Bir Özgürlük Savaşçısı...

Savunman Erşen Sansal anlattı Niyazi Ağırnaslı’nın bir öyküsünü. Mülkiyeliler Birliği'in lokantasındaydık. Erşen Sansal, Nevzat Helvacı, Akın Birdal, Niyazi Ağırnaslı'yı konuşuyorduk. Erşen anlatıyor: 12 Mart 1971’in daha başları; kimsenin gözünün yaşına bakmadan içeri alıyorlar. Dışarıda arayıp soranlar da az. Niyazi Ağırnaslı, savunman olarak cezaevlerine, tutukevlerine koşturuyor; tutukluları arayıp, soruyor. Niyazi Ağırnaslı, arkadaşı Zeki Oruç Erer’le, Yıldırım Bölge Cezaevine giderler. Kayıt yapan astsubayın önüne gelirler. Niyazi Ağırnaslı hafifçe başını sağa sola sallarmış. Astsubay sorar:
Siz kimsiniz?
Niyazi Ağırnaslı, yine hafifçe başını sallamıştır. Astsubay, bundan "Yani, sen benim kim olduğumu bilmiyor musun" anlamını çıkarabilir!
Ben, der, Niyazi Ağırnaslı'yım!
Astsubay, yüzüne bakar:
Hayır, der, siz Niyazi Ağırnaslı değilsiniz! Biz, Niyazi Bey’i iyi tanırız.
Niyazi Ağırnaslı, kimliğini çıkarır astsubaya gösterir Astsubay bakar, geri verirken:
Peki, öbürü kimdi öyleyse, diye şaşırmış, sorar...
Astsubayın yanından ayrılırlar; tutukevine doğru yürürlerken, Niyazi Bey, Zeki Oruç Erel’e sorar:
Yahu ne olabilir sence? Astsubayın, "Peki, öbürü kimdi’’, lafının anlamı ne? Zeki anlatır:
Abi, buraya çocuklar alındılar. İçeri düştükleri zaman, onları herkes göremedi. Çok yakınları gelip görebildiler. Böyle ziyarete gelen birisi de bir savunman (avukat) adı vererek görüşme olanağı sağlamak isteyebilir. Senin adını da herkes bildiğinden, senin adınla girip görüşme yapmak istemiş olabilir. .
Evet, olabilir... der Ağırnaslı.
Yürürlerken, Zeki Oruç Erol bir olasılık daha üretir, şöyle der:
Abi, şöyle bir olasılık daha olabilir; içerideki çocuklar sizin kendilerini arayacağınızı, onlarla konuşup savunacağınızı biliyorlar. Biliyorlar ki, onları yalnız bırakmayacaksınız. Ama, onlar sizin yüzünüzü bile görmemiş, adınızdan tanımış olabilirler. Bunu bilen polislerden biri, çocuklardan bilgi almak için, "Ben Niyazi Ağırnaslı'yım" diyerek içeri girmiş, onlara yaklaşmış olabilir...
Zeki, bunları söyleyip yorumlayınca Niyazi Ağırnaslı, başını sallar:
Olmaz öyle şey, olmaz öyle şey, der
Ama, her iki olasılıkta da göze çarpan bir şey var. İçerideki çocuklar bilmektedirler ki, Niyazi abileri er geç çıkıp gelecektir. Hem de ayağını sürükleye sürükleye (Niyazi Ağırnaslı, bir trafik kazası sonucu ayağından yaralanmıştı, mahkemelere bastonuyla gidip gelebiliyordu. Trafik kazası 1969 yılında olmuştu. Motosiklet çarpması sonucu, Niyazi Bey uzun süre sakat dolaşmıştı. Sonra kendisine motosikletiyle çarpanı bağışladı, cezalandırmasını istemedi).
Niyazi Ağırnaslı’nın ölümü, büyük üzüntü yarattı. Herkes dondu, kaldı...
Maltepe Camii'nin avlusunda, dostları bu sessiz devrimciyi konuşuyorlardı. Yurtdışından yeni dönmüştüm o zaman. Gömütlüğe dek gittim. Halit Çelenk'in gömütü başında yaptığı konuşmayı dinledim.
Niyazi Ağırnaslı’nın ölümünden sonra, eşine, kardeşlerine telgraflar, mektuplar yağdı. Abidin Dino ile Güzin Dino, eski arkadaşlarıydı Abidin Dino, Niyazi Bey'in eşi Leman Ağırnaslı’ya yazdığı baş sağlığı mektubunda özetle şöyle diyordu:
"Sevgili Leman,
En zor günlerinizde seni ve bütün aileyi düşünüp duruyoruz durmadan. Daha doğrusu ailenizden farksız olarak algılıyoruz. Niyazi'siz bir dünyada olmak ne kadar zor bir şey? Bunca yakınlığın nedenim biliyorsun (Burada Abidin Dino, Kayseri’de sürgündeyken, Niyazi Ağırnaslı ile Ağırnaslı ailesinin gösterdiği yakın ilgiyi, yakın dostluğu anlatıyor. Çok eski bir dostlukları var) Yalnız bize mi, Niyazi, bütün dertti insanlara, başı belada olanlara el uzatmıştır. Bu kadar ağır bir yükü kaldırmak insanı yıpratmaz mı? Haksızlığa, baskıya, çirkinliğe dayanamayan bir yüreği, yiğit bir yüreği vardı. Yokluğuna alışmak zorunda olan bizler için bir tek teselli var; Niyazi ömrü boyunca, bu konularda hiçbir taviz vermeden kavgasını sürdürdü. Sen de Lemancığım, onu gerektiği gibi destekledin. Hiçbir fedakârlıktan kaçınmadın. Sözcükler, Güzin'le benim duygularımızı açıklamaya yetmiyor, kusura bakma. Seni ve çocukları, yakın, uzak akrabaları kucaklarız. Hepinizin, hepimizin başı sağ olsun... Abidin."
Niyazi Ağırnaslı’nın adresini bilmeyenler, ona "onur plaketi" veren İnsan Hakları Derneği'ne, onun aracılığı ile ailesine baş sağlığı telgrafları gönderiyorlardı. Telgrafların çoğu cezaevlerinden geliyordu.
Kastamonu "E” Tipi özel Cezaevi’nden Hüseyin Torun, telgrafında şöyle diyordu:
"Yıllarca hukuka emek vermiş, emekçi halkın ve onun evlatlarının sorunlarına koşmuş, baskılan göğüslemiş, insan hakları davasına gönül vermiş, İnsan Hakları Derneği kurucusu Niyazi Ağırnaslı’nın ölümü, insanlık için büyük bir kayıptır. Ölmeden önce, üzerine düşeni yapıp, bundan dolayı onurlandırılması sevindirici bir gelişmedir. Niyazi Ağırnaslı’nın ölümünden dolayı 10 arkadaş, sizlere üzüntülerimizi bildiririz. Onun yarattığı boşluğu, nice yiğit savaşçıların dolduracağına inanıyoruz. Erdemlerinin çalışmalarınıza rehber olması ve sizleri onurlandırması istemimizdir. Sonsuz selamlar, özlem dolu sevgilerimle.
Hüseyin Torun."
Diyarbakır Cezaevi’nde yatan Mehdi Zana, şu telgrafı gönderiyordu:
"Sayın Niyazi Ağırnaslı'nın ölüm haberini, kaldığım cezaevinde öğrendim. Sayın Ağırnaslı’nın ölümü bütün devrimciler için gerçekten büyük bir kayıptır. Halkın bu büyük acısını paylaşıyor, ailesine ve dostlarına baş sağlığı dileklerimi gönderiyorum. Onurlu yaşamını yaşatacak, mücadelesini unutmayacağız.
Mehdi Zana."
Telgraflar daha çoktu. Bir telgrafta, "Erzincan 2 No’lu Özel Askeri Cezaevi Tutukluları" imzası vardı. Bir telgrafı Çanakkale Cezaevi’nden Galip Demircan, Mustafa Çolak, Fuat Akyürek, Alaattin Şahin, Nevzat Açan göndermişlerdi. Bir telgrafı Erzincan Cezaevi’nden 7. koğuş adına Pertev Aksakal çekmişti. Bu telgraf, İnsan Hakları Derneği aracılığı ile ailesine çekilmişti...
Niyazi Ağırnaslı, sessiz bir devrimciydi, dedim. Çok kişi mangalda kül bırakmaz, bir iş yapsa övüne övüne bitiremez. Niyazi Ağırnaslı, öylelerinden değildi. 12 Martlarda önce kızı Nuran, sonra kendisi gözaltına alındı. Tüm aydınlar hemen hemen içerideydiler.
Birinin başı derde mi girdi, ilk usuna gelenlerden biri, Niyazi Ağır-naslı olurdu. O da hiç üşenmez, erinmez, onun yardımına koşardı. Şimdi, onu daha iyi anlıyorum. En büyük gücü belki de, alçakgönüllülüğü, sessizliğiydi...