Bir Kuşak...

Kültür Bakanı Cihad Baban, Ankara’daki «Kitap Sempozyumu» toplantısını kaparken yaptığı konuşmanın bir yerinde şöyle demiş:

— 1934 yılında Türkiye'de yılda 20 kitap yayınlanırken, bugün 6000 kitaba ulaşılmıştır. Ancak bunu da yeterli bulmuyoruz...

Bakanın konuşması, TV'den verildiği gibi, 18 Haziran Perşembe günkü gazetelerde de çıktı.

Kültür Bakanı'na bu yanlışı kim yaptırdı bilmiyorum. Ama, doğru değil. 1934 yılı, kitap yönünden oldukça zengin bir yıl. 1934’te 1468 kitap, 120 kadar dergi, bir o kadar da gazete yayınlandı. Yasayla, «Derleme» Müdürlüğü o yıl kuruldu. Cumhuriyetin on bir yaşını doldurduğu 1934’te harf devriminin üzerinden çok bir zaman da geçmemişken, 1468 kitabın yayınlanmış olması, küçümsenecek bir çaba olmamalıydı. 47 yıl sonra, onun üç katından biraz fazla kitap yayınlanmış olması ise, Kültür Bakanı Cihad Bey'i düşündürmeliydi...

★★★

Cumhuriyeti genç yaşlarında karşılayanların, gözlediğim bir özellikleri vardı, şöyle: Mustafa Kemal’in devrimlerini bunlar, yaşayarak içlerine sindirmişlerdi. Mustafa Kemal, devrimlerinin büyük kesimini bunlara güvenerek, dayanarak yaptı. Kentli, kasabalı gençlerdi çoğu. Kent çocukları köylerde öğretmenlik yaptılar. Bitmiş, pireymiş aldırmadılar. Köylere uygarlığı götürdüler. Büyük bir açlıkla okudular da. Bunlardan birini, geçenlerde Ankara da yitirdik. Ali Galip Ulutan’dı adı. İlçedeki okulumuzun başöğretmeniydi. 10 Kasım 1938'de, okulun bahçesinde konuşurken gür sesi giderek titremiş, gözyaşlarını tutamamıştı. O ses bugünkü gibi kulaklarımda.

Öldüğü akşam oğlu telefon etti:

— «Ankara Notları» bir okuyucusunu yitirdi. Seni okumadan duramazdı, dedi.

Emekli öğretmen Fikret Madaralı, «Tonguç Işığı» kitabını yolladı. Madaralı, Bulgaristan'ın «Madara» köyünde geçen çocukluğundan başlayıp. Köy Enstitüsü öğretmenliğinde geçen yılları, çalışmalarını anlatıyor kitabında. Anılarına «Tonguç Işığı» adını koyması anlamlı bir değerbilirlik örneği. Şöyle anlatıyor Tonguç'u:

«Onu dinler, onunla çalışırken bambaşka bir coşku sarıyordu içimi. Bulgaristan'daki, Türkiye’deki öğretmen okullarının veremediği bir şeydi bu. Tonguç’un sade, inandırıcı kişiliği beni yeniden yoğuruyordu.. Kafamdaki bulanıklıklar dağılıvermişti... Tonguç'la Türkiye aydınlık bir yola girmişti ve ben bu yolun yolcusu olarak sırtımla taş taşımaya hazırdım.

— işte böyle Madaralı. Çok çalışmak, çok ter dökmek lazım. Zor bir dava bu.. Bizimle çalışacak elemanları da yeniden yetiştirmek zorundayız.. Mevzuatı, bürokrasiyi aşmak gerek.. Henüz Cumhuriyetin adamı olmayan kafalar, tutumlar, büyük engel.. Karalamalara, suçlamalara açığız. Gene de elimizi çabuk tutar, tasarılarımızı gerçekleştirebilirsek, 1954 de yolsuz, okulsuz, ışıksız köy kalmayacak, tüm vatandaşlar, işlerine yarar bir okuma yazma öğrenecek, köyler, Türkiye canlananacak…

Tonguç, sürdürüyor:

— Şu tasarı yasalaştıktan sonra, Bizans oyunlarıyla yetişmiş, yalnız kendi çıkarlarını ön planda tutan politikacılar masa başından ülke idare ettiğini sanan yöneticiler, köyün kaymağını, balını yiyen ağalar, eşraf bize yüklenecektir. Biz, koşullar elverişliyken ne kadar hızlı ve çok çalışırsak, ülkenin kazancı o kadar büyük olacaktır. Şimdi gideceğin Samsun Akpınar Köy Enstitüsü'nde öğrenci azdır. Özellikle kız çocuğu bulmamız gerek. Yapı işleri çok ağır gidiyor. Müdüre bir ay izin verdim. Şimdi orada Gazi Eğitim'den arkadaşın Osman Ülkümen var, onunla elele vererek Akpınar'a bir hız kazandırırsınız...»

Dün, Tonguç'un ölüm yıldönümüydü. Onda, bir kuşağı anımsadım...