Bir Olay, Bir Mektup...

Ruhi Su’nun cenazesinde, Yalovalı, on bir yağındaki Barış, babasına Aziz Nesin i gösterdi:
Baba, dedi, bu güzel yazıları yazan Aziz Nesin’in boyu biraz uzun olsaydı, Cumhurbaşkanı olurdu!
Ekin Danışmanlık-Bilar A. Ş.'nin İstanbul'da, Ankara'da toplantılarının yasaklandığı günlerdeydi. Aziz Nesin’le konuşuyorduk. Baskılar yoğunlaştıkça yoğunlaşıyordu...
Sen, dedi. Karadenizli Temel'in fıkrasını biliyor musun?
Hangisi acaba? Anlatsanıza ..
Karadenizli Temel'le arkadaşı İstanbul’da İstiklâl Caddesi’nde yürüyorlarmış. Kafayı da biraz bulmuşlar. Karşıdan iki tane kıçsız Amerikalı geliyormuş, Temel, "Go home lan!” demiş, yürümüş. Amerikalılardan biri Temel'e bir yumruk atmış. Temel iki seksen yerde! Daha kalkmadan ikinci yumruk. Temel yine yerde. Arkadaşı Temel'e, "Bıçağını çek bıçağını” diye bağırmış. Temel karşılık vermiş: Bıçağımı çekeceğim, ama dikine duramayrum!”
Aziz Nesin ekledi:
Dikine duramıyoruz, bir dikine durabilsak, sen seyret o zaman...
Koca iktidar işini, gücünü bırakmış. Ekin Danışmanlık-Bilar A. Ş.'yi yıkmaya uğraşıyordu. Batık şirketleri kurtarırken, lafı parayla satmaya uğraşan bir ortaklığı, daha palazken öldürmek mi istiyordu?
Yapılanlar nelerdi? Açık oturumlar, müzik şölenleri, Ruhi Su geceleri...
Şimdiye değin, açık oturumlara parayla girildiği görülmemişti. Parayı bastıran, içerdeki bilimsel tartışmayı izleyebiliyordu. Müziği dinleyebiliyordu. Ortaklık, toplantıya tartışmacı olarak katılanlara belki bir yemek veriyordu, o kadar. Bir koro gelmişse, yol biletleri alınıyordu. Ekin Danışmanlık-Bilar A. Ş.'nin önce ayakta duracak duruma gelmesi gerekiyordu. Ortak olmak için sıraya girenler, Keban'ın hisse senetlerini kapışanlar denli ağırlıktaydı. İlk engeller Ankara'da çıkarılmaya başlandı Ekin’ciler, engeli, Başbakanlık Yüksek Danışmanı Adnan Kahveci’nin yardımıyla aşabildiler. Olay Başbakan'a yansıtıldı. "Bırakın toplantılarını yapsınlar” dendi. Adnan Kahveci, sinemayı polisten çekindiği için açmak istemeyen Çankaya Sineması sahibine telefon etmek zorunda bile kaldı. "Aç kardeşim, dışarıda ne bekletiyorsunuz insanları..." dedi AST açıldı, Çankaya Sineması açıldı, ama çok geçmeden ikisi de üçer gün kapatıldılar.
Turgut Bey'in Londra gezisinde, gazetecilerin sorularının arasında Ekin Danışmanlık-Bilar A. Ş'ye konan yasaklamalar da vardı. Başbakan, Ekin’cilerin “siyaset yaptıklarını” söylüyordu. İnandırıcı oluyor muydu ne bileyim?
Aziz Nesin, ileri sürülenlere karşı özetle şu yanıtı veriyordu:
Kişiler, bireyler isterlerse, kendi sorumlulukları altında doğru olmayan şeyleri de söyleyebilirler. Ama, bazı makamlar vardır ki, o makamı işgal eden insanlar doğru söylemek zorundadırlar. Örneğin Devlet Başkanlığı, Başbakanlık, Meclis Başkanlığı gibi makamlarda bulunanlar kesinkes doğru söylemek zorundadırlar. Ne yazık ki Başbakan, "Böyle be şirket yoktur“ demekle doğruyu söylemiyor.
Öteyandan Ekin Danışmanlık-Bilar A. Ş. yöneticileri, bu sabah saat 09.00'da Ankara DGM Savcılığına çağrılıyorlardı...
                                                                               * * *
İstanbul'dan yazan Cumhuriyet okuru Hüseyin Ay, 19 şubat günlü mektubunda Ruhi Su'yu anıyor. Şöyle diyor:
“Merhaba Sevgili Ekmekçi!
