şimdi seçimlerde. 30 kasım sabahı gazeteci çocuklar bağıracaklar:
Yazıyooor, ANAP'ın 300 sandalye kazandığını yazıyooor. .
Yazıyooor, Ecevit’in oyları böldüğünü yazıyooor."
Amerikan Elçisi Hupe'nin isteği de, çocukların bağırışları da sekiz
eksiğiyle gerçekleşti.
Gazeteciler, yazarlar "Ben söylemiştim!" demekten hoşlanırlar. Çok kimse biliyordu gerçekleri, söyledi, yazdı...
Seçim gecesi, sonuçların alındığı sıralardı; Anadolu Kulübü’nde biri:
Turgut Bey, arlık Bülent Bey’e bir görev verir! dedi. Bunca yardımdan sonra!
Ecevit, Anavatan sana minnettardır, dedi biri de...
Sol, uzmanlara göre, 29 Kasım seçimleri gibi bir fırsatı bir daha yakalayabilir miydi? Bu fırsat kaçtı gitti, ne için?
Sanıyorum, seçim gecesini kimsecikler unutmayacak! Evlerde, sabahlara dek uyumadı çoluk çocuk...
Anneeee, gel, yine böldü!
Herkes elinde kâğıt kalem, SHP oylarıyla DSP oylarını topluyor:
Yine böldü! diye çığlık atıyordu… Kapıcılar, bakkallar, ev kadınları ağlamaklıydılar.
DSP, daha Bülent Bey genel başkan değilken, ara seçimlerinde de yüzde 8,5 oy almıştı. Bu, Turgut Bey’in çok hoşuna gitmişti; tek güvenci Bülent Bey'di. İki yıl önce, bir konuşmamızda bana da söylemiş,
SODEP umduğunu bulamadı; Ecevit’in daha da başanlı olacağını sanıyorum... gibisinden konuşmuştu. Ecevit'in oyları bölmesi, seçenek olan solun çanına ot tıkayacak, Turgut Bey, azınlık oylarıyla da olsa, bir beş yıl daha iktidarını sürdürecekti. Bu gerçekleşti...
Bir şey daha oldu; Bülent Bey, seçim kampanyaları boyunca, SHP’ye saldırarak ANAP’ın ekmeğine yağ sürdü. Hem ne saldırılar; örneğin, SHP'ye aşırı solun, yani komünistlerin sızdıklarını, onların destek verdiklerini satır arasında hep söyledi. Bununla, SHP’ye gidecek oyların komünistlere verilmiş sayılacağı izlenimi uyandı çoğu seçmende...
İki bayan konuşuyorlardı. Biri, öbürünü ANAP'a oy versin diye, düşüncesinden caydırmaya çalışıyor, şöyle diyordu:
ANAP’a oy vermeyip komünistlere mi vereceksin?
Bülent Bey, açık açık sağdan oy toplayarak iktidar olduğunu, yine öyle olacağını söyleyip duruyordu. Sağdan oy toplayacağım diye de, SHP'yi haksız yere suçladı durdu. Bu gerici davranışın adı, sosyal demokrasi olamazdı; demokratlık bile olamazdı! Davranışının bunalıma dönüşmesi kaçınılmazdı...
Seçimlerin ertesi günü, bir "veda" mesajı yayımlayarak, eşiyle birlikte, “faal siyasetten" çekildiklerini açıkladı.
Bülent Bey’in siyasal geçmişinde buna benzer iki ayrılışı daha vardı; ilki, 12 Mart 1971'den sonra, CHP Genel Sekreterliğinden ayrılışıydı. O zaman da kararını bir başına açıkladı. Çeşitli arkadaşları vardı; Turan Güneş'ler. Deniz Baykal’lar, Kâmil Kırıkoğlu'lar, Orhan Birgül’ler, Mustafa Ok’lar, Haluk Ulman’lar, daha var. Bülent Bey’in genel sekreterlikten istifasına, Merkez Yönetim Kurulu üyeleri de üzülmüşlerdi. Kendilerine danışılmamıştı. Bir istifa açıklamasıyla karşı karşıya gelmişlerdi Bülent Bey'lerin evindeki toplantıda. Turan Güneş sordu:
Genel sekreterlikten çekildin, genel başkanlığa oynayacak mısın, oynamayacak mısın?
Kafasında hiç öyle bir şey yok muydu? İsmet Paşa'ya karşı olmayı hiç düşünmemiş miydi? Turan Güneş:
Biz burada avara kasnak değiliz, demeye gelen bir tümce kullandı; genel başkanlığa adaylığını koyacak mısın, koymayacak mısın?
Ecevit, sonunda kararını verdi, genel başkanlığa adaylığını koyacaktı Paşa’nın karşısında!
Genel sekreterlikten istifası, daha çok Nihat Erim’in Başbakan adaylığına bir tepkiydi aslında. “12 Mart bana karşı yapıldı!" diye düşünüyordu..
12 Mart'a karşı çıkış, Bülent Bey'i Başbakanlığa dek götürecekti…
İkinci istifa olayı, 12 Eylül 1980 olayında oldu; CHP Genel Başkanlığı’ndan çekildi. Genel Sekreter Mustafa Üstündağ'la, Merkez Yönetim Kurulu üyelerini evine çağırmış, kararını açıklamıştı. Üstündağ da, öbürleri de CHP Genel Başkanlığı’ndan, böyle bir dönemde ayrılmaması gerektiğini söylediler. O, kararını vermişti. Açıklama basına verildi; 12 Eylül yönetimi, istifa mektubunun içeriğine yayın yasağı koymuştu CHP, genel başkansız kalmıştı. Çok geçmedi, 12 Eylül yönetimi, Atatürk’ün kurduğu, bu başsız kalan CHP'yi de kapattı!
Ecevit’in üçüncü olayı, DSP Genel Başkanı’yken, politikadan çekilme kararını açıklaması oldu. Kimi, bunu "ivecenlikle", eski deyimle "acullukla'' niteledi. Kimi inanamadı; bunun bir “şov" olacağını düşündü. Yalvarıp yakarıp, politikadan çekilme geri aldırılabilir miydi? Ecevit'i yakından tanıyanlar bunun dönüşü olmadığını söylüyorlardı. Bu, üst üste yapılan yanlışların biriktirdiği bir tükenişin öyküsü müydü? Vaktiyle ona oy vermiş, umut bağlamış olanlar hüzünlendiler; açlık grevi yapanlar olduğu gibi, kızanlar da oldu, “Geç kaldı!" diye. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
Toplumumuz nasıl da şakayı seviyor? Turgut Bey, Houston'a ilk gittiğinde doktorlara:
Ben, boy pos ameliyatı olmaya geldim! demiş, Amerikalı Debakey, bunu "by-pass" anlamış, yatırmış bıçağın altına...
Şimdi, yüzde 36’lık oyla, yüzde 64 oranında sandalye kazanmanın mutluluğu içinde "check-up"a gidiyor. Onu da “Ketch-up" (soğuk domates salçası) diye anlarsa Debakey, seyredin artık?
Turgut Bey'i, Mecliste soğuk bir duş bekliyor. Dünyanın en adaletsiz seçim yasasıyla oyları topladığını sanan Turgut Bey, Ecevit'in de yokluğunda, kime güvenecek ki?
28 Kasım 1987 Cumartesi günü çıkan "Şansı Varsa..." başlıklı "İzmir Notları “nda, yazının sonunda şöyle demiştim:
"Referandum öncesinde, bir Ankara Notları'nda, 'Hayır çıkarsa yasaklılar yaşadı' demiştim. ‘Evet’ çıktı, gördük ne oldu?
Şimdi de, ‘Şansı varsa Turgut Bey kaybeder' diye düşünüyorum. Kazanırsa, seyredin olacakları!"