Bir Gün Fazla Yaşamak!

İnsan Hakları Derneği Ankara Şube Başkanı Muzaffer İlhan Erdost, Haldun Özen birlikte açlık grevi yapan ana babalardan ayrıldık. Dönerken yolda konuşuyoruz. Erdost, Eskişehir Özel Tip Cezaevi’nde açlık grevi yapan siyasal hükümlülerin durumlarını değerlendiriyor, şöyle diyor
Verilen altı yüz lirayla insan, günlük yaşamını karşılayamaz. Düşün, bugün bir sandviç alıyorsun beş yüz lira. Yiyecek bedelinin arttırılması desen, bir sürü formalite işi. Dışarıdan yiyecek götürülmesi zorunlu. Dışarıdan yiyecek de ne demek? Buraya aileler ayda bir ya gidiyor ya gitmiyor ya da dışarıdan içeriye, yağıydı, peyniriydi, koliyle gönderiliyor, gönderilebilirse. Bu onların yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli. Eğer sen altı yüz lira iaşe bedeline bu insanları mahkûm edersen, "ille de 1 Ağustos Genelgesi'ni tam uygulayacağım, dışarıdan da yiyecek aldırmayacağım" dersen, bu insan, yaşamını sürdüremez. Onun isteği ekmek, yaşamak için! Altta tünel açıldı ya, üst koğuşlara tıkmışlar, dört kişilik koğuşlara sekizer kişi; ikişer kişi yatıyorlar; gün boyu kapılar kapalı, hiç havalandırma yok; istedikleri havalandırma; hava almak istiyorlar bu insanlar. Aileleriyle görüş istiyorlar, en doğal hakları dış dünyayla iletişim istiyorlar, kitap, radyo, televizyon istiyorlar, en doğal hakları. Şimdi, istenen bunlar. Verilmesi gereken hakları bunlar, onu istiyorlar. Bunların verilmesini engellemek için, siyasal görüşleri bahane olarak kullanılır ve bu genel bir kabul görürse, bu ülkede gerçekten demokrasi yaşama geçirilemez.
Kafam uğulduyordu; çocukları bir yerde, kendileri Ankara’da "açlık grevi" yapan insanlara, "Ben açlık grevlerine karşıyım, bunu biliyorsunuz!" diyerek olup bitenleri görmezden gelebilir miydim? Bir kadın, olup bitenleri anlatıyordu:
23 günden beri Eskişehir'de ölüme terk edilmişler, çocukların durumu, şimdi çok kötü durumdadırlar. Çocuklarımıza sahip çıkan kimse yoktur. Çocuklarımız halkın çocuklarıdır. Şu anda hiçbir haber alamıyoruz. Daire müdürüne gittik, güneşin altında kaldık; hiçbir haber alamadık. Polis etrafımızı sarıyor, asker sarıyor, sonra beş metre arayla asker diziliyor; bir avradın arkasından dört ekip dolaşıyor. Bir yere gidersek, arkamızda dolaşıyorlar. Birkaç arkadaşımızı içeri aldılar. Kimse bizi kabul etmiyor. Ne yapacağımızı şaşırdık. Bize kimse sahip çıkmıyor.
Biz sahip çıkarız, size bunu uygulayanların hakkından geliriz!
Sahip çıkarsınız, ama çocuklarımız öldükten sonra. Biz o çocuklan yetiştirene kadar neler çektiğimizi biliyorsunuz. On seneden beri hem çocuğumuz, maalesef ezildi hem de biz anneler olarak eziliyoruz. On gündür, on beş gündür. Adana gibi yerden evimden çıkmışım, böyle sürünüyorum. Polis peşimizde, asker peşimizde, hangi kapıyı çalsak kabul edilmiyoruz ve silahlı polisle kovalanıyoruz. "Adi analar", böyle adlandırılıyoruz!
Ne analar?
Adi analar! Bir bakan, benim gibi birkaç yaşlı anneyi kabul etmez de kapısından askerle, polisle kovdurursa, böyle bir iktidara biz ne diyelim? Size soruyorum, ne diyelim? (Uzun bir sessizlik) Kabul etse de, birkaç şey söyleseydi, "eh" derdik. Yani nefret duyuyoruz, başımızdaki iktidardan... Maalesef, başkası da bize sahip çıkmıyor. Şurada birkaç milletvekilinin dışında bize kimse sahip çıkmıyor...
Biliyorsunuz belki, ben açlık grevi yapılmasından yana değilim! Çünkü açlık grevi, insanın kendine yaptığı bir işkencedir.
Son çaremizdir beyim!
Tamam da, insanın savaşım verebilmesi için yaşaması gerek. Yaşatmak için her şeyi yaparım. Sizin çocuklarınız bu ülkeye gerekli, siz de gereklisiniz... Ne demiş bir ozanımız; Nâzım Hikmet? "Bir gün fazla yaşamak" demiş. Elbette, asıl kabahatliler, açlık grevlerine neden olanlardır, bunu biliyorum; benim gönlümden geçen, açlık grevlerini bırakın, yerine başka bir eylem koyun örneğin!
Bir baba söze karışıyor:
Sayın Ekmekçi, Bulgaristan'dan gelenlere bu kadar kucak açılırken, bizler neden acaba dipçikleniyoruz? Niçin horlanıyoruz? Biz bu insanlara oy verdik, bu memlekette askerlik yaptık, bu memlekete vergi ödüyoruz. Memleketin her karış toprağında, babamızın, dedemizin kanı var; ama nimetinden faydalanan başkaları...
Sayın Ekmekçi, son olarak şunu söylemek istiyorum: Sayın Devlet Başkanımız, elli ülkenin devlet veya hükümet başkanlarına Bulgaristan’dan gelen insanlar için, insanlık duygusundan bahsederken, acaba bu ülkenin insanları niye böyle horlanıyor? Acaba, bizim sorunlarımız için de bugünkü hükümete uyarıda bulunabilir mi? Lütfen bunu hatırlatın.
Eskişehir'de, açlık grevinden dolayı hasta olan otuz kişiden sekiz kişi hastaneye götürülmüş, sekiz kişinin ayaklarına zincir, ellerine de kelepçe vurmaya kalkmışlar hastanede, buna karşı çıkmışlar, çünkü birçoğu grevin 22-23. gününe girdi, 22-23 gündür açlık grevinde olan kişi ne yapabilir? Ellerine kelepçe, ayaklarına zincir vurulmasını, doktor da istemiş, jandarmalar dövmeye bile kalkmış hastaları. Hastaneye yatırılmadan geriye gitmişler, cezaevine.
Savunmanlardan, avukatlardan kimse yok mu?
İşte bu bilgileri avukatlardan aldık... Biz, her ilden gelen fakir insanlarız. Başvurduklarımız da biliyor fakirliğimizi. Bizim güçsüz olduğumuzu bildikleri için bize cop kullanıyorlar.
Sız bunlara oy da vermezsiniz!
Sayın Ekmekçi, İnönü'ye oy veriyik İnönü karşımızda, Özal'a veriyik Özal karşımızda, Demirel’e veriyik Demirel karşımızda! Kime oy vereceğiz? (Herkes konuşuyor, yer yer gülüşmeler)
Kimseye vermeyeceğiz!