Bir Kurultay Böyle Bitti..

Sivereklilerden fıkralar anlattım ya, Siverek'te geçmiş ilginç bir anım da var. 1970’li yılların ortası, Cumhuriyete yeni girdiğim sıralar; parti liderleri gezilere çıkıyorlar. Cumhuriyetin Ankara Temsilcisi Kemal Aydar, bir gün:
Nadir Nadi, Erbakan'ı senin izlemeni istiyor, dedi.
Erbakan’ın gezisi, tüm Karadeniz’i, Güneydoğu Anadolu'yu kapsayan bir geziydi, ilginç bir geziydi. Bir ara, Siverek’e geldik. Akşam olmuş. Erbakan, kürsüde konuşuyor. Oldukça uzakta bir yerde, dinliyorum, notlar alıyorum gerekirse. Konuşmanın sonunda, MSP'iler Erbakan’ı omuzlara aldılar, camiye doğru götürüyorlar. Bu sırada, yanıma gelen bir genç:
Mustafa Ekmekçi misiniz, diye sordu:
Evet!
Galin çocuklar, Mustafa Ekmekçi buradaymış! diye arkadaşlarını çağırdı. Daha bir şey konuşmadan, omuzlarına almasınlar mı?
Hiç omuzlara alınmamıştım. Şaşırdım:
Bırakın beni lütfen, indirin, diyorum. Bir yandan da slogan atıyorlar
Halkçı Ekmekçi, Halkçı Ekmekçi!
Hay Allah, rezil oldum! “İndirin beni" diye çırpınıyorum. Erbakan uzakta omuzlarda, beride ben omuzlarda!
Sizi indireceğiz, dediler, biraz gidelim de...
Neyse, az sonra omuzlardan indim. Necmeddin Hoca’da omuzlarda görünce telaşlanmış. Beni hırpalıyorlar sanmış, haber göndermiş:
Sayın Ekmekçi'ye kötü bir şey yapmadılar ya, diye sormuş.
Hayır, diye karşılık verdim, bunlar sevgi gösterileriydi. Belediye Başkanı Abdülkadir Odabaşı'yla da o sırada tanışmıştım.
Politikacıların alkışlar, gösteriler karşısında, yumuşamalarını esrikleşip (kendilerinden geçip), baygınlaşmalarını çok iyi anlıyorum.
Okur mektupları öyle değil mi? Hoşunuza giden mektuplar, keyiflendirir, eleştiri kokanlar ise, keyfimizi kaçırır. İkisinde de gerçeğin payı yeterince bulunmayabilir oysa. Doğru doğru, dosdoğru sözler, baştan hoşumuza gitmez. Ancak herbirinde bir uyarının, doğruyu aramanın izleri olmalı değil midir?
Ankara Körler Okulu öğrencileri, geçtiğimiz hafta perşembe akşamı Dinçer Sümer'in "Karacaoğlan"ını bir kez daha oynadılar okullarında. Öğrenciler, yöneticilere:
Efendim, aylarca çalışıyoruz, bir gecelik oynuyoruz! diyorlardı..
Perşembe akşamı, Körler Okulu'na giderken, “Nasıl karşılanacağım acaba?" diye düşünmüyor değildim doğrusu. Bazı öğrenciler, ilk yazıdan alınmışlar, “Bize niye 'görme özürlü' değil de ‘kör' diyor?" diye kızmışlardı. Korktuğum başıma gelmedi! Ertesi günü okul dinlenceye giriyordu. Tümü köylerine, ilçelerine gideceklerdi. Oyun sırasında, Gaziantep Körler Okulu öğretmenlerinden Osman Aydemir ile birlikte oturduk. Ankara'ya gezmeye gelmişti eşi ve çocuğuyla. Eşi Nazmiye Aydemir ile kızı Bilge Aydemir görüyorlardı. Osman Aydemir, Uşak Eğitim Enstitüsü'nde okurken, bir patlamada kör olmuştu. Oyun sırasında:
Oyuncuların mimikleri nasıl? Başarılılar mı? diye bana soruyordu.
İzmir Körler Okulu'ndan da, öğretmenler gelmişti. Biri:
Biz, Necati Cumalı’nın "boş beşik" oyununu oynadık, basın hiç yer vermedi, diyordu.
Onları duyurmak da, İzmir'deki arkadaşlarımıza düşer, diye düşündüm.
Oyundan sonra, hemen tüm oyuncular çevremizi almışlardı.
Televizyon yok mu? Başka gazeteci yok mu? diye soruyorlardı.
Ben varım ya, yetmez mi, diye yanıtlıyordum! İnceydiler:
Yetersiniz diyorlardı.
Yine yazacak mısınız? Gazeteyi nerde buluruz, diye soruyorlardı. Okullarından söz edilmesi, gazetede adlarının geçmesi hoşlarına gidiyordu. Gitmez mi?
SHP kurultayını bu hava içinde izledim. Kurultaya gelen, delegelerle konuştum. Çoğu Cumhuriyet okuru delegeler. Binbir acı, çile, sıkıntı çekmişler, tuzları kuru olmayan kişilerdi. Tabandan geldiklerini, Anadolu'nun suskunluğunu, bunalımını birlikte getirdiklerini, hemen her davranışlarında gösterdiler. Nerelerden gelmişlerdi, belki ceplerinde Ankara'da harcayacak paraları bile yok. Yalnız delegeler mi? İzlemeye gelenler vardı, bir umut bekleyerek. Yerel gazetelerden gazeteciler gelmişlerdi. Basın yerinde oturuyorlar, konuşmaları not ediyorlardı. Partiye girmiş gazeteciler vardı aralarında.
Konuşmacılar, alışılmadık konuşmalar yapıyorlardı. Bir değişiklik görmemek olanaksız. Katılan delegeler, etki altında kalacak türden insanlar görünmüyorlardı. Çocuk değildi ya bunlar. Bunca yıl acı çekmiş, susturulmuş insanlar, bir yer bulurlarsa tepkilerini de sevgilerini de gösterirler. Buna şaşmamalı...
Seçimlerin yapıldığı ikinci gün, tam bir telaşa günüydü. Hani "Şeytanın kan boşadığı sıra" dedikleri günlerden biri. İl başkanları liste yapıyor, Aydın Bey, bu listeyi elinin tersiyle itiyor, "Ben bu listeye partiyi teslim etmem!" diyor? Tutturuyor Hinthorozu Erdal Bey’e
Bu listeyi değiştirelim!
Nasıl?
Evet, sendikacılar biraz az olmuş! Milletvekilleri de az. Bana izin verin, ben kendim hazırlayayım.
Erdal Bey, listeye bazı adları ekliyor, bazılarını çıkarıyor. Aydın Beyin 15 kişilik bir liste verdiği söyleniyor Listeden çıktığını öğrenen, yeni bir liste hazırlığında. Sendikacıların, Avrupa sosyalistlerinin simgesi olan "Güllü" listesinde sabahleyin ozan Cahit Külebi varken, öğleden sonraki listede yoktu.
Örgüt ise, yukarıdan gelen etkilere karşı direnme eğiliminde. Erdal Bey’in listesini de delip çıkıyor. Birgen Keleş, bunlardan bir örnek. Daha çok. Cemal Seymen, Fikret Ünlü, Halil Akyüz, Turgut Atalay, Eşref Erdem, Ahmet Güryüz Ketenci usuma gelenler...
27 Mayısçılardan Suphi karaman'la Kamil Karavelioğlu yönetim dışında kaldılar. Karavelioğlu il başkanları listesinde vardı. Erdal Bey'in listesinde yoktular. 27 Mayısçılara, "sendikacılar” grubu mu karşıydı? Erdal Bey, bir ara ürkmüş müydü? Gözlemlediğim Aydın Bey, pek iyi bir sınav vermedi mi?
Kurultay bitti, ama çok kişi, SHP'de demokratik kavganın bitmediği görüşünde. Parti, kendini yenileye yenileye büyüyecek. Asıl bundan sonra, içedönük tartışmaları bir yana bırakıp, iktidara yönelmenin yollarını aramalı. Kurultayda yönetime gelemeyenler, uzmanlık dallarına göre değerlendirilip, kendilerinden yararlanmalı.