Bir seçim böyle geçti...

Vedat Dalokay, seçim kampanyasını fıkralarla yürüttü, denebilir. Vedat, dengine getirip fıkra anlatıyor, kahvedekileri kırıp geçiriyordu. Andre Gide'ın bir öyküsünden esinlenerek anlattığı fıkralardan birini, Vedat şöyle anlatıyordu:
Sevgili iarkadaşlarım, burası gecekondu bölgesi; size bir gecekondulu ile ilgili fıkra anlatacağım. ("Anlat, anlat”, sesleri) Gecekonduda yaşayan bir vatandaş ölmüş. Allah rahmet eylesin... ("Amin" sesleri) Bu vatandaş öbür dünyaya varınca, Tanrı sormuş;
Sen cennetliksin, seni cennetime alıyorum, tamam mı?
Cennet nasıl bir şey, diye sormuş vatandaş; ne menem Şey?
Cennet, demiş Tanrı, Hiçbir eksiği olmayan bir yerdir. Yediğin önünde, yemediğin ardında. Kevser şarapları, gılmanlar... Sonra, sular akar her yerden; yolları asfalt, trafiği düzgün, can güvenliği var!
Yok, diye karşılık vermiş vatandaş, ben böyle bir yeri yaşamım boyunca düşlemedim bile, istemem...
Tanrı kızmış iyiden iyiye:
O zaman, demiş, seni cehenneme göndereceğim!?
Orası nasıl yer öyle?
Zebaniler var; ateşte yanacaksın, suyu yok, açlık, perişanlık, telefonsuz, böyle bir yer...
Hayır, demiş vatandaş Tanrıya, beni oraya gönderemezsin!
Neden?
Çünkü ben gecekondudan geliyorum! ("Bravo" sesleri, alkışlar)
* * *
Seçim arifesi, cumartesi günü, Ferda Güley’le TRT'nin oradan yürüyerek Kızılay'a iniyorduk. SODEP'in konvoyu geliyordu karşıdan Erdal İnönü, öndeki arabanın içinden el sallıyordu. Seçim yasaklarına girdiğinden, Cebeci'deki açık hava toplantısı da, dün kamuoyuna yansıtılamadı. Erdal İnönü konuşurken, tam üstlerinden uçurtma gibi, kuyruğunda “ANAP" yazılı, pırpır uçağı geçti. Erdal İnönü, konuşmasını keserek, el salladı uçağa. Halka da:
Onların parası var, bizim halkımız var! dedi. Uzun uzun alkışlandı. Dövizlerden birinde, "Kent enstitüleri, SODEP'in eseri olacaktır" biçimindeydi. Köy enstitülerinin bir benzeri yani; bu Tonguç'un düşüncesiydi. Köy enstitülerine benzer, iş içinde eğitimi öngören “Kent enstitüleri"yle ilgili yasa taslağını, yıllar önce hazırlamıştı bile. Ancak kaldı, unutuldu...
Yerel seçimler, bir çeşit genel seçim havasında geçti. Demokrasiye bir özlemin, bir susamışlığın simgesi gibiydi. En etkin propagandayı ANAP'lılar yaptılar. İlginçtir, ANAP için çalışan bir bayanı bilirim, 1973 seçimleri öncesinde, CHP için çalışmıştı!
Değerimizi bilmediler abicim, bildiler mi? diyordu..
Sezdiğim, esnaf, bilinçlenmemiş işçi çoğunluğuyla yine ANAP'a oy kullanıyordu. Bilenlerin söylediğine göre, SODEP'in Halkçı Parti'de yüzde beş, ANAP'ta da bir ölçüde “emanet" oyu duruyordu...
* * *
Yine cennetle ilgili bir fıkra, bu çok parti değiştirenler için yakıştırılabilir: Bir yaşlı karı-koca, kadının adı Mezruka, kocanın adı diyelim Mustafa olsun; Mezruka kocasından altı ay önce ölmüş. Mustafa da, Mezruka'nın özlemiyle çok yaşamamış işte. Doğruca cennetin kapısına varmış. Cennetin adı: “Ravza-i Rıdvan". Cennetin kapıcısının adı da Rıdvan. Rıdvan efendi, kapıyı açıp da, karşısında Mustafa'yı görünce sorar:
Kimsin?
Mustafa!
Rıdvan, deftere bakar, evet listede adı var; “Buyurun şöyle Mustafendi, ne emrediyorsunuz?" diye ağırlar onu Mustafa:
Ben, der, karım Mezruka'yı arıyorum. Onu görmek istiyorum. Altı ay önce cennete gelmişti. Rıdvan, sayfayı çevirir, tarihlere bakar yok...
Yok, der, gelmemiş.
Nasıl olur? O kadar namusludur ki, ne eline kimsenin eli değmiş, ne gözüne bir göz değmiştir...
Yok kardeşim, işte bakıyoruz. Cennette yok. Belki cehennemdedir;
Cehenneme giderler. Orada zebani karşılar. Mustafa, cennette oturduğu için, her yeri dolaşma hakkı da var, vize filan gerekli değil. Anlatır, "efendim, böyle böyle... Ben karım Mezruka'yı arıyorum”
Adı ne, demiştiniz?
Mezruka...
Bakarlar, yok. Zebani, “Bir kadınlar bölümü daha var, isterseniz oraya da bakalım" der. Mustafa, "Eyvaaah!"der içinden, keşke burda bulunsaydı...
Orada, insani suçları işlemiş olanlardan daha ağırları bulunmakta. Onlar, daire biçiminde bir yerin çevresinde durmadan dönmekteler. 360 derece, dönüyorlar babam dönüyorlar... I-ıh... Mezruka, orada da yok. Mustafa sevinir:
Bilmiştim zaten, benim Mezrukam buralarda olamaz. Öyle dürüst bir insandı ki o. Fakat nerede? Bir zebani:
Yoksa, başka adla mı geldi? Asıl adı neydi? diye sorar.
Asıl adı Hanife'dir efendim, ama biz Mezruka deriz. Nüfusa öyle geçmiş... Zebani, uyanır:
Ha, der şu tombul Hanife?
Evet evet, nerede o?
—Onu müdür odasına vantilatör yaptık! O denli hızlı dönüyordu ki...
* * *
Ne zaman bir seçim olsa, usuma çuvaldız fıkrası gelir: Köylünün biri, pazarda dolaşırken, yerde bir çuvaldız bulur. Bulunan şey, kendisinin değil, sahibine vermek ister; ancak çuvaldız da öylesine gerekli ki... Ne yapsın? Bağırır:
Ben biiir... (içinden söylenir)“çuvaldız buldum".
Köyüne gitmek için, oradan hızla uzaklaşır, tepeye varır. Pazar yerine bakar. Uzaktan insanlar, yerde bir şey arıyorlarmış gibi gelir, görünür ona. Çuvaldızı aradıklarını sanır:
Tepeden bağırır:
Kayna gidinin pazarı kayna, der, çuvaldızı bulan buldu!"