Yaşım daha genç olmasına karşın kaç yıldır yazılarınızın, satır aralarınızın okuruyum şu anda anımsayamıyorum. Sanırım 12 Mart’tan sonra Yeni Ortam’daki yazılarınızı okuyarak sizi tanımıştım. O gün bugündür okurum. Bir yazarla okuru arasındaki ilişki ne sıcak bir ilişkidir. Size çok kereler yazmayı istemişimdir, ama bir türlü olmadı. Anımsadığıma göre bir kez yeni yıl kartı göndermiştim ve siz de yanıtlamıştınız. Okurlarınızdan sorunlarla, duygularla, anılarla yüklü mektuplar alıyorsunuzdur. Bu mektupta ben de size taze, ömrüm boyunca unutamayacağım anılarımdan söz edeceğim. Anılarım Ruhi Su ile ilgili. Bugünkü gazetede Aşık Kul Hasan Gören'in Hocamız ile ilgili dizelerini okuyunca yazmaya karar verdim. Dediğim gibi daha önce okuru olduğum hiçbir yazara yazmadım. İlk kez size yazıyorum. Yaşamda paylaşmanın gereğine ve güzelliğine inanırım. Anılarımı sizinle paylaşmak istedim. Hoşunuza gider diye düşündüm de...
Size mektubumun ekinde bir nikah çağrısı gönderiyorum Gecikmiş bir nikah çağrısı bu. Geçen yıl 8 marttaki nikahımın çağrısını o günlerde size gönderemediğim için üzgünüm. Bağışlayın lütfen. O gün, benim nikah tanığım Ruhi Su idi. 8 martta Cerrahpaşa Hastanesi’nde tahlilleri için randevusu vardı. Onları öğleden sonraya erteledi. Nikahıma geldi. Daha doğrusu biz gelin arabasıyla almaya gidip Sıdıka Hanım’la birlikte onları aldık. Nikahta tanıklığımı yaptı ve bir arkadaşın arabasıyla da nikahtan sonra hastaneye gitti. O gün, biz eşimle birlikte belki de Türkiye’de ilk kez yapılan bir şeyi gerçekleştirdik. Dostlarımıza nikah şekeri yerine Hocamızın kasetlerini dağıttık. Nikaha katılım çok olduğu için kişi başına değil aile başına bir kaset verdik 8 mart günü 200 Ruhi Su kaseti dağıttık. Belki de Hocamızın sesini ilk kez dinleyenler oldu. Nikahtan sonraki günlerde kasetlerin elden ele dolaştığını öğrendik, izledik. Kaset dağıtma fikrini ve daha sonrasını Hocamıza anlatınca nasıl sevindiğini kolayca tahmin edebilirsiniz. Evliliğimizin ilk yıldönümünü kutlamamaya hazırlandığımız bugünlerde benim anılarımın ilk bölümü böyle. Artık her yıldönümünde Hocamızı anmamak mümkün mü? 8 Mart 1985‘ten 20 Eylül 1985'e Hocamızın yakınında olmuş birisi olarak biliyorum ki o gün, Hocamın kalabalıklar karşısındaki son görünüşüydü.
Günler geçti, Hocamızın sayrılığı ilerledi. Eşim Itır ve ben doğacak yavrumuzu bekliyorduk. Erkek olursa Bedrican, kız olursa Ayşecan koyacaktık adını. Bunları kendisine söylemiştik. Son öğrencilerinden olan eşimin sağlığı ile yakından ilgileniyordu. Eşiminn doğumdan önceki son günlerde hastaneye gelememesini hoş karşılıyordu. İkinci kemoterapi yapıldıktan sonraki günlerde konuşma yeteneği azalmaya başlamıştı. Ölümünden üç gün önce başındaydım. Yatağına uzanmış yarım saatte bir, iki sözcüğü zor söylüyordu Bir saat kadar hiç konuşmadan durduktan sonra bana 'Hüseyin ikiz olursa ne yapacaksın?' deyişini hiç unutamayacağım. Benim için son sözlerinden biri bunlar olmuştu.
20 eylül sabahı saat 05 sularında aramızdan ayrıldı. Eşimle 21 eylül günü evimize gittiğimizde her zamanki koltuğunda, cenazesinde taşınan İsa Çelik'in objektifinden çıkmış fotoğrafı vardı. 22 eylül günü eşimle önce Şişli Camisinde, sonra da mezarlıktaydık. Mezarlığa girebilen, son dinleneceği yer olan mezarına bir iki kürek toprak atabilen insanlardandık. Ve 23 Eylül 1985 günü, gazeteler Hocamızın cenaze haberini verirken kızım Ayşecan dünyaya geldi... O günlerin bütün gazetelerini saklıyorum şimdi. Onun hakkında çıkmış bütün yazıları toplayıp bir dosya yaptım. Kızım büyüyünce ona armağan edeceğim.
Her evlilik yıldönümümüzde olduğu gibi kızımın her doğum gününde biz Hocamız Ruhi Su'yu anacağız. Kızım Ayşecan, Ruhi Su dedesinin anılarıyla büyüyecek. Bizden kızımıza, kızımızdan onun çocuklarına aktarılacak ve ozanın dediği gibi 'Ruhi Su ölür mü halkın kalbinde / Çağlar boyu yaşayacak yaşıyor'.
Hocama, Şeyh Bedrettin konusunda verdiğim sözü bir gün yerine getirecek ve ona adayacağım (Bu da bir satır arası.)
Sizi nikahımıza çağıramadık. Evliliğimizin ilk yıldönümünde sizinle anılarımızı paylaşıyoruz. Tekrar hoşgörüyle.
Saygılar sunarım Sevgili Mustafa Ekmekçi.
SENEDE BİR GÖRMEDİĞİM I CANLAR MERHABA MERHABA.'