Bir Elinde Cımbız!

Pazartesi, salı Ankara'da Can Yücel’in günleriydi. Küçük Tiyatro’da şiir şöleninden sonra Yücel, salı günü de İlhan İlhan’da yapıtlarını imzaladı. ‘Deniz Gezmiş’ler için en gü­zel şiirlerden birini yazdı. "Mare Nostrum", "Bizim Deniz" demek. Çan'ın yazdığı günlerde de yayımlamıştım. Şöyle:

En uzun koşuysa elbet Türkiye'de de devrim / O, onun en güzel yüz metresini koştu / En sekmez lüverin namlu­sundan fırlayarak... / En hızlısıydı hepimizin, / En önce göğüsledi ipi... / Acıyorsam sana anam avradım olsun, / Ama aşk olsun sana çocuk AŞK olsun!

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, 5 mayısı 6 mayısa bağlayan geceyarısından sonra, sabaha karşı An­kara’da Merkez Cezaevi avlusunda asılmışlardı. Sokağa çıkma kartım elimden alındığından, gece dışarı çıkamamış, olanları evden izlemiştim. Olaydan sonra, savunman Halit Çelenk telefon edecekti. Yatağımdaydım, uyuyamıyordum. Gecenin bir saati telefon çaldı, Halil Çelenk'ti. Eşim ağlıyor­du...

Sokağa çıkma kartım neden alınmıştı? Deniz Gezmişleri mi kaçıracaktım? Yıllar sonra, bir rastlantı sonucu, hakkım­da yazılmış bir "Birinci Şube "yazısında, şu tümceler gözü­me çarpacaktı:

Mustafa Ekmekçinin, 1972 yılında. Türk Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ile eyleme geçeceği haber alınmış, ancak doğrulanmamıştır. Memleket aleyhine yazılarıyla tanın­mıştır. 1973 yılında 45 gün hapis cezasına çarptırılmış, ce­zası ertelenmiştir. Sabıkalıdır...

Demek, insanlarla ilgili fişler böyle tutuluyordu! Polis ör­gütünü dağıtıp faşist öğelerden ayıklamadan, işlerin düzelmeyeceğini biliyordum. Oralarda işkenceler bitmezdi. Ger­çekte, Milletvekili Salman Kaya, dayak yemekle topluma büyük iyilik etmiştir. Geçmiş olsun! Ama bu yetmez. Tansu Çiller'in, Süleyman Bey'in, Mesut Bey'in de coplanmaları gerekebilir. O zaman, işkencelerin önüne geçilebilir.

Şiir gecesinde, Can Yücel'in çeviri şiirleri de okundu. Can bunlar için ‘Türkçe söyleyen” demiş, yalnız çevirme­diğini, şiire kendi Özünü de kattığını belirtmek istemişti. Bunlardan "Dilem" başlıklısı şöyleydi:

Taş var köpek yok / Köpek var taş yok / Ama kralın kö­pek! Sıkıysa at taşı.

E ray Canberk şiiri okuyunca, sözü Can Yücel aldı:

"Bu şiiri ben yazdım, çeviri değil!" dedi.

Can Yücel, kendi deyimiyle "Karanfili sıkmadığı için mi" o zaman “Türkçe söyleyen” diye yayımlamıştı, ne bileyim?

Can Yücel gecesinde; Tuncer Kurtiz, Muzaffer İlhan Erdost, Eray Canberk, Ali Cengizkan, Attan Gördüm şiirler okumuşlar, sayrı olan Gülten Akın ileti yollamıştı. Vahide Gördüm’ün sunuculuğunu yaptığı gece, çok güzel geçti...

Emin Özdemir le konuşuyorduk, şöyle dedi:

"Bizde, böyle mizah damarı taşıyan şiirler genellikle pek önemsenmez, bir alaysama öğesi sanılır. Oysa öyle değil­dir."

Emin Özdemir, Can Yücelin' ‘Beşi Bir Yerde" yapıtından bir bölüm okudu. Can Yücel, orada şiir anlayışını da tanım­lıyor, şöyle diyordu:

…Freud’un sedirine uzanıp humoru bize açıklamasını istediğimizde, denkleştirebildiğimiz sonuç şu: Kişi, dış baskıların hışmı karşısında, kendi özünü hırpalattırmamak için, hatta yitirmemek için 'humor'u bir savunma mekaniz­ması olarak kullanmaktadır. Bu savunma apansız bir para­doksla, bir tersyüzle, bir başkaldırıyla, bir saldırıya dönüş­mektedir. Buna baskının, acının üstüne gidiş de diyebiliriz. Freud'un verdiği örnekte idam mahkumu, bir pazartesi sa­bahı sehpaya götürülüyor, celladına dönüp:

'Bu hafta amma güzel başladı!’ veya ‘Bu bana iyi bir ders olacak!' deyiverecektir.

İşte bu sözle, daha doğrusu bu davranışla kazandığı ne­fes payı, bu feci akıbet karşısındaki kişiliğinin dağılıp git­memesini sağlayacak, olayı nesnelleştirerek, serinkanlı­lıkla gözlemleyip algılamasına elverecektir...

Dava, acının karşısında özünün bütünlüğünü koruma davasıdır.

★★★

Haluk Gerger, Metin Aksoy, Veli Özdemir, Ali Tartanoğlu’yla birlikte gidip gördüğümüz Haymana Cezaevi ile ilgili izlenimlerimi yazacağım, daha bitmedi. Günlük olay­lar bastırdıkça bastırıyor. İstanbul'da Güler Sabancı’nın düzenlediği "mantı partisi"ne Mesut Yılmaz’la, TÜSİAD yöneticisi katılmış. Ben Hasan Cemal’in yazısında oku­dum. Orada, geniş tabanlı hükümet modelleri üzerinde du­rulmuş. Bir başka gün mantı değil, "kısır partisi" yapsınlar, o da güzel olur! Mantı, kısır, ardından mısır! "Bir elinde cımbız, / bir elinde ayna, I umurunda mı dünya."

Mantı partisi bana, 1979'da, yine böyle TUSİAD'ın gaze­telere Manlar vererek hükümet kurma girişimlerini anım­sattı. 1979'da 13 mayısta Bülent Ecevit, Deniz Baykal, Muş­tada Üstündağ, daha bir dolu CHP'li, Gönen'den Bursa'nın Orhaneli'ne gidiyoruz. Gazeteciler var, Cumhuriyet’ten Deniz Som’la ikimiziz. Bir yerde, Milliyet’ten Zeki Sözer, İstanbul'dan apar topar gelip katıldı. TÜSİAD, gazetelere ilanlar vermiş, hükümeti değiştirmeyi amaçlıyordu sanki. Zeki, gazetenin ilk baskısını Ecevit'e verdi. Otobüste Ecevit, Üstündağ, bir de arkalarında ben vardım bir ara, öbürleri inmişlerdi. Ecevit, yaşamının belki en ağır sözlerini söyledi iş çevrelerine, ağır bölümlerini geçip bir bölümünü yazıyo­rum:

- Onları savcılığa vereceğim, tutuklattıracağım!

Uçakta Ecevit'e Zeki Sözer, iş çevrelerine söylediği çok ağır sözleri anımsatınca:

"Sert sesli düşünmüştüm, ama yazıldıysa iyi olmuş!" de­di. Bir yükten kurtulmuştum. Arkadaşlarıma, o ağır sözleri ben aktarmıştım.

Tansu Çillerin grup toplantısında yaptığı konuşmayı izle­dim. Çillerle. 1979'un Ecevit'i öyle benzeşiyorlardı ki!

Gazeteler, 1979'u niye anımsamıyorlar? Bu filmi daha önce görmedik mi?