Bir Demokrasi Dersi -2-

Prof. Sadun Aren'in Dikili Şenliği’nde yaptığı "Barış ve Demokrasi” konulu konuşması oklukça uzundu. İlginçti de. Sadun Hoca’nın yer yer esprilerle bezediği konuşmasını, daha bir genişçe vermek istedim. Şöyle diyordu Sadun Aran, daha sonra konuşmasında
"Barış da, demokrasi de haksızlıklar üzerine kurulamazlar. Yani, bir ülkede, "Yahu, demokrasi olsun, her şey olsun, ama şunu kabul edin: yani, biz hep iktidarda duralım. Örneğin: Sermaye sınıfı, hep iktidarda durmak koşuluyla, her şey serbest!” diyor. Yani, "Bu 141-142 dursun, ondan sonra bütün haklarınızı verelim. Siz istediğiniz gibi grev yapın, yürüyüş yapın, bilmem ne, ama şu düzeni değiştirmek filan, bu olmasın.” Böyle şey olmaz. Bu, basite indirgersek. "İşte, sen benim hep hizmetçim ol, ama istediğini yap!" filan gibi bir şey. Eee, efendi olma hakkı? O yok! “O hariç, her şey serbest.” Ford'a demişler ki:
Otomobillerinin renklerini biraz değiştirelim!
Siyah olmasın da, ne renk yaparsanız yapın! demiş. Onun gibi...
Onun için 141-142’nm kalkması, son derece önemli. Yani, demokrasinin özü buradadır. Çünkü, hak aramanın en önemli yanını, yolunu tıkılır. Siyasal mücadele edemezsin, düzeni değiştirme mücadelesi yapamasın. Bu düzenin içinde, işte biraz daha durumunu düzelt! Onun için işte, grev de yap, ne yaparsan yap! Barış da öyle: "Ben sana bir tokat atayım, ondan sonra birbirinize tokat atmayalım!” Olmaz! Şimdi, sahiden bunu istiyorsan, "Ben demin sana tokat almıştım, şimdi sen de bana ti, ondan sonra bir daha tokatlaşmayalım!" demek gerekir. Onun için dünyadaki anlaşmazlıkları çözmenin yollarını bulmazsanız, ya da bulamazsanız, barış olmaz kolay kolay...
Arkadaşlar, demokratik haklar, ahlaki bir şey değil, ahlaki bir yanı yoktur. Yani, "Madem ki demokratız, o halde benim düzeni değiştirme özgürlüğümü kabul et!” falan, filan... En rafine kapitalist, adam, dünyanın en yüksek okulunda okumuş, en ince müzikleri dinlemiş, sırf şiir okuyor, öyle bir adam, fakat kapitalist. Bu adama diyorsunuz ki, “Yahu, bana hak ver senin yerine de geçebileyim!” Vermez! Bin dereden su getirir! O, ince zekâsını bu konularda kullanır. Kesinlikle size bu hakkı vermez. Çünkü, bu hak mücadelesidir. Demokrasi demek, sen çok alıyorsan, binleri az alıyor demektir. Kimlerin az alacağı belli tabii bu düzenden. Haksız derecede yararlanan insanların hakları azalacağı için, onlar bu işe razı olmazlar. Mücadele etmeden, sadece ahlaki telkinlerle bu demokrasi savaş «m yapılamaz. Ahlaki telkinde de bulunmak bu savaşımın bir unsurudur. Telkinle olsaydı, apaçık haksızlıklar karşısında şimdiye kadar imana gelmiş olurlardı!..
Demek ki, demokrasi mutlaka mücadeleyle kazanılır. Gelelim 163. maddeye: ben niye onlar için mücadele edeyim? Ve onlar kim? Bize getirecekler, ne yapacaklar? Diyecek ki, "dört kadınla evlenme hakkı”, özellikle dinleyicilere şunu söylemeliyim. Dm özgürlüğü başka şey, dinin serbestliğinden yanayım. Herkes ibadetinden hangi dini isterse istesin, dinsizliğinde, dininde serbesttir, büyük saygı vardır. Ben. Türkiye'yi Kur ana göre yönetmeye karşıyım. Şeriat düzeni kurulmasına karşıyım. O şeriat düzeni, diyecek ki: "Kadının miras hakkı varımdır”, "Kadın şehit olmaz, vatan için ölse bile”. "Bir erkek dört kadınla evlenebilir". "Kadının kocasını boşama hakkı yoktur”. Kadına kocası "boşsun” dediği anda boş otur. İşte, "faz yoktur, şu yoktur, bu yoktur, beş vakit namaz kılınacaktır, oruç tutulacaktır, bunları yapmayanlar kâfirdir, bir kâfiri öldürmek, veya Müslüman etmek, cennette şu kadar itibar sağlar” filan, bunlar bugünkü uygarlıkla, bugünkü insanlıkla bağdaşır tarafı olmayan şeylerdir. Bu uğurda mücadele etmek düşünüle/nez. Mücadele, hak için yapılır. Ve örgütlü yapılır. Demokrasinin iki temel direği vardır, biri düşünce özgürlüğü, öbürü örgütlenme özgürlüğüdür. Düşünce özgürlüğünün işlevi, neyin hak olduğunu bulmaktır. Neler haktır, neler değildir? 142 onun için, diyorlar ki "Aman ha, bazı şeylerin hak olduğunu söylemeyin bu insanlara."*Kuşların bilmem nesi üzerinde ne gibi fikir söylersen söyle, kimsenin kızdığı yok buna. Bütün mesele insanları, bu hak arama konusunda, uyandırmayı yasaklıyorlar. Öbürü de örgütlenme özgürlüğüdür, tabii, siz istediğiniz kadar düşüncelerinizi yayınız, o düşünceleri yaşama geçirebilmenin tek yolu, örgütlü ve toplu hareket etmektir. Siyasal parti kurabilmektir, sendika kurabilmektir, diğer kitle örgütlerini kurabilmektir. Fakat, bilhassa, özellikle, siyasal parti kurabilmektir Siyasal partinin amacı sosyalist bir düzen kurmaktır...”
* * *
Prof. Sadun Aran, kendisine yöneltilen soruları da yanıtlarken, şunları söyledi:
Sorular çok, ben böyle bir araya getirip kısaca yanıtlamaya çalışacağım: Bir kısmı bu "şeriat devleti’' meselesiyle ilgili, ben anlatmaya çalıştım; ben demokrasiyi mekanik bir şey olarak görmüyorum. Yani, "burası şöyle işlerse, öyleyse mantık gereği bu da böyle olur” böyle bir şey düşünmüyorum. Çünkü, demokrasi mücadele ile elde edilen bir şeydir. Onu mücadeleyle alırsınız, hakkınızı korursunuz. Yanı, amme menfaatine çalışmak diye bir şey yoktur burada "Bunu ben kendim için aldım, başkaları için de alayım. ." Öyle bir şey yok. Siz kendinize aldığınız zaman zaten, bütün emekçi halk için alıyorsunuz. Benim karşı olduğum şey böyle, düzenden ötürü, ekonomik sistemden ötürü ezilen insanların hepsinin hakkım koruyalım. Zaten, ovar. Bununla hiç ilgisi olmayan, müstehase olmuş, yani fosil olmuş, insanlık tarihinin geride bıraktığı bazı düşüncelere de özgürlük tanınmasını istemiyorum. Burada, "iki yüzlülük" filan görmüyorum. Yani, ne diyor arkadaşlar? "ikili", yani "çifte standart uygulamak", burada çifte standart yok. Çifte standart şurda olur: Ben kendime bu hakkı isterim, tarıma "hayır" derim. Burada çifte standart olur. Kendine istiyorsun, ona da iste. Kendi çocuğuma istiyorum, başkasının çocuğuna istemiyorum, olmaz bu, bu “çifte standart”tır. Ama, bu "şeriat” bambaşka bir şey. İnsanlık bunlarla mücadele etmiş, Batıda, işte ''reformasyon” denilen dönemde, devlet bununla mücadele etmiş. Kilise'nin egemenliğine karşı mücadele etmiş. Bizde bu olmamıştır, bizde çünkü devlet adamı, padişah aynı zamanda dinin de başkanıydı, halifeydi. Bu yüzden bir çatışma olmamıştır bizde. Ve bu ayrılma olmamıştır, Atatürk bunu ayırmıştır. Yine yineliyorum, herkes dininde serbesttir. Din özgürlüğü için mücadele edilir, herkesin kendi dinini istediği gibi seçmesi, ibadetim yapması konusunda, sonuna dek mücadele edilir: bu, düşünce vicdan özgürlüğüdür, fakat Türkiye'yi şeriat esaslarına göre yönetmek, yasalarımızı buna göre yapmak, bu yok. Böyle şey olmaz. Bu, demokrasi filan değildir! (Alkışlar) Çifte standartlık yoktur, örneğin söyleyeyim. "Askeri idareler, askeri yönetimler kötüdür" ama, 12 Eylül’le. 12 Mart: la, 27 Mayıs da aynı kefeye konulmaz. Bir arkadaş diyor ki, "Efendim, komünizmi müdafaa etmek, bir demokrasi icabıdır ve onu savunmak mutlaka komünist olmayı gerektirmez. Şeriat düzenini de bilmem ne yapalım... "Şimdi, komünist bir idareyle, şeriat düzeni aynı kefeye konulmaz, yani. Bu, birisi modem bir düzen, öbürü geçmiş gitmiş bir şey! (Alkışlar) Dinci kesimde anti-emperyalist arkadaşlar varsa, iyidir, memnuniyet vericidir. Ben görmedim de (Gülüşmeler, alkışlar).
Bir arkadaş da diyor ki, "Atatürk'ün yeri nedir?” anlamına gelen bir soru soruyor. Arkadaşlar, Atatürk’ü Marksist açıdan, terminolojiyle ifade etmek istersek, Atatürk demokratik devrimcidir. Türkiye'de demokratik devrimler! başlatmış veya hızlandırmış, -Tanzimat'tan, Meşrutiyetken sonra da vardır, bu yönüyle, çağdaşlaştırmıştır Türkiye'yi. Bir de bağımsızlıkçıdır. Çağdaş ve bağımsızlıkçı olmak, Atatürk'ün vasıflandır. Laiklik, tabii çağdaşlığın en büyük gereğidir. Atatürk, böyle bir insandır. "Atatürk, sosyalisttir... değildir” filan, bu bakımlardan değerlendirilmez. Öyle değildir, ama memleketin o zaman yapılması lazım gelen şeyini yapmıştır, Türkiye'yi çağdaşlaştırmıştır. Birkaç soru, hep şu kapıya çıkıyor: tanı, “demokrasi ile bu işler olur mu? Sömürü var, sınıflar var, demokrasi Türkiye'ye ne kazandırır ki? Kapitalizm var, emperyalizm var..." Böyle bir soru. Bu sorunun altında çeşitli ruh halleri yatıyor. Çaresizlik yatıyor. “Yahu, sınıflı bir toplumda demokrasi olur mu?" diyor. Asıl, bu toplumda demokrasi olur. Yani, zorunludur. Zaten, haksızlık filan yoksa, demokrasiye (ilan gerek yok. Demokrasi, öyle gerekli filan bir şey değil. Haksızlıkları önlemenin vasıtası bu. Marangozsanız, kesere ihtiyacınız vardır, değilseniz yoktur Onun gibi. Çok mükemmel bir toplum oluşturursanız, demokrasiye filan gerek kalmaz...
Sahici barış, yanı savaş tehlikesinin ortadan kalktığı barış, tüm dünya demokratikleştiği zaman, yani kapitalist dünya da sosyalistleştiği zaman gerçekleşmiş olacaktır. O zaman, dünya barışına daha çok yaklaşmış olacağız. Ve o koşullarda barış kurulacaktır...