Bir Dokun, Bin Ah Dinle...

Pazar sabahı, Ankara Notları'nın çatısını çatmaya hazırlanırken bir okur aradı.
Efendim, bugün "Babalar Günü”, gazeteyi aradım, sizin bilebileceğinizi söylediler. Acaba, bugün Mamak'ta açık görüş var mı?
Ne Babalar Günü'nden, ne açık görüşten haberim var.
Siz, dedim, bana telefonunuzu verin, soruşturup bildireyim...
Mamak’ı aradım, çıkanlara sordum. Açık görüş varmış. Telefonunu aldığım okuru aradım, söyledim. Bu kez, ben ona sordum:
Babalar Günü'nde, analar da görüşebiliyor mu?
Görüşüyorlar efendim. Soyadı tutanlar görüşüyorlar...
Peki, kız evliyse, soyadı değişmişse?
O zaman, bir belge götürülüyor, o da görüştürülüyor…
İnfaz Yasası, bir çeşit "af yasası" diye işlendiğinden mi ne, içerdekileri unuttuk gitti. Sanki içerde kimse yokmuş gibi. Geçenlerde, Adalet Bakanı ile Başbakanın iftarında yan yana düşmüştük de o zaman sormuştum, Bakan, İnfaz Yasası'ndan içerdekilerin üçte biri oranında hükümlü ya da tutuklunun yararlandığını söylemişti. İçerde, halen altmış bin kişi vardı daha. Az mı?
Sıkıyönetim kalkmıştır ama, askeri tutukevlerinde askeri yönetim egemendir. Mamak'ta öyle, İstanbul'da, Metris'te de öyle. Asker kışlasına çekilmiştir. Bu, olumlu, önemli bir gelişmedir. Askeri ceza ve tutukevlerinde de, bu, "kışlaya çekme" zorunludur. Bunu tüm yetkililere, buradan duyurmak istedim...
12 Eylül’den sonra, askeri ceza ve tutukevlerinde de üzücü olaylar oldu. Bunların kimi, anılara geçti. Belki çoğu yazılmadı.
Mamak'ta ilginç bir uygulama vardı. "Karıştır-barıştır" uygulaması; bunun yanlış sonuçlar doğurabileceğini kaç kez, "Ankara Notları”nda yazdım. Geçenlerde, bunun yeni bir örneği görüldü. Basında da çıkmadı. Hücrede, solcu ile ülkücü iki kişi yan yana yatırılıyor. Amaç, karıştırıp barıştırmak mı, bir ceza uygulaması mı? Ülkücü, solcunun burnunu mu koparıyor, ne oluyor? Baba AP eğilimli, olayın basına yansımasını istemiyor. Oğluna da kızıyor zaten, böyle şeylere adı karıştı diye. Ana üzgün, perişan. Yansıtılmıyor basına...
Mamak'tan söz ettim ya, kimi savunman arkadaşlarım, orada da durumun büyük ölçüde düzeldiğini söylediler. Biri, "Zaten sanık sayısı büyük oranda azaldı" dedi. 12 Eylül'ün başlarında, Ankara'da on bine yakın tutuklu vardı. Mamak silme doluydu: Etimesgut'ta bir tutukevi açıldığı gibi, Emek'teki iki yıllık Eğitim Enstitüsü de kızlar için tutukevi olarak kullanıldı. Eğitim Enstitüsüne dikenli teller çekildi. Şimdi, bunların çoğu boşaltıldı. Mamak'ta altı yüze yakın tutuklu kaldı. Bunların üç yüze yakını Dev-Yol'cu, yüz elli kadarı da, MHP'li ya da Ülkücü. Mamak’ta da koğuşların çoğu kapatıldı. Davaların çoğu da Yargıtay aşamasında.
Günler geçer gider ama, çekilenler kalır. "Bir dokun, bin ah dinle..." derler ya, öyle...
"A" ilinde oturan Eczacı "H.K”nin çektiklerini anlatan mektubu ilginçti. Şöyle yazıyordu H.K:(Bazı sözcüklerin Türkçelerini ayraç arasına ben aldım)
"Sayın Ekmekçi,
Eczacı memur iken öldürmeye teşebbüs ettiğim suçlamasıyla, aslında tanık iken 12 yıl altı ay cezaya çarptırılıp hükümlü yapıldım. Cezaevinde bulunduğum sürelerde düşüncelerimden dolayı dişlerim ve parmağım kırıldı. Dudağım patlatılıp, hâlâ tam koşamayacak şekilde falaka, cop ve sopalarla defalarca dövüldüm. Revirlerde bulunduğum sıralarda bile kan işetilinceye kadar yumruklu eziyetlere tabi tutuldum. Buralarda trankilizan(yatıştırıcı) ve sedatif(uyutucu) ilaç tedavileriyle muhaliflerin(karşıtların) labirent(dolangaç) revir odalarında depolitize(politika dışı) edildiklerini gördüm. Haksız yere aylarca nemli ve kantinden alışveriş ettirilmeden, beton hücrelerde tutuldum. Kendimi dinlettirebilmem ve hastaneye veya doktora çıkabilmek için 77 günlük açlık boykotuna sürüklenip, sindirim sistemim geriye dönmesiz arızalandırıldı. Sağ extremist(uç) insanların kışkırtılıp, danışıklı dövüşlerle üzerime saldırtıldığı koğuşlarda yatırıldım. Zaten bu koğuşlara verilirken, boyu, kilosu ve yumruk, tekmeleri, bana uygun şovenist sağcılarla eşleştirilerek, daha girişte hasım yapıldım o kişilerle.
Bunlar yetmiyormuş gibi, cezaevlerinde bilgisiz de bırakıldım. Ayrıca tertip, düzmece suçlamalarla yeni cezalara çarptırıldım. Eşimden ve oğlumdan gönülsüz ayırtıldım. Yüklü tazminat cezalarına çarptırıldım.
Son defa yeni çıkan İnfaz Yasası'yla 6 ay yararlanarak tahliye edildim. Halkın hakiki sağlığı ile ilgili olan hastanedeki 17 yıllık devlet eczacılığıma dönemediğimden, sermayem olmadığı için, ayrıca şaibeli(lekeli) ve sakıncalı sayıldığımdan, zaten tutulmuş olan piyasaya kendiliğimden giremeyeceğimden, bu dönemde sürekli olarak işsiz kaldım.
Sayın Ekmekçi, bu ve buna benzer konularda tüm yer, kişi ve makamlara defalarca yazmış ve birçoğu karşılığında cezaevindeyken disiplinsizlik cezası alıp, sürgünlere ve hücrelere sokulmuş olmama rağmen, hiçbir cevap alamadım. Esprisi yerindeyse, kendimin veya yazdığım yerlerin asıl suçlular olmasını düşündüğümü itiraf edebilirim. Yukarıdaki yerlerle birleştirmeden söyleyeyim ki sizlerden de bir cevap alamadım.
Şu anda ölüm halindeki hasta babama(babam çocuk gibi ve yatalak) bakıp, sürekli oksijen tüpü yetiştirmeye çabalıyorum. Hepinize selam eder, başarılar dilerim."
Okur, mektubunda olayların hangi cezaevlerinde geçtiğini de yazıyor. Olup bitenleri, bir gün "yazı dizisi" biçiminde açıklayacağını bildiriyor.
Erbil Tuşalp’in, “İnsan Hakları Dosyası-Bin insan" kitabından sonra, yeni çıkan "12 Eylül Tutanakları-Bin Tanık" kitabı da, yaşanan eziyetleri, işkenceleri kapsıyor. Erbil'in bu yapıtı da ilgi çekti. Daha yazılmayan neler var, kimbilir?
İnfaz Yasası’ndan yararlanıp çıkarılar konusunu Adalet Bakanı Necat Eldem’e anlatmıştım. Bunlar topluma nasıl kazandıracaklardı? Cezaevlerinden, tutukevlerinden çıkıp, evlerine dönenler, bu kez işsizlikle karsı karşıya kalıyorlardı. Mahkemede aklanıp, çıkan bir mühendis, TEK'e giremiyordu. Çünkü, güvenlik soruşturmasında, "Solcudur" deniyordu. Adı bir olayda geçmeye görsün, ya da yargılanmaya görsün, olumsuz sonuç için bu yetiyordu. Bankalar, çeşitli kuruluşlar, “güvenlik soruşturması" sonucuna bakıyorlardı. Özel kuruluşlar arasında bile, bunu arayanlar vardı. "Ne olur ne olmaz, başımıza bir şey gelir!" diye mi düşünüyorlardı?
Necat Eldem, hükümlü çalıştırma maddesini söylüyor, onun dışına çıkmıyordu, "Adam almak istemezse biz ne yapalım?" demeye getiriyordu. Oysa, bu bir iktidar sorunuydu. "Bunlara iş vereceksiniz, açıkta bırakamazsınız" demek yeterdi. Hükümet güçlü olmadığı için bunu yapamıyor, "güvenlik soruşturması" karşısında, o da eli bağlı kalıyordu. Güvenlik soruşturmasını yapıp, raporunu hazırlayan da hükümetin buyruğundaydı, iyi mi? Bakalım, güvenlik soruşturmasını yapan görevlinin eğilimi ne yöndeydi?
Bir de "Olağanüstü hal" uygulamaları var, kimi illerde. Sıkıyönetimin kalktığı yerlerde, "Olağanüstü hal" uygulanıyor. Burada Valiler egemen. Sanıklar, sıkıyönetim mahkemelerinde değil, DGM'lerde yargılanıyor. Asker, burada kışlasına çekilmiş görünüyor ama, belli belirsiz duruyor gibi. Bunu da en yetkililere söyledim, "Askerin ilgisi yok " yanıtını aldım.
DGM'ler boş kalmasın diye, "Olağanüstü hal" sürdürülmemeli. Bir an önce, olağan tam demokratik düzene geçilmeli